Son
yıllarda Gor dergisinin varlığının da işaret ettiği üzere, Hemşinliler, Hemşinlilerin
dili, kültürü, tarihi ve en önemlisi etnik kökenleri ve kimlikleri üzerine
sosyal medyadan akademik çalışmalara varıncaya dek çok çeşitli ortamlarda, hem
sözlü, hem de yazılı tartışmalar yoğunlaşmıştır. Konu kültür, tarih, etnik
köken ve kimlik olunca, doğal olarak dil tüm bu tartışmaların tam merkezinde
yer alıyor. Sadece daha önce yazılmış yazılara, sosyal medyada yapılan
tartışmalara baktığımızda bile, bugün belki de Hemşince/ Homşetsnak diye
konuşulan bir dil olmasaydı, tüm bu tartışmalar olmayacaktı demek hiç de abartı
olmaz.
Benim
Hemşinlilerle olan ilişkim aslında kişisel arkadaşlığa dayanır. Hemşinli
olduğunu söyleyen arkadaşlarım lise yıllarımdan beri hep vardı. Ancak
Türkiye'de yaşayan ortalama her insan gibi ben de lise yıllarına kadar
Türkiye'de sadece Türkçe konuşan, tek dili, tek bayrağı olan Türklerin olduğunu
biliyordum. Dillere olan ilgim üniversitenin ilk yılında aldığım Dile Giriş
dersi kitabının ilk bölümünde yazılmış bir kaç cümleye dayanır:
Hiçbir
dil ya da dilin lehçesi (diyalekt de denir) bir diğerinden dilsel açıdan daha
üstün değildir. Her bir gramer/dilbilgisi eşit düzeyde karmaşıktır, mantıklıdır
ve her türlü düşünceyi ifade edebilecek şekilde sonsuz sayıda cümle üretmek
için yeterlidir. (Fromkin, Rodman &
Hyams, 2007: 15; benim çevirim)
Daha
sonraki yıllarda dillerin ya da lehçelerinin dilsel açı dahil olmak üzere
dünyanın hiçbir yerinde eşit olamadıklarını görecek ve anlayacaktım. Nitekim,
2010 yılında Hemşinli bir arkadaşım bana "Biz Hemşince konuşuyoruz fakat
Hemşince bir dil değil çünkü grameri yok." dediğinde Hemşinlilerle
birlikte Hemşince çalışmaya karar verdim ve yukarıda bahsettiğim tartışmaların
içine ben de katılmış oldum. Aslında bu yazıyı Hemşincnin gramer özellikleri ve
bu özelliklerine bakarak dünya dilleri arasındaki sınıflandırılması konularına
ayıracaktım. Fakat yine bahsedilen ortamlarda dil ve bir dilin ki şimdiye kadar
sadece sözlü olarak varlığını devam ettirmiş bir dil, dilbilgisinin nasıl
çalışılacağı üzerine çokça tartışmaya rastladım. Mesela Hemşince bir dil midir?
Grameri neden yoktur? Hemşinliler arasında köyden köye kullanılan ses
bakımından değişen ancak aynı anlama gelen sözcükler ve yapılar olduğunda ne
yapılmalı? Hemşincedeki Türkçeden farklı seslerin alfabetik sembolleri ne olmalı?
Hangi sembol daha doğru olur? Bunun gibi sıkça rastladığım sorulara bir de bu
konu üzerine yapılan bazı "araştırma" kitapları ve öne sürdüğü savlar
da eklenince, bu yazıyı başka ülkeler ve dillerden örneklerle, dilbilimin ve
dillerin sınıflandırılmasının kısa tarihine değinerek Hemşince üzerine nasıl
çalışılmamamız gerektiğini gösteren bazı metinlerin incelenmesine ayırmak
istedim.
Dil
nedir?
En
genel tanımıyla dil insanlar arasında iletişimi sağlayan, sembolik seslerden
oluşan ve kendine özgü kuralları olan bir olgudur. Ancak dilin tanımı hem
politik olarak hem de "bilimsel" olarak farklı zamanlarda farklı
görüşlere göre çok farklı şekillerde yapılmıştır.
Dilbilimciler
arasında sıkça referans verilen bir tanıma göre ise "Dil ordusu ve
donanması olan bir lehçedir" (Irvin & Gal 2000: 35). Bu tanıma
baktığımızda anlayacağımız üzere, bir dilin dil, lehçe ya da ağız mı olduğu
çoğu zaman dilin sözcükleri, dilbilgisel yapısı ya da konuşanlarının karşılıklı
anlaşma derecesine göre değil de zamanının ekonomik, sosyal ve siyasal
bağlamlardaki güç ve iktidar dağılımına göre şekillenir. Laura M. Ahearn bu
durumu birçok dille ve durumla örneklendirir. Mesela, İsveççe ve Norveççe ayrı
iki dil olarak kabul edilir ancak bu dillerin konuşanları karşılıklı anlaşma
konusunda sıkıntı yaşamazlar. Aynı şekilde Hindi ve Urdu dilleri, iki ayrı
ülkenin iki ayrı dilleri olarak kabul edilir ve yazımlarında farklar mevcut ise
de konuşma dillerinde çok büyük benzerlikler vardır. Tam tersi örnek olarak
Çincenin lehçeleri olarak kabul edilen Kanton ve Mandarin lehçelerinin konuşanları
birbirini hiç anlayamazken yazı dilleri aynıdır ve bu lehçeler aynı dilin
lehçeleri olarak kabul edilirler. Yine Sırp-Hırvat dili Sırbistan ve
Hırvatistan ülkeleri ayrı devletler olarak kurulana kadar aynı dilin iki
lehçesi olarak kabul edilirken, ayrılıktan sonra iki ayrı dil olarak kabul
edilmişlerdir (Ahearn, 2012: 122-123).
Hemşince
bir dil midir?
Hemşincenin
dil olup olmadığı tartışmaları Kırzıoğlu'nun yaptığı bazı sözde bilimsel
çalışmalarda olduğu gibi şimdiye kadar sıkça yapılmıştır. Hemşincenin bir dil
olarak varlığı bu tip çalışmalarda son yıllara kadar inkar şeklinde olmuştur.
Örneğin, Kırzıoğlu bir yazısında Hemşince hakkındaki fikirlerini aşağıdaki gibi
sunmuştur:
Hemşenliler,
Türkçeden başka dil bilmezler.
Türkçeleri de sesli ile başlayan birtakım sözlerin başına "H" veya
"Kh" (...) ekleyen Oğuz-ağzına göre olduğu; sert n/kng sesinin nğ ye
dönüşüp, arada eridiği (...) görülür. Birtakım koyuncu ve yaylacı Hemşenliler'in
eski-Ermenice karışığı Eski-Oğuz ağzı ile görüştükleri de vardır; bunların
sayısı onda biri bulmaz. (Kırzıoğlu, 1974: 4103; koyu ifadeler benim vurgum)
Çok
da eski tarihli olmamak üzere Kırzıoğlu'nun savlarını aratacak derecede vahim
olan bir başka kitap Ali Gündüz tarafından 2002' de yazılmış. Gündüz bu
kitabında Hemşinceyi kuşdiline benzetmektedir:
Hopa
Hemşinliğinin dil özellikleri Batı Hemşin grubundan çok farklılık göstermektedir.
Batı Hemşinlilerin konuştukları Türkçede yabancı kökenli kelime hemen hiç
yokken Doğu Grubu Hemşinlilerin konuştukları dilde Ermenice, Abaza ve Çerkez
dillerinden toplama bir dil
yaratıldığını görüyoruz. Bu dil üzerinde yapılan sınırlı sayıdaki araştırmaların
ortak noktası olarak %20 dolayında bu dilde Ermenice kelimenin varlığıdır (...)
Doğu grubu Hemşin dilinde Ermenice, Abaza ve Çerkez dillerinde kelimelerin korunmasının
sebebini büyük ölçüde bu grubun yaşadığı sosyal hayatta görmek lazımdır. Bir
ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Ancak bu dil
Anadil gruplarına dayandırılmamaktadır. Dilbilimcilerin "özel dil" yada grup dili adını
verdikleri dillerdendir. Bu dil daha çok kendi aralarında konuştukları özel
konuların başkaları tarafından anlaşılmaması için geliştirdikleri bir dildir.
Halk arasında kuş dili denilen dilin bir
benzeridir (...) Tüm konar göçerlerde bu göç sırasında özel konuları
konuştukları bir dil ihtiyacı her zaman diğer toplumlardan fazla olmuştur. Bu
yüzden iç kesimlerde hiç bilinmeyen Ermenice, Çerkezce ve Abaza dillerinden
kelimeler Hemşinlilerin kendi aralarında konuşmalarında her zaman
kullanılagelmiştir (...) Sonuç olarak Doğu Hemşin ağzında bir çok kelime Ermeni,
Abaza, Çerkez dillerinden alıntı olsa da bu alıntı zorunluluktan, bir
ihtiyaçtan, bir çok konar göçerin yaşadığı gizli konuşma ihtiyacından
kaynaklanmıştır. (Gündüz, 2002: 87-88; koyu ifadeler benim vurgum)
Hemşinlilerin
konar -göçerliklerinden kaynaklı geliştirmek zorunda oldukları kuşdiline benzer
özel dilleri ile neyi kimden gizlemek istedikleri bir yana, bu kitabın temelsiz
ve gerçekten uzak savlarını bilime referans vererek, yine rakamlar, yüzdelikler
veren bir dil kullanarak sunması bizim açımızdan önemli. Foucault'nun
çalışmalarından bildiğimiz üzere çok basit anlamıyla bilgi disiplinler
aracılığıyla üretilen ve kurulan bir şeydir ve bu yönüyle otorite sahibidir. Asıl
amacı ,Hemşincenin
bir dil olarak varlığını inkar etmek olan Gündüz, bilimsel ve oransal tabirler
kullanarak bilginin ve bilimin otoritesi sayesinde inandırıcı olma çabası
içindedir. Ve bu tür bir stratejinin insanlar üzerindeki etkisini çoğu yerde
görmekteyiz. Örneğin, ‘Hopa Hemşinlileri: Dil, Tarih ve Kimlik’ başlıklı yüksek
lisans tezimin saha araştırması boyunca Hemşincenin dil statüsü tartışmalarının
Hemşinliler arasında da yapıldığını gördüm. Saha çalışması sırasında
Çamlıhemşin'de aşağıdaki konuşmada görüldüğü gibi Hemşincenin varlığı bazı
insanlar tarafından da inkar ediliyor.
A: bakar mısınız burda hemşince bilen var mı
G: hemşince mi o ne (gülüyor)
A: nası o ne
G: o ne yani hemşince ne
A: dil dil hemşince dili bilen var mı diyorum
G: hemşince diye bi dil yoktur ki
D: vaar
G: ben hemşinliyim öle bişi yok
H: biz de hemşinliyiz biliyoruz
G: siz nerelisiniz
H: hopa hemşinliyiz
G: hopa hemşinliler konuşuyor doğru burda konuştuklarını ben bilmiyorum
ama
H: siz konuşmuyo musunuz G: hayır ben de hemşinliyim A: siz de
hemşinlisiniz ama hemşin dili konuşmuyo musunuz
G: öyle bi dil yok
H: var nası yok biz konuşuyoruz
G: bi konuşun bakalım aranızda bi
A: inç kenes inç beses
H: (...)
A: siz burda sobaya ne diyosunuz
G: pilita
A: pilita mı
G: pilita pilita
H: maşaya maşaya ne diyosunuz
G: maşa
H: başka başka
G: egiş egiş
H: agiş
G: aciş değil eciş eciş
H: biz de aciş diyoruz
A: siz hemşince konuşmaya konuşmaya unutmuşsunuz biz de aciş diyoruz
Örnekte
görüldüğü üzere, Kırzıoğlu, Gündüz gibi insanların "bilimsel" bir dil
kullanarak yazdıkları bu metinler, Türkiye'de zaten kuruluşundan bu yana
süregelen meta-söylemde sürekli varlığını koruyan tekçi, homojenleştiren dil
ideolojilerinin yanı sıra Türkiye'de yaşayan insanların fikirlerini
etkilemiştir. Bu sebepledir ki, yukarıda gördüğümüz gibi Çamlıhemşin'de ikamet
eden G kişisi Hemşince diye bir dil yok der. İnsanların konuştukları dil
hakkında ne düşündükleri, bu dile ne şekilde sosyal, manevi, ya da politik
anlamlar yüklediği, dilin ediniminde, devamlılığında ve korunmasında etkilidir (Woolard,
1998: 19). Bu nedenle üretilen fikirler ve metinlerin bu konudaki önemi oldukça
çoktur. Bu fikirlerle dolu kitaplar ya da metinler eskilerde kaldı diye
düşünmek oldukça yanlış olur. Bugün hala bu tür fikirleri sunanlara özellikle
facebook, twitter gibi sosyal medya ortamlarında rastlıyoruz. Nitekim, henüz
bir kaç yıl önce basılmış bir başka çalışmada yine Hemşincenin dil olmaya
yetecek kadar öğesi olmadığı ve bu nedenle de ölü bir dil olduğu ileri
sürülmüştür.
Bugün Hopa civarında konuşulan dil, her ne kadar Hemşince diye
tanımlansa da, şu anda başlı başına Hemşince diyebileceğimiz bütün öğeleriyle tamam bir dil mevcut değildir
(...)Yazı dili olmadığından sözlü ve
karma bir dil olarak yaşamaya devam
eden Hemşince Hristiyan Hemşinlilerde Ermenicenin, Müslüman Hemşinlilerde ise
Türkçenin desteği olmadan konuşulmadığından, bu dile ölü bir dil demek daha doğru olur. (Yılmaz,
2012: 42; koyu ifadeler benim vurgum)
Bu
dört satırlık alıntıda Yılmaz'ın "dilin öğeleri", "yazı
dili", "sözlü dil", "karma dil" ve en sonunda
"ölü dil" gibi kelimler kullanması elbette amaçsız değil. Yılmaz da Gündüz
gibi dilbilimin terimlerini kullanarak kendi "çalışmasını" bilimsel
gösterme çabasındadır demek hiç de yanlış olmaz. Amacı Hemşincenin kendi başına
yeterli, kendine özgü kuralları olan bir dil olmaya yetersiz olduğunu
göstermektir. Ayrıca "diller yaşayan birer canlılardır" savı artık
geçerliğini yitirmiş bir klişedir. Yaşayan dil değil, onu konuşan insanlardır.
Evet değişen ve hatta ölen diller var ama son konuşanı ölen dillere ölü dil
denir. Hemşincenin bugün hala konuşulduğunu tekrar etmeye gerek yoktur. Ayrıca
bir dilin yazı dili olmaması o dilin karma bir olduğu anlamına da gelmez.
Tartışmalı olsa da insanların dil kullanmaya başlamaları 100.000 yıl öncesinde
başlar. Yazınınsa ortalama 5000 yıllık bir tarihi var. Bu 5000 yıl içerisinde
yazıya geçmemiş bir çok dil var. Yazı, dilin devamlılığından çok çoğu yerde
insanları kontrol etmeye ve yönetmeye yaramıştır. Yılmaz asıl olarak
"karma" ve "ölü" de olsa Hemşincenin Ermenice'ye benzetilme
olasılığını ortadan kaldırmak ister. Bu nedenle başka bir yerde "Diğer
yandan, bir etnisitenin tanımında dil, olmazsa olmaz bir koşul da değildir"
der (Yılmaz, 2012: 9).
Aslında
bu son cümle Hemşince nin dil olmadığına, olsa bile yaşadığına kendisini bile
ikna edemeyen Yılmaz'ın kaçış yoludur. Çünkü, Hemşince, Hemşinlileri ulus
devletlerin kurulmasını meşrulaştıran ve en büyük söylem olan "tek dil,
tek millet, tek kültür" bağlantılarıyla beraber Türklerden başka bir
etnisite olarak tanımlama olasılığı ve olanağı verir. Yılmaz'ın kitabının önemi
artık Hemşincenin varlığının toptan inkarından "karma" veya
"ölü" de olsa bir dil olarak varlığına geçilmesidir.
Dil-Milliyet
ve Farklı Diller
Yılmaz'ın
dediği gibi bir etnisitenin tanımında dil olmazsa olmaz değildir aslında. Ancak
Alman romantik filozof Herder'in "milliyet" ve "dili"
birbirine bağlayan felsefesini üretmesiyle birlikte dile karşı özcü bakış
açıları doğmuş ve dilin homojen ve yaşayan bir organizma olduğu fikirleri
yaygınlaşmıştır (Patrick, 2010: 179). Bu felsefe ulus devletlerin homojen bir
toplum yaratma çabalarında en büyük ideolojik meşruiyet dayanağı olmuştur. Bu
söylem her ne kadar yaratıldığı topraklarda güncelliğini ve popülerliğini
yitirse de sömürgelerinden kurtulan ve devletleşen coğrafyalarda ve Türkiye
gibi farklılıkları yok sayan ulus devletlerinde hala günceldir. Özellikle de
ulus devletlerin yok etmeye ya da asimile etmeye çalıştığı farklı kimlikler
açısından önemlidir. Yılmaz bunun önemini kavramıştır. Madem Hemşince nin
varlığı inkar edilemiyor, o halde dil-millet eşlemesinde 300 yıl öncesine geri
dönülmesi tek çıkış noktasıdır. Tabii ki aynı cümleyi Türkçe ve Türklük
arasındaki bağlantı için kursak Yılmaz'ın nasıl bir tepki vereceğini tahmin
edebiliriz.
Yukarıda
değindiğimiz gibi, son yıllarda Herderci anlayış etkisini ve meşruiyetini biraz
da olsa yitirmiş ve ulus devletlerin karşılaştığı en büyük sorun varlıklarını
yıllarca inkar ettiği farklı etnik kimlikler ve diller olmuştur. Dünyadan
İspanya'daki Basklılar gibi bir çok örnek verilebilir ancak bunun en güzel
örneği içinde en az 30 farklı dilin konuşulduğu Türkiye'dir. Dünyada son
yıllarda gelişen ekonomik, sosyal ve politik gelişmeler artık ulus devletlerin
farklılıkları inkarına olanak vermemektedir. Tam da böyle bir ortamda Hemşincenin
dil sınıflandırılmasında alacağı yer bir çok insan ve grup tarafından farklı
amaçlarla olsa da çok önemli hale gelmiştir.
Dünyada
ilk dil sınıflandırmasını ilk (proto)- milliyetçi Herder'in fikirlerinden
etkilenen Friedrich ve August von Schlegel kardeşlerden Friedrich Schlegel 1808'
de yayınlanan kitabında yapmıştır.
Schlegel dilleri "organik" ve "mekanik" olarak
sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma dillerin yapılarındaki farklar ve de zaman
içinde gösterdikleri değişime göre yapılmıştır. Schlegel'e göre Sanskrit, Farsça
ve Avrupa dilleri organik dillerdir. Bu diller "bükümlü" dillerdir. Bu
diller karşılaştırmalı ve tarihsel analize uygundurlar ve mekanik diller gibi
dış etkenler sonucu değişmezler. Öte yandan, Çince, Kıpti diller (antik Mısır
dilleri), Bask dili, Amerika’daki yerli dilleri ve Arapça mekanik dillerdir ve
eklemelidir. Bu dillerin rastgele bir grameri vardır ve iç mantıkları yoktur
(Errington, 2008:73).
Daha
sonra von Humboldt 1836'daki çalışmasında dilleri dört sınıfa ayırmıştır. Çince
gibi kelimeleri tek öğeden oluşan, Humboltdt'un gramerden yoksun diye
tanımladığı ve fikirlerin ifadesinde özü itibariyle kusurlu olan
"yalınlayan" (tek heceli) diller; Kuzey Amerika dilleri gibi eklemeli
diller; Bask dili gibi çokbireşimli diller ve tabi ki dördüncü kategoride
"gelişmenin ve yükselmenin yaşamsal prensiplerini gramatik öğeleriyle
kapsayarak en birinci olan Latince, Yunanca ve Sanskritçe gibi bükümlü diller. von
Humboldt'un asıl anlamaya çalıştığı önemli soru, dillerin gelişme kat ederek
bükümlü diller seviyesine ulaşıp ulaşamayacağı idi. Bu soruyu cevaplamak için
ona göre "insanlığın zihinsel gelişmesinin en başarılı şekilde
gerçekleştiği" Sanskritçe ve diğer bükümlü diller referans olabilirdi
(Errington, 2008:76).
Aynı
yıllarda dillerin sınıflandırılması çalışmalarına dillerdeki kökleri ve
gramatik öğeleri ayırarak çalışmalara daha bilimsel yaklaştığı öne sürülen
Franz Bopp da dilleri grameri olan diller ve organik diller diye ayırmıştır. Bu
yaklaşımda da tabii ki Çince en alt sınıfta, iki heceli ve üç ünsüzlü kökleriyle
Semitik diller Çinceden biraz daha üst sınıfta yerlerini almışlardır. Bu iki
çeşit dilden üstün olarak tek heceleriyle bileşerek gramer edinmiş olan, bugün
Hint -Avrupa dilleri diye bildiğimiz diller gelir. Bopp Hint-Avrupa dillerini
"bileşenlerinin bir harmoni içinde canlı bir beden görünümü yaratan güzel
ve eşsiz birleşimi" olarak tanımlar. Diğer dilleri ise, iç kuralları ve
prensipleri olmayan "biçimi bozulmuş" ve "sakatlanmış",
tarihin zorlukları karşısında değişime pasif oldukları için direnemeyen diller
olarak değerlendirir (Errington, 2008:78).
A.
Schleicher Hint Avrupa dilleri
kelimeleri ve gramer yapıları üzerine yaptığı çalışmalarla Bopp'un çalışmalarını
yeni kanıtlarla desteklemiştir. Darwin'in Türlerin Kökeni eserinden de
etkilenen Schleicher'le birlikte dillerin insanlar gibi biyolojik organizmalar
olduğu kanısı, ki dillerin gelişmiş gelişmemiş diye sınıflandırılmasına daha
çok olanak tanımıştır, dil çalışmalarına iyice yerleşmiş ve dillerin bir insan ilişkileri
terimi olan "akrabalık" terimi ile sınıflandırılması iyice kabul
görmeye başlamıştır. Böylece Karşılaştırmalı Dilbilimden Tarihsel Dilbilim
dönemine geçilmiş oldu. Bu yaklaşımla beraber, dünyanın bir çok yerinde hem
sömürgeci devletlerin uygulamaları sonucu hem de ulus devletlerin inşa
süreçleri içinde dillerin yok olmasına "mantıklı" bir açıklama olarak
sıklıkla sunulan "evrimini tamamlayamamış zayıf diller yok olur"
söylemi bugün dahil olmak üzere uzun yıllar kullanılageldi. Ancak dilin biyolojik
bir organizma olarak görülmesi yapısalcı ve post-yapısalcı dönem bilim
teorileri ve pratiklerinde kabul görmez ve bu dönemlerde amaç artık çok genel
anlamıyla dilin kökenini, akrabasını bulmaktan daha çok ne olduğu, nasıl
işlediği gibi dilin doğasını ve yüklendiği işlevleri açıklamaktır.
Son
olarak 1860larda Max Müller'in Dilin
Bilimi Üzerine Dersler’inde yaptığı dil sınıflandırmasına değinmek
istiyorum. Müller de dilleri "yalınlayan diller", "eklemeli
diller" ve "bükümlü diller" olarak ayırmıştır. Eklemeli diller için
"yaşam tarzlarından dolayı devlet kurmaya uygun olmayan göçebe
yağmacılar" tarafından konuşulan Orta Asya'nın "Panturanizm"
dillerini örnek göstermiştir. Üçüncü olarak evrimin en yüksek noktasında
Semitik ve Aryan dillerinin ait olduğu bükümlü diller bulunmaktadır. Bükümlü
diller "yüksek medeniyetlerin" dilleridir (Patrick, 2010:33). Müller
Oxford Üniversitesinde hem felsefe hem de dilbilim profesörüydü. Hem Müller hem
de daha önceki örneklerdeki kişiler elbette bilim yaptıklarını ileri
sürüyorlardı. Bu dilleri sınıflandırırken dillerin yapılarına, seslerine,
kelimelerine karşılaştırmalı olarak bakıyorlardı. Ancak örneklerden
anlaşılacağı üzere çalışmaları politik amaçlardan yoksun değildi. Kendi
konuştukları dilleri her anlamda en gelişmiş, -dili de insan gibi canlı bir
organizma olarak gördükleri için- evriminin son noktasında, mükemmel sistemler
olarak sunarken, diğerlerini "mantıksız", "sakat",
değişmeye ve son olarak da doğal seleksiyon sonucu ölmeye mahkum diller olarak
sunmuşlardır. Bu çalışmalar aslında sadece dilleri değil bu dilleri konuşan
toplulukları da sınıflandıran çalışmalar olmuştur ve etkileri ilk
sunulduklarından bu yana hala devam etmektedir. Macarcanın sınıflandırılma
tarihi çok güzel bir örnektir. Macarca için İbraniceden, Sümerce, Farsça,
Çince, Hunca, Tatarcaya benzetilmesinin yanında, hiçbir dile benzemediğine
kadar farklı sınıflandırmalar yapılmıştır. Daha sonraları Fince ve Estoncaya da
benzetilmiştir. En sonunda Fince ve Ural Altay dilleri arasında
sınıflandırılmıştır ancak politik görüşleri farklı olan taraflarca
sınıflandırılması oldukça uzun yıllar almıştır (Patrick, 2010: 33-37). Tüm bu
örneklerden anlaşılacağı üzere tarafsız bilim olmadığı gibi tarafsız bilgi
üretimi de yoktur ve dil birçok zaman ve bağlamda farklı anlamlarla ve
işlevlerle yüklenmiştir.
Hemşince
nasıl bir dil?
Aslında
bu yazıda dillerin sınıflandırılmasının tarihine yüzeysel de olsa yazının
bütününe oranla uzun uzun değinmemin sebebi Yunus Altunkaya'nın Hemşince yi
sınıflandırmak amacıyla yazdığı Hemşince / Hamşesna Kültür Dilbilgisi kitabını
okurken, yukarıda hem Kırzıoğlu, Gündüz ve Yılmaz'ın metinlerinde hem de ilk
dil sınıflandırması örneklerinde gördüğümüz bakış açılarının etkisini görmemdi.
Macarca örneği kadar karmaşık olmamasını
dileyerek konuyu Hemşince ye ve Altunkaya'nın 2012 basımlı kitabına getirmek
istiyorum.
Öncelikle
yukarıda bahsettiğimiz özellikle sömürge devletlerin kendi dillerinden farklı
dilleri ve aslen dilleri konuşan insanları tanımlamada -ki bu insanlar ve
diller "geri kalmış", evrimini tamamlamamış", "mantıksız",
"zayıf" ve "ölmeye mahkum"durlar - bir çerçeve olarak
kullandıkları "diller de tıpkı insanlar gibi canlı organizmadır"
söyleminin Altunkaya'nın kitabında oldukça hakim bir söylem olduğunu belirtmek
lazım. Bu kitabın her bir satırında Altunkaya 'nın, Hemşinceyi
"gelişmemiş", "gelişme sürecini tamamlamamış" bir dil
olarak sunduğunu görüyoruz. Kitabın henüz girişinde, Altunkaya,
Hemşince için aşağıdaki sunumu yapar:
Toplumun
kapalı halde yaşaması nedeniyle kültür ve dil adeta donmuş halde sessizce
varlığını sürdürmüş ve günümüze değin süregelmişti. Buna bağlı olarak dil
değişmemiştir. Değişemediği için de gelişememiştir. Bu açıdan bakıldığında Hemşincenin nispeten arkaik bir dil olduğunu söylemek
mümkün. Günümüzde ise teknolojide dahil çeşitli faktörlerin etkisiyle Hemşin
olgusu evrilerek toplumu da açık toplum haline getirmişti. Bu
yüzden, hem dil hem de kültür, büyük
ölçüde özgünlüğünü kaybederek yok olma eğilimine girmiştir.
Tüm
bunlara karşın bitişken dillerin ortak özelliklerinin çoğu Hemşincede
mevcuttur. Önemli konulardan biride Hemşincenin alıntı dil ya da bir lehçe olup olmadığıdır. Bunu belirleyebilmek
için öncelikle dilin gramerine bakmak gerekir. Zira alıntı ya da lehçe dillerin
grameri kaynak dilin grameriyle uyumlu olması gerekir. Kaldı ki, Hemşincenin
grameri hakkında yazılmış bir kaynak yoktur. Aynı zamanda Hemşincenin bitişken
bir dil olması onu daha özgün bir dil
konumunda tutmaktadır. (Altunkaya, 2012: 9-10; koyu ifadeler benim vurgularım)
Bu
sunuşa baktığımızda aslında Altunkaya'nın Hemşincenin ne olduğu konusunda birbirine
karışmış fikirlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Hemşince bir dil midir? Çoğu
yerde dil diye adlandırsa da aslında Hemşinceye dil olma statüsünü vermiyor
Altunkaya. Onun sorduğu soru Hemşince alıntı dil midir yoksa bir lehçe midir?
Ancak Altunkaya'nın kitap boyunca en net olduğu şey Hemşincenin
"bitişken" (bağlantılı, eklemeli) bir dil olduğu. Diğer bir netlik
ise Hemşince nin gelişmemiş bir dil olduğu. Çünkü gelişmişlik her zaman daha
gelişmişlerle ve daha az gelişmişlerle kıyaslama gerektiren bir terimdir. Çünkü
"gelişmemişlik" Hemşincenin bitişken bir dil olmasını mümkün kılan
tek şeydir.
Mesela
Hemşince için söylediği diğer bir tabir "özgünlük". Özgünlük
gelişmişlik gibi değil. Altunkaya'ya göre Hemşince bazen özgün bazen değil.
Altunkaya ilk paragrafta Hemşincenin özgünlüğünü yitirdiğini söylüyor. Ancak
hemen devamında Hemşincenin özgün olduğunu söylüyor. Ancak Hemşinceyi özgün
kılan tek şey "bitişken" bir dil olması. İlerleyen sayfalarda
Altunkaya Hemşincenin yapısal incelemesini neden yaptığını izah ediyor ve
Hemşince için aşağıda verilen yorumlarını ekliyor:
Dil
bilimsel açıdan gelişim sürecini
tamamlamamış ve kendine özgü
kuralları bulunan özgün bir dilin varlığı ön plana çıkmaktadır. Bu
kurallardan en önemlisi Hemşincenin bitişken
bir dil olmasıdır. Bununla birlikte Hemşince
gelişme sürecini tamamlamadığı için kelime haznesi sınırlıdır ve bitişken dillerde bulunan ortak özelliklerden
bazıları Hemşincede yoktur. (Altunkaya, 2012: 15; koyu ifadeler benim
vurgularım)
Altunkaya'
nın yaptığı sanırım şöyle bir mantık yürütmesi: Hemşince özgün çünkü bitişken, bitişken
çünkü Türkçe bitişken. Türkçe mi? O zaten hep özgün. Hemşincede
bitişken
dillerde olan özellikler yok çünkü hemşince "gelişmemiş". Aslında kitabın
daha başında Altunkaya'nın Hemşincenin bitişken bir dil olduğuna hiçbir şeye
bakmaksızın karar verdiği anlaşılıyor. Yine de Hemşincenin "dil aile"sindeki
akraba koltuğuna oturtulması için dilin yapısına bakmak gerektiğini ifade
ediyor.
Ancak
dillerin sınıflandırılmasıyla ilgilenen bir kişinin açtığı ilk kitapta
görebileceği gibi, dilbilgisel yapılarında benzerlik bulunan diller aynı aileye
ait olmayabilir. En çok verilen örnek ise İngilizce ve Çince'dir. İngilizcenin
dilbilgisel yapısı Çinceye Fransızcaya benzediğinden daha çok benzer. Ama
İngilizce ve Fransızca aynı ailedeyken Çince ile akrabalıkları yoktur. Bunu göz
ardı etsek ve sadece biçimbilimsel yaklaşsak, yani Hemşincenin akrabalarını
sadece dilbilgisel özelliklerine bakarak belirlemeye çalışsak bile bu
yaptığımız Altunkaya'nınkine benzer bir çalışma olmazdı. Altunkaya, kendisi de
belirttiği üzere Türkçeye bakıyor. Türkçeye benzer özelliklerini bitişken dil
olmasına kanıt olarak sunuyor, Türkçede olmayan özellikler içinse Hemşince
gelişmemiştir diyor:
(Ural-Altay
dillerinin) hepsinde belli derecede ünlü uyumu vardır. Normalde bitişken bir dil olmasına karşın Hemşincede ünlü/ünsüz uyumu
yoktur. Ancak Hemşincede bitişken dillerde olduğu gibi kök kelime
değişmeden sözcüklerin sonuna yüklenen eklerle sözcüğe yeni anlamlar
kazandırılmaktadır (...) Ünlü ve ünsüz
uyumunun olmaması Hemşincenin gelişmemiş bir dil olmasıyla izah edilebilir.
(Altunkaya, 2012: 19-20; koyu ifadeler benim vurgularım)
Ünlü
uyumu gerçekten eklemeli dillerin belki de en önemli özelliklerinden biridir.
Ancak ne yazık ki Altunkaya'nın deyimiyle ı-ö-ü ünlü harflerine sahip olmadığı
için kelime hazinesi sınırlı olan Hemşince, ünlü uyumu özelliğine sahip
olamayarak ve bu nedenlerle gelişmemiş bir dil olarak Altunkaya tarafından
bitişken dillerin ta uzaklardan akrabası olma şerefine nail kılınmıştır
(Altunkaya 2012: 28). Hemşincenin "gelişmemişliğini" anladığımız bir
diğer özelliği ise fiil çekimleridir. Altunkaya'nın da belirttiği gibi bitişken
dillerde sözcüklerin sonuna eklenen ekler genellikle kökte bir değişikliğe
sebep olmaz. Aslında her şeyi ekler yapar diyebiliriz. Altunkaya Ural-Altay
bitişken dillerinin özelliklerini Hemşince ile karşılaştırırken, Ural-Altay
dillerinde "Fiil şekilleri zengindir. Hemşince gelişmemiş bir dil
olduğundan fiil çekimleri zengin değildir" diyor ve Hemşince yine
gelişmemişliğiyle sınıfta kalıyor (Altunkaya, 2012: 21). Oysa fiil çekimleri
özelliğiyle Hemşince tipik Hint- Avrupa dilleri özelliğine sahip.
Hemşincenin
geleceği
Görüldüğü
gibi Altunkaya'nın bakış açısı dilleri biyolojik bir organ olarak gören ve
şimdiye kadar Avrupa merkezli bakış açısıyla kendilerinden olmayan dilleri geri
kalmış ötekiler olarak sınıflandırmaya olanak tanıyan "bilimsel"
teorilerden besleniyor. Bu yazının başından beri karşımıza çıkan çok karamsar
bir tablo gibi görünebilir. Bilimin ve bilginin üretilen bir değer olduğu ve
ekonomik, sosyal ve siyasal duruşlardan beslendiği bir gerçek. Ancak buna
rağmen bizi hakikate ulaştıracak bilgi ya da bilgi üretimi mümkün. Elbette
Hemşin tarihi, kültürü ve dili ile ilgili çalışmalar yapacağız ve bilimin
şimdiye kadar bize sunduğu yöntem ve araçlardan yararlanacağız. Fakat bunun nasıl
olacağı çok önemli.
Belki
yapacağımız çalışmalarda tepeden inme, tek yazarlı, standartlaştıran, ötekileştiren,
eksilten ve yanlış ama bilimsel kabul gören teorilerden beslenen çalışma
yöntemlerinden uzak durmalıyız. Hemşincenin devamlılığını sağlayacak şey yazılı
bir dilbilgisi kitabı olması değildir, hangi aileye ait olmasının bilinmesi ya
da Hemşinliler arasında genel geçer olan bir alfabesinin olması değildir. Kukom ya da kukam denildiğinde konuşma dilinde ve anlaşmada sorun yaratmayan
farklılıklar neden yazıda yaratsın ki? Tsaxut
kelimesindeki ts sesi için
alfabede çiçek resmi kullansak mesela. Bu Hemşinliler arasında neye tekabül
ettiği bilindiği sürece sorun yaratmayacaktır. Bir dilin devamlılığını derlemeler
yapmak da sağlamayacaktır. Bu ancak müzelerin işine yarar.
Hemşince
şu anda sahip olduğu iç farklılıklarıyla kullanılarak korunabilir ve gelecek
kuşaklara aktarılabilir. Belki çocukları yine momilere teslim ederek korunabilir. Bunu yapamıyorsak belki Momileri
sınıflara getirebiliriz. Belki yazdığımız günlüklerimizi ve makalelerimizi,
tuttuğumuz notları elimizde var olan sembollerle de olsa Hemşince yazmaya
başlarsak korunabilir. Belki bir dil Meluses gibi bugünün yeni şarkılarını
Hemşince yazarak ve söyleyerek canlandırılabilir ve en önemlisi o dile bakış
açısını değiştirerek canlandırılabilir. Hemşince, Hemşinliler arasında bile
"kelimesi sınırlı", "köylü", "grameri olmayan",
"dedikodu dili" gibi sıfatlarla tarif ediliyor ve hatta güzel Türkçe
konuşmaya engel bir dil olarak görülüyor. Hemşincenin devamlılığı ve korunması
dilbilgisi kitabının ve aile akrabalarının bulunmasından ziyade biraz da bu
sıfatların yerini başka sıfatlara bırakmasıyla mümkün.
En
önemlisi, çalışacağımız şey dil ise dilin kullanımına ve dili kullanan insanlara
dönmeliyiz yüzümüzü. Dillerin gramer kurallarını bulmak için aslında
konuşanlarının belki bilinçsizce bildiği ve her bir cümleyi kurmak için
kullandığı kurallara bakmamız lazım. Bir dilin grameri yok demek o dil hiç
konuşulmuyor, konuşulmamış demektir. Hemşincenin grameri var ve konuşanlarının
dillerinin ucunda. Belki momilerle
beraber, Gor ile, kolektif ürünler çıkarmalıyız meydana. Böyle bir çalışmanın
örgütlenmesi ve inşası daha uzun zaman gerektirebilir. Ancak uzun ve meşakkatli
yollar izlemek her durumda Hemşincenin bugünkü durumda olmasına, yani kullanım
alanlarının iyice yok olması ve çocukların Hemşince konuşamamasına sebep olmuş
süreçlerde kullanılan yöntemlerin ve "bilgilerin" aynısını takip
ederek dile ve konuşanlarına vereceğimiz zarardan daha az olur. Bu yolun
ajandasını belirleyecek olan yine Hemşinlilerdir.
Gelecek
sayıda Hemşincenin her dilbilimciyi heyecanlandıracak kadar "gelişmemiş"
olan biçimbilgisel özelliklerine yer vereceğiz.
Neşe Kaya
Gor Dergisi Sayı 3 Sonbahar 2015
Kaynakça
Ahearn,
L.M., (2012). Living Language: An
Introduction to Linguistic Anthropology. Wiley Blackwell A John Wiley &
Sons, Ltd., Publication.
Altunkaya,
Y., (2012). Hemşince Hamşesna: Kültür
Dilbilgisi. Chiviyazıları, İstanbul.
Errington,
J. (2008). Linguistics in a Colonial
World: A study of Language, Meaning, and Power . Malden, MA: Blackwell.
Fromkin,
V., Rodman, R. & Hyams, N. (2007). An
Introduction to Language (8th edition), Wadsworth, Cengage Learning:
Boston, USA.
Gündüz, A., (2002). Hemşinliler: Dil Tarih Kültür. Ankara:
Yeni Gözde Matbaası.
Irvine, J. T., &and Gal,
S. (2000). Language Ideology and Linguistic Differentiation. In P. V.
Kroskrity, (Ed.), Regimes of Language:
Ideologies, polities and identities. Santa Fe: School of American Research
Press.
Kırzıoğlu, M. F., (1974) “Eski Oğuz (Arsaklı-Part)
Kalıntısı Hemşinliler”, Hemşin Dergisi, Yıl:13, S. 8, İstanbul 1974, s. 77-78
Patrick, D., (2010) Language
Dominance and Minorization. In Jaspers, J., (ed.) Language Use and Society (Handbook of Pragmatics Highlights). Pp
176-188. Amsterdam/Philadelphia: John Benjamins.
Yılmaz, Ş. (2012). Hemşinlilerin ve Hemşinli Ermenierin
(Hayların) Kökeni. Payda Yayıncılık.
Woolard, K. A. (1998).
"Introduction: Language Ideology as a Field of Inquiry" in
Schieffelin, Bambi B.,
Woolard, K., Kroskrity, P. (Eds). Langugae
Ideologies: Practice
and Theory. NY: Oxford Univ. Press.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder