18 Şubat 2018 Pazar

Az Gelişmişlik Sürecinde Hemşince



Son yıllarda Gor dergisinin varlığının da işaret ettiği üzere, Hemşinliler, Hemşinlilerin dili, kültürü, tarihi ve en önemlisi etnik kökenleri ve kimlikleri üzerine sosyal medyadan akademik çalışmalara varıncaya dek çok çeşitli ortamlarda, hem sözlü, hem de yazılı tartışmalar yoğunlaşmıştır. Konu kültür, tarih, etnik köken ve kimlik olunca, doğal olarak dil tüm bu tartışmaların tam merkezinde yer alıyor. Sadece daha önce yazılmış yazılara, sosyal medyada yapılan tartışmalara baktığımızda bile, bugün belki de Hemşince/ Homşetsnak diye konuşulan bir dil olmasaydı, tüm bu tartışmalar olmayacaktı demek hiç de abartı olmaz.

Benim Hemşinlilerle olan ilişkim aslında kişisel arkadaşlığa dayanır. Hemşinli olduğunu söyleyen arkadaşlarım lise yıllarımdan beri hep vardı. Ancak Türkiye'de yaşayan ortalama her insan gibi ben de lise yıllarına kadar Türkiye'de sadece Türkçe konuşan, tek dili, tek bayrağı olan Türklerin olduğunu biliyordum. Dillere olan ilgim üniversitenin ilk yılında aldığım Dile Giriş dersi kitabının ilk bölümünde yazılmış bir kaç cümleye dayanır:

Hiçbir dil ya da dilin lehçesi (diyalekt de denir) bir diğerinden dilsel açıdan daha üstün değildir. Her bir gramer/dilbilgisi eşit düzeyde karmaşıktır, mantıklıdır ve her türlü düşünceyi ifade edebilecek şekilde sonsuz sayıda cümle üretmek için yeterlidir.  (Fromkin, Rodman & Hyams, 2007: 15; benim çevirim) 

Daha sonraki yıllarda dillerin ya da lehçelerinin dilsel açı dahil olmak üzere dünyanın hiçbir yerinde eşit olamadıklarını görecek ve anlayacaktım. Nitekim, 2010 yılında Hemşinli bir arkadaşım bana "Biz Hemşince konuşuyoruz fakat Hemşince bir dil değil çünkü grameri yok." dediğinde Hemşinlilerle birlikte Hemşince çalışmaya karar verdim ve yukarıda bahsettiğim tartışmaların içine ben de katılmış oldum. Aslında bu yazıyı Hemşincnin gramer özellikleri ve bu özelliklerine bakarak dünya dilleri arasındaki sınıflandırılması konularına ayıracaktım. Fakat yine bahsedilen ortamlarda dil ve bir dilin ki şimdiye kadar sadece sözlü olarak varlığını devam ettirmiş bir dil, dilbilgisinin nasıl çalışılacağı üzerine çokça tartışmaya rastladım. Mesela Hemşince bir dil midir? Grameri neden yoktur? Hemşinliler arasında köyden köye kullanılan ses bakımından değişen ancak aynı anlama gelen sözcükler ve yapılar olduğunda ne yapılmalı? Hemşincedeki Türkçeden farklı seslerin alfabetik sembolleri ne olmalı? Hangi sembol daha doğru olur? Bunun gibi sıkça rastladığım sorulara bir de bu konu üzerine yapılan bazı "araştırma" kitapları ve öne sürdüğü savlar da eklenince, bu yazıyı başka ülkeler ve dillerden örneklerle, dilbilimin ve dillerin sınıflandırılmasının kısa tarihine değinerek Hemşince üzerine nasıl çalışılmamamız gerektiğini gösteren bazı metinlerin incelenmesine ayırmak istedim.

Dil nedir?

En genel tanımıyla dil insanlar arasında iletişimi sağlayan, sembolik seslerden oluşan ve kendine özgü kuralları olan bir olgudur. Ancak dilin tanımı hem politik olarak hem de "bilimsel" olarak farklı zamanlarda farklı görüşlere göre çok farklı şekillerde yapılmıştır.

Dilbilimciler arasında sıkça referans verilen bir tanıma göre ise "Dil ordusu ve donanması olan bir lehçedir" (Irvin & Gal 2000: 35). Bu tanıma baktığımızda anlayacağımız üzere, bir dilin dil, lehçe ya da ağız mı olduğu çoğu zaman dilin sözcükleri, dilbilgisel yapısı ya da konuşanlarının karşılıklı anlaşma derecesine göre değil de zamanının ekonomik, sosyal ve siyasal bağlamlardaki güç ve iktidar dağılımına göre şekillenir. Laura M. Ahearn bu durumu birçok dille ve durumla örneklendirir. Mesela, İsveççe ve Norveççe ayrı iki dil olarak kabul edilir ancak bu dillerin konuşanları karşılıklı anlaşma konusunda sıkıntı yaşamazlar. Aynı şekilde Hindi ve Urdu dilleri, iki ayrı ülkenin iki ayrı dilleri olarak kabul edilir ve yazımlarında farklar mevcut ise de konuşma dillerinde çok büyük benzerlikler vardır. Tam tersi örnek olarak Çincenin lehçeleri olarak kabul edilen Kanton ve Mandarin lehçelerinin konuşanları birbirini hiç anlayamazken yazı dilleri aynıdır ve bu lehçeler aynı dilin lehçeleri olarak kabul edilirler. Yine Sırp-Hırvat dili Sırbistan ve Hırvatistan ülkeleri ayrı devletler olarak kurulana kadar aynı dilin iki lehçesi olarak kabul edilirken, ayrılıktan sonra iki ayrı dil olarak kabul edilmişlerdir (Ahearn, 2012: 122-123).

Hemşince bir dil midir?

Hemşincenin dil olup olmadığı tartışmaları Kırzıoğlu'nun yaptığı bazı sözde bilimsel çalışmalarda olduğu gibi şimdiye kadar sıkça yapılmıştır. Hemşincenin bir dil olarak varlığı bu tip çalışmalarda son yıllara kadar inkar şeklinde olmuştur. Örneğin, Kırzıoğlu bir yazısında Hemşince hakkındaki fikirlerini aşağıdaki gibi sunmuştur:

Hemşenliler, Türkçeden başka dil bilmezler. Türkçeleri de sesli ile başlayan birtakım sözlerin başına "H" veya "Kh" (...) ekleyen Oğuz-ağzına göre olduğu; sert n/kng sesinin nğ ye dönüşüp, arada eridiği (...) görülür. Birtakım koyuncu ve yaylacı Hemşenliler'in eski-Ermenice karışığı Eski-Oğuz ağzı ile görüştükleri de vardır; bunların sayısı onda biri bulmaz. (Kırzıoğlu, 1974: 4103; koyu ifadeler benim vurgum)

Çok da eski tarihli olmamak üzere Kırzıoğlu'nun savlarını aratacak derecede vahim olan bir başka kitap Ali Gündüz tarafından 2002' de yazılmış. Gündüz bu kitabında Hemşinceyi kuşdiline benzetmektedir:

Hopa Hemşinliğinin dil özellikleri Batı Hemşin grubundan çok farklılık göstermektedir. Batı Hemşinlilerin konuştukları Türkçede yabancı kökenli kelime hemen hiç yokken Doğu Grubu Hemşinlilerin konuştukları dilde Ermenice, Abaza ve Çerkez dillerinden toplama bir dil yaratıldığını görüyoruz. Bu dil üzerinde yapılan sınırlı sayıdaki araştırmaların ortak noktası olarak %20 dolayında bu dilde Ermenice kelimenin varlığıdır (...) Doğu grubu Hemşin dilinde Ermenice, Abaza ve Çerkez dillerinde kelimelerin korunmasının sebebini büyük ölçüde bu grubun yaşadığı sosyal hayatta görmek lazımdır. Bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Ancak bu dil Anadil gruplarına dayandırılmamaktadır. Dilbilimcilerin "özel dil" yada grup dili adını verdikleri dillerdendir. Bu dil daha çok kendi aralarında konuştukları özel konuların başkaları tarafından anlaşılmaması için geliştirdikleri bir dildir. Halk arasında kuş dili denilen dilin bir benzeridir (...) Tüm konar göçerlerde bu göç sırasında özel konuları konuştukları bir dil ihtiyacı her zaman diğer toplumlardan fazla olmuştur. Bu yüzden iç kesimlerde hiç bilinmeyen Ermenice, Çerkezce ve Abaza dillerinden kelimeler Hemşinlilerin kendi aralarında konuşmalarında her zaman kullanılagelmiştir (...) Sonuç olarak Doğu Hemşin ağzında bir çok kelime Ermeni, Abaza, Çerkez dillerinden alıntı olsa da bu alıntı zorunluluktan, bir ihtiyaçtan, bir çok konar göçerin yaşadığı gizli konuşma ihtiyacından kaynaklanmıştır. (Gündüz, 2002: 87-88; koyu ifadeler benim vurgum)

Hemşinlilerin konar -göçerliklerinden kaynaklı geliştirmek zorunda oldukları kuşdiline benzer özel dilleri ile neyi kimden gizlemek istedikleri bir yana, bu kitabın temelsiz ve gerçekten uzak savlarını bilime referans vererek, yine rakamlar, yüzdelikler veren bir dil kullanarak sunması bizim açımızdan önemli. Foucault'nun çalışmalarından bildiğimiz üzere çok basit anlamıyla bilgi disiplinler aracılığıyla üretilen ve kurulan bir şeydir ve bu yönüyle otorite sahibidir. Asıl amacı ,Hemşincenin bir dil olarak varlığını inkar etmek olan Gündüz, bilimsel ve oransal tabirler kullanarak bilginin ve bilimin otoritesi sayesinde inandırıcı olma çabası içindedir. Ve bu tür bir stratejinin insanlar üzerindeki etkisini çoğu yerde görmekteyiz. Örneğin, ‘Hopa Hemşinlileri: Dil, Tarih ve Kimlik’ başlıklı yüksek lisans tezimin saha araştırması boyunca Hemşincenin dil statüsü tartışmalarının Hemşinliler arasında da yapıldığını gördüm. Saha çalışması sırasında Çamlıhemşin'de aşağıdaki konuşmada görüldüğü gibi Hemşincenin varlığı bazı insanlar tarafından da inkar ediliyor.

A: bakar mısınız burda hemşince bilen var mı
G: hemşince mi o ne (gülüyor)
A: nası o ne
G: o ne yani hemşince ne
A: dil dil hemşince dili bilen var mı diyorum
G: hemşince diye bi dil yoktur ki
D: vaar
G: ben hemşinliyim öle bişi yok
H: biz de hemşinliyiz biliyoruz
G: siz nerelisiniz
H: hopa hemşinliyiz
G: hopa hemşinliler konuşuyor doğru burda konuştuklarını ben bilmiyorum ama
H: siz konuşmuyo musunuz G: hayır ben de hemşinliyim A: siz de hemşinlisiniz ama hemşin dili konuşmuyo musunuz
G: öyle bi dil yok
 H: var nası yok biz konuşuyoruz
G: bi konuşun bakalım aranızda bi
A: inç kenes inç beses
H: (...)
A: siz burda sobaya ne diyosunuz
G: pilita
A: pilita mı
G: pilita pilita
H: maşaya maşaya ne diyosunuz
G: maşa
H: başka başka
G: egiş egiş
H: agiş
G: aciş değil eciş eciş
H: biz de aciş diyoruz
A: siz hemşince konuşmaya konuşmaya unutmuşsunuz biz de aciş diyoruz

Örnekte görüldüğü üzere, Kırzıoğlu, Gündüz gibi insanların "bilimsel" bir dil kullanarak yazdıkları bu metinler, Türkiye'de zaten kuruluşundan bu yana süregelen meta-söylemde sürekli varlığını koruyan tekçi, homojenleştiren dil ideolojilerinin yanı sıra Türkiye'de yaşayan insanların fikirlerini etkilemiştir. Bu sebepledir ki, yukarıda gördüğümüz gibi Çamlıhemşin'de ikamet eden G kişisi Hemşince diye bir dil yok der. İnsanların konuştukları dil hakkında ne düşündükleri, bu dile ne şekilde sosyal, manevi, ya da politik anlamlar yüklediği, dilin ediniminde, devamlılığında ve korunmasında etkilidir (Woolard, 1998: 19). Bu nedenle üretilen fikirler ve metinlerin bu konudaki önemi oldukça çoktur. Bu fikirlerle dolu kitaplar ya da metinler eskilerde kaldı diye düşünmek oldukça yanlış olur. Bugün hala bu tür fikirleri sunanlara özellikle facebook, twitter gibi sosyal medya ortamlarında rastlıyoruz. Nitekim, henüz bir kaç yıl önce basılmış bir başka çalışmada yine Hemşincenin dil olmaya yetecek kadar öğesi olmadığı ve bu nedenle de ölü bir dil olduğu ileri sürülmüştür.

Bugün Hopa civarında konuşulan dil, her ne kadar Hemşince diye tanımlansa da, şu anda başlı başına Hemşince diyebileceğimiz bütün öğeleriyle tamam bir dil mevcut değildir (...)Yazı dili olmadığından sözlü ve karma bir dil olarak yaşamaya devam eden Hemşince Hristiyan Hemşinlilerde Ermenicenin, Müslüman Hemşinlilerde ise Türkçenin desteği olmadan konuşulmadığından, bu dile ölü bir dil demek daha doğru olur.                                                                   (Yılmaz, 2012: 42; koyu ifadeler benim vurgum)

Bu dört satırlık alıntıda Yılmaz'ın "dilin öğeleri", "yazı dili", "sözlü dil", "karma dil" ve en sonunda "ölü dil" gibi kelimler kullanması elbette amaçsız değil. Yılmaz da Gündüz gibi dilbilimin terimlerini kullanarak kendi "çalışmasını" bilimsel gösterme çabasındadır demek hiç de yanlış olmaz. Amacı Hemşincenin kendi başına yeterli, kendine özgü kuralları olan bir dil olmaya yetersiz olduğunu göstermektir. Ayrıca "diller yaşayan birer canlılardır" savı artık geçerliğini yitirmiş bir klişedir. Yaşayan dil değil, onu konuşan insanlardır. Evet değişen ve hatta ölen diller var ama son konuşanı ölen dillere ölü dil denir. Hemşincenin bugün hala konuşulduğunu tekrar etmeye gerek yoktur. Ayrıca bir dilin yazı dili olmaması o dilin karma bir olduğu anlamına da gelmez. Tartışmalı olsa da insanların dil kullanmaya başlamaları 100.000 yıl öncesinde başlar. Yazınınsa ortalama 5000 yıllık bir tarihi var. Bu 5000 yıl içerisinde yazıya geçmemiş bir çok dil var. Yazı, dilin devamlılığından çok çoğu yerde insanları kontrol etmeye ve yönetmeye yaramıştır. Yılmaz asıl olarak "karma" ve "ölü" de olsa Hemşincenin Ermenice'ye benzetilme olasılığını ortadan kaldırmak ister. Bu nedenle başka bir yerde "Diğer yandan, bir etnisitenin tanımında dil, olmazsa olmaz bir koşul da değildir" der (Yılmaz, 2012: 9).

Aslında bu son cümle Hemşince nin dil olmadığına, olsa bile yaşadığına kendisini bile ikna edemeyen Yılmaz'ın kaçış yoludur. Çünkü, Hemşince, Hemşinlileri ulus devletlerin kurulmasını meşrulaştıran ve en büyük söylem olan "tek dil, tek millet, tek kültür" bağlantılarıyla beraber Türklerden başka bir etnisite olarak tanımlama olasılığı ve olanağı verir. Yılmaz'ın kitabının önemi artık Hemşincenin varlığının toptan inkarından "karma" veya "ölü" de olsa bir dil olarak varlığına geçilmesidir.

Dil-Milliyet ve Farklı Diller

Yılmaz'ın dediği gibi bir etnisitenin tanımında dil olmazsa olmaz değildir aslında. Ancak Alman romantik filozof Herder'in "milliyet" ve "dili" birbirine bağlayan felsefesini üretmesiyle birlikte dile karşı özcü bakış açıları doğmuş ve dilin homojen ve yaşayan bir organizma olduğu fikirleri yaygınlaşmıştır (Patrick, 2010: 179). Bu felsefe ulus devletlerin homojen bir toplum yaratma çabalarında en büyük ideolojik meşruiyet dayanağı olmuştur. Bu söylem her ne kadar yaratıldığı topraklarda güncelliğini ve popülerliğini yitirse de sömürgelerinden kurtulan ve devletleşen coğrafyalarda ve Türkiye gibi farklılıkları yok sayan ulus devletlerinde hala günceldir. Özellikle de ulus devletlerin yok etmeye ya da asimile etmeye çalıştığı farklı kimlikler açısından önemlidir. Yılmaz bunun önemini kavramıştır. Madem Hemşince nin varlığı inkar edilemiyor, o halde dil-millet eşlemesinde 300 yıl öncesine geri dönülmesi tek çıkış noktasıdır. Tabii ki aynı cümleyi Türkçe ve Türklük arasındaki bağlantı için kursak Yılmaz'ın nasıl bir tepki vereceğini tahmin edebiliriz.

Yukarıda değindiğimiz gibi, son yıllarda Herderci anlayış etkisini ve meşruiyetini biraz da olsa yitirmiş ve ulus devletlerin karşılaştığı en büyük sorun varlıklarını yıllarca inkar ettiği farklı etnik kimlikler ve diller olmuştur. Dünyadan İspanya'daki Basklılar gibi bir çok örnek verilebilir ancak bunun en güzel örneği içinde en az 30 farklı dilin konuşulduğu Türkiye'dir. Dünyada son yıllarda gelişen ekonomik, sosyal ve politik gelişmeler artık ulus devletlerin farklılıkları inkarına olanak vermemektedir. Tam da böyle bir ortamda Hemşincenin dil sınıflandırılmasında alacağı yer bir çok insan ve grup tarafından farklı amaçlarla olsa da çok önemli hale gelmiştir.

Dünyada ilk dil sınıflandırmasını ilk (proto)- milliyetçi Herder'in fikirlerinden etkilenen Friedrich ve August von Schlegel kardeşlerden Friedrich Schlegel 1808' de yayınlanan kitabında yapmıştır.  Schlegel dilleri "organik" ve "mekanik" olarak sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma dillerin yapılarındaki farklar ve de zaman içinde gösterdikleri değişime göre yapılmıştır. Schlegel'e göre Sanskrit, Farsça ve Avrupa dilleri organik dillerdir. Bu diller "bükümlü" dillerdir. Bu diller karşılaştırmalı ve tarihsel analize uygundurlar ve mekanik diller gibi dış etkenler sonucu değişmezler. Öte yandan, Çince, Kıpti diller (antik Mısır dilleri), Bask dili, Amerika’daki yerli dilleri ve Arapça mekanik dillerdir ve eklemelidir. Bu dillerin rastgele bir grameri vardır ve iç mantıkları yoktur (Errington, 2008:73).

Daha sonra von Humboldt 1836'daki çalışmasında dilleri dört sınıfa ayırmıştır. Çince gibi kelimeleri tek öğeden oluşan, Humboltdt'un gramerden yoksun diye tanımladığı ve fikirlerin ifadesinde özü itibariyle kusurlu olan "yalınlayan" (tek heceli) diller; Kuzey Amerika dilleri gibi eklemeli diller; Bask dili gibi çokbireşimli diller ve tabi ki dördüncü kategoride "gelişmenin ve yükselmenin yaşamsal prensiplerini gramatik öğeleriyle kapsayarak en birinci olan Latince, Yunanca ve Sanskritçe gibi bükümlü diller. von Humboldt'un asıl anlamaya çalıştığı önemli soru, dillerin gelişme kat ederek bükümlü diller seviyesine ulaşıp ulaşamayacağı idi. Bu soruyu cevaplamak için ona göre "insanlığın zihinsel gelişmesinin en başarılı şekilde gerçekleştiği" Sanskritçe ve diğer bükümlü diller referans olabilirdi (Errington, 2008:76).

Aynı yıllarda dillerin sınıflandırılması çalışmalarına dillerdeki kökleri ve gramatik öğeleri ayırarak çalışmalara daha bilimsel yaklaştığı öne sürülen Franz Bopp da dilleri grameri olan diller ve organik diller diye ayırmıştır. Bu yaklaşımda da tabii ki Çince en alt sınıfta, iki heceli ve üç ünsüzlü kökleriyle Semitik diller Çinceden biraz daha üst sınıfta yerlerini almışlardır. Bu iki çeşit dilden üstün olarak tek heceleriyle bileşerek gramer edinmiş olan, bugün Hint -Avrupa dilleri diye bildiğimiz diller gelir. Bopp Hint-Avrupa dillerini "bileşenlerinin bir harmoni içinde canlı bir beden görünümü yaratan güzel ve eşsiz birleşimi" olarak tanımlar. Diğer dilleri ise, iç kuralları ve prensipleri olmayan "biçimi bozulmuş" ve "sakatlanmış", tarihin zorlukları karşısında değişime pasif oldukları için direnemeyen diller olarak değerlendirir (Errington, 2008:78).

A. Schleicher  Hint Avrupa dilleri kelimeleri ve gramer yapıları üzerine yaptığı çalışmalarla Bopp'un çalışmalarını yeni kanıtlarla desteklemiştir. Darwin'in Türlerin Kökeni eserinden de etkilenen Schleicher'le birlikte dillerin insanlar gibi biyolojik organizmalar olduğu kanısı, ki dillerin gelişmiş gelişmemiş diye sınıflandırılmasına daha çok olanak tanımıştır, dil çalışmalarına iyice yerleşmiş ve dillerin bir insan ilişkileri terimi olan "akrabalık" terimi ile sınıflandırılması iyice kabul görmeye başlamıştır. Böylece Karşılaştırmalı Dilbilimden Tarihsel Dilbilim dönemine geçilmiş oldu. Bu yaklaşımla beraber, dünyanın bir çok yerinde hem sömürgeci devletlerin uygulamaları sonucu hem de ulus devletlerin inşa süreçleri içinde dillerin yok olmasına "mantıklı" bir açıklama olarak sıklıkla sunulan "evrimini tamamlayamamış zayıf diller yok olur" söylemi bugün dahil olmak üzere uzun yıllar kullanılageldi. Ancak dilin biyolojik bir organizma olarak görülmesi yapısalcı ve post-yapısalcı dönem bilim teorileri ve pratiklerinde kabul görmez ve bu dönemlerde amaç artık çok genel anlamıyla dilin kökenini, akrabasını bulmaktan daha çok ne olduğu, nasıl işlediği gibi dilin doğasını ve yüklendiği işlevleri açıklamaktır.

Son olarak 1860larda Max Müller'in Dilin Bilimi Üzerine Dersler’inde yaptığı dil sınıflandırmasına değinmek istiyorum. Müller de dilleri "yalınlayan diller", "eklemeli diller" ve "bükümlü diller" olarak ayırmıştır. Eklemeli diller için "yaşam tarzlarından dolayı devlet kurmaya uygun olmayan göçebe yağmacılar" tarafından konuşulan Orta Asya'nın "Panturanizm" dillerini örnek göstermiştir. Üçüncü olarak evrimin en yüksek noktasında Semitik ve Aryan dillerinin ait olduğu bükümlü diller bulunmaktadır. Bükümlü diller "yüksek medeniyetlerin" dilleridir (Patrick, 2010:33). Müller Oxford Üniversitesinde hem felsefe hem de dilbilim profesörüydü. Hem Müller hem de daha önceki örneklerdeki kişiler elbette bilim yaptıklarını ileri sürüyorlardı. Bu dilleri sınıflandırırken dillerin yapılarına, seslerine, kelimelerine karşılaştırmalı olarak bakıyorlardı. Ancak örneklerden anlaşılacağı üzere çalışmaları politik amaçlardan yoksun değildi. Kendi konuştukları dilleri her anlamda en gelişmiş, -dili de insan gibi canlı bir organizma olarak gördükleri için- evriminin son noktasında, mükemmel sistemler olarak sunarken, diğerlerini "mantıksız", "sakat", değişmeye ve son olarak da doğal seleksiyon sonucu ölmeye mahkum diller olarak sunmuşlardır. Bu çalışmalar aslında sadece dilleri değil bu dilleri konuşan toplulukları da sınıflandıran çalışmalar olmuştur ve etkileri ilk sunulduklarından bu yana hala devam etmektedir. Macarcanın sınıflandırılma tarihi çok güzel bir örnektir. Macarca için İbraniceden, Sümerce, Farsça, Çince, Hunca, Tatarcaya benzetilmesinin yanında, hiçbir dile benzemediğine kadar farklı sınıflandırmalar yapılmıştır. Daha sonraları Fince ve Estoncaya da benzetilmiştir. En sonunda Fince ve Ural Altay dilleri arasında sınıflandırılmıştır ancak politik görüşleri farklı olan taraflarca sınıflandırılması oldukça uzun yıllar almıştır (Patrick, 2010: 33-37). Tüm bu örneklerden anlaşılacağı üzere tarafsız bilim olmadığı gibi tarafsız bilgi üretimi de yoktur ve dil birçok zaman ve bağlamda farklı anlamlarla ve işlevlerle yüklenmiştir.


Hemşince nasıl bir dil?

Aslında bu yazıda dillerin sınıflandırılmasının tarihine yüzeysel de olsa yazının bütününe oranla uzun uzun değinmemin sebebi Yunus Altunkaya'nın Hemşince yi sınıflandırmak amacıyla yazdığı Hemşince / Hamşesna Kültür Dilbilgisi kitabını okurken, yukarıda hem Kırzıoğlu, Gündüz ve Yılmaz'ın metinlerinde hem de ilk dil sınıflandırması örneklerinde gördüğümüz bakış açılarının etkisini görmemdi. Macarca örneği kadar karmaşık olmamasını dileyerek konuyu Hemşince ye ve Altunkaya'nın 2012 basımlı kitabına getirmek istiyorum.  

Öncelikle yukarıda bahsettiğimiz özellikle sömürge devletlerin kendi dillerinden farklı dilleri ve aslen dilleri konuşan insanları tanımlamada -ki bu insanlar ve diller "geri kalmış", evrimini tamamlamamış", "mantıksız", "zayıf" ve "ölmeye mahkum"durlar - bir çerçeve olarak kullandıkları "diller de tıpkı insanlar gibi canlı organizmadır" söyleminin Altunkaya'nın kitabında oldukça hakim bir söylem olduğunu belirtmek lazım. Bu kitabın her bir satırında Altunkaya 'nın, Hemşinceyi "gelişmemiş", "gelişme sürecini tamamlamamış" bir dil olarak sunduğunu görüyoruz. Kitabın henüz girişinde, Altunkaya, Hemşince için aşağıdaki sunumu yapar:

Toplumun kapalı halde yaşaması nedeniyle kültür ve dil adeta donmuş halde sessizce varlığını sürdürmüş ve günümüze değin süregelmişti. Buna bağlı olarak dil değişmemiştir. Değişemediği için de gelişememiştir. Bu açıdan bakıldığında Hemşincenin nispeten arkaik bir dil olduğunu söylemek mümkün. Günümüzde ise teknolojide dahil çeşitli faktörlerin etkisiyle Hemşin olgusu evrilerek toplumu da açık toplum haline getirmişti. Bu yüzden, hem dil hem de kültür, büyük ölçüde özgünlüğünü kaybederek yok olma eğilimine girmiştir.
Tüm bunlara karşın bitişken dillerin ortak özelliklerinin çoğu Hemşincede mevcuttur. Önemli konulardan biride Hemşincenin alıntı dil ya da bir lehçe olup olmadığıdır. Bunu belirleyebilmek için öncelikle dilin gramerine bakmak gerekir. Zira alıntı ya da lehçe dillerin grameri kaynak dilin grameriyle uyumlu olması gerekir. Kaldı ki, Hemşincenin grameri hakkında yazılmış bir kaynak yoktur. Aynı zamanda Hemşincenin bitişken bir dil olması onu daha özgün bir dil konumunda tutmaktadır. (Altunkaya, 2012: 9-10; koyu ifadeler benim vurgularım)

Bu sunuşa baktığımızda aslında Altunkaya'nın Hemşincenin ne olduğu konusunda birbirine karışmış fikirlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Hemşince bir dil midir? Çoğu yerde dil diye adlandırsa da aslında Hemşinceye dil olma statüsünü vermiyor Altunkaya. Onun sorduğu soru Hemşince alıntı dil midir yoksa bir lehçe midir? Ancak Altunkaya'nın kitap boyunca en net olduğu şey Hemşincenin "bitişken" (bağlantılı, eklemeli) bir dil olduğu. Diğer bir netlik ise Hemşince nin gelişmemiş bir dil olduğu. Çünkü gelişmişlik her zaman daha gelişmişlerle ve daha az gelişmişlerle kıyaslama gerektiren bir terimdir. Çünkü "gelişmemişlik" Hemşincenin bitişken bir dil olmasını mümkün kılan tek şeydir.

Mesela Hemşince için söylediği diğer bir tabir "özgünlük". Özgünlük gelişmişlik gibi değil. Altunkaya'ya göre Hemşince bazen özgün bazen değil. Altunkaya ilk paragrafta Hemşincenin özgünlüğünü yitirdiğini söylüyor. Ancak hemen devamında Hemşincenin özgün olduğunu söylüyor. Ancak Hemşinceyi özgün kılan tek şey "bitişken" bir dil olması. İlerleyen sayfalarda Altunkaya Hemşincenin yapısal incelemesini neden yaptığını izah ediyor ve Hemşince için aşağıda verilen yorumlarını ekliyor:

Dil bilimsel açıdan gelişim sürecini tamamlamamış ve kendine özgü kuralları bulunan özgün bir dilin varlığı ön plana çıkmaktadır. Bu kurallardan en önemlisi Hemşincenin bitişken bir dil olmasıdır. Bununla birlikte Hemşince gelişme sürecini tamamlamadığı için kelime haznesi sınırlıdır ve bitişken dillerde bulunan ortak özelliklerden bazıları Hemşincede yoktur. (Altunkaya, 2012: 15; koyu ifadeler benim vurgularım)

Altunkaya' nın yaptığı sanırım şöyle bir mantık yürütmesi: Hemşince özgün çünkü bitişken, bitişken çünkü Türkçe bitişken. Türkçe mi? O zaten hep özgün. Hemşincede
bitişken dillerde olan özellikler yok çünkü hemşince "gelişmemiş". Aslında kitabın daha başında Altunkaya'nın Hemşincenin bitişken bir dil olduğuna hiçbir şeye bakmaksızın karar verdiği anlaşılıyor. Yine de Hemşincenin "dil aile"sindeki akraba koltuğuna oturtulması için dilin yapısına bakmak gerektiğini ifade ediyor.

Ancak dillerin sınıflandırılmasıyla ilgilenen bir kişinin açtığı ilk kitapta görebileceği gibi, dilbilgisel yapılarında benzerlik bulunan diller aynı aileye ait olmayabilir. En çok verilen örnek ise İngilizce ve Çince'dir. İngilizcenin dilbilgisel yapısı Çinceye Fransızcaya benzediğinden daha çok benzer. Ama İngilizce ve Fransızca aynı ailedeyken Çince ile akrabalıkları yoktur. Bunu göz ardı etsek ve sadece biçimbilimsel yaklaşsak, yani Hemşincenin akrabalarını sadece dilbilgisel özelliklerine bakarak belirlemeye çalışsak bile bu yaptığımız Altunkaya'nınkine benzer bir çalışma olmazdı. Altunkaya, kendisi de belirttiği üzere Türkçeye bakıyor. Türkçeye benzer özelliklerini bitişken dil olmasına kanıt olarak sunuyor, Türkçede olmayan özellikler içinse Hemşince gelişmemiştir diyor:

(Ural-Altay dillerinin) hepsinde belli derecede ünlü uyumu vardır. Normalde bitişken bir dil olmasına karşın Hemşincede ünlü/ünsüz uyumu yoktur. Ancak Hemşincede bitişken dillerde olduğu gibi kök kelime değişmeden sözcüklerin sonuna yüklenen eklerle sözcüğe yeni anlamlar kazandırılmaktadır (...) Ünlü ve ünsüz uyumunun olmaması Hemşincenin gelişmemiş bir dil olmasıyla izah edilebilir. (Altunkaya, 2012: 19-20; koyu ifadeler benim vurgularım)

Ünlü uyumu gerçekten eklemeli dillerin belki de en önemli özelliklerinden biridir. Ancak ne yazık ki Altunkaya'nın deyimiyle ı-ö-ü ünlü harflerine sahip olmadığı için kelime hazinesi sınırlı olan Hemşince, ünlü uyumu özelliğine sahip olamayarak ve bu nedenlerle gelişmemiş bir dil olarak Altunkaya tarafından bitişken dillerin ta uzaklardan akrabası olma şerefine nail kılınmıştır (Altunkaya 2012: 28). Hemşincenin "gelişmemişliğini" anladığımız bir diğer özelliği ise fiil çekimleridir. Altunkaya'nın da belirttiği gibi bitişken dillerde sözcüklerin sonuna eklenen ekler genellikle kökte bir değişikliğe sebep olmaz. Aslında her şeyi ekler yapar diyebiliriz. Altunkaya Ural-Altay bitişken dillerinin özelliklerini Hemşince ile karşılaştırırken, Ural-Altay dillerinde "Fiil şekilleri zengindir. Hemşince gelişmemiş bir dil olduğundan fiil çekimleri zengin değildir" diyor ve Hemşince yine gelişmemişliğiyle sınıfta kalıyor (Altunkaya, 2012: 21). Oysa fiil çekimleri özelliğiyle Hemşince tipik Hint- Avrupa dilleri özelliğine sahip.

Hemşincenin geleceği

Görüldüğü gibi Altunkaya'nın bakış açısı dilleri biyolojik bir organ olarak gören ve şimdiye kadar Avrupa merkezli bakış açısıyla kendilerinden olmayan dilleri geri kalmış ötekiler olarak sınıflandırmaya olanak tanıyan "bilimsel" teorilerden besleniyor. Bu yazının başından beri karşımıza çıkan çok karamsar bir tablo gibi görünebilir. Bilimin ve bilginin üretilen bir değer olduğu ve ekonomik, sosyal ve siyasal duruşlardan beslendiği bir gerçek. Ancak buna rağmen bizi hakikate ulaştıracak bilgi ya da bilgi üretimi mümkün. Elbette Hemşin tarihi, kültürü ve dili ile ilgili çalışmalar yapacağız ve bilimin şimdiye kadar bize sunduğu yöntem ve araçlardan yararlanacağız. Fakat bunun nasıl olacağı çok önemli.

Belki yapacağımız çalışmalarda tepeden inme, tek yazarlı, standartlaştıran, ötekileştiren, eksilten ve yanlış ama bilimsel kabul gören teorilerden beslenen çalışma yöntemlerinden uzak durmalıyız. Hemşincenin devamlılığını sağlayacak şey yazılı bir dilbilgisi kitabı olması değildir, hangi aileye ait olmasının bilinmesi ya da Hemşinliler arasında genel geçer olan bir alfabesinin olması değildir. Kukom ya da kukam denildiğinde konuşma dilinde ve anlaşmada sorun yaratmayan farklılıklar neden yazıda yaratsın ki? Tsaxut kelimesindeki ts sesi için alfabede çiçek resmi kullansak mesela. Bu Hemşinliler arasında neye tekabül ettiği bilindiği sürece sorun yaratmayacaktır. Bir dilin devamlılığını derlemeler yapmak da sağlamayacaktır. Bu ancak müzelerin işine yarar.

Hemşince şu anda sahip olduğu iç farklılıklarıyla kullanılarak korunabilir ve gelecek kuşaklara aktarılabilir. Belki çocukları yine momilere teslim ederek korunabilir. Bunu yapamıyorsak belki Momileri sınıflara getirebiliriz. Belki yazdığımız günlüklerimizi ve makalelerimizi, tuttuğumuz notları elimizde var olan sembollerle de olsa Hemşince yazmaya başlarsak korunabilir. Belki bir dil Meluses gibi bugünün yeni şarkılarını Hemşince yazarak ve söyleyerek canlandırılabilir ve en önemlisi o dile bakış açısını değiştirerek canlandırılabilir. Hemşince, Hemşinliler arasında bile "kelimesi sınırlı", "köylü", "grameri olmayan", "dedikodu dili" gibi sıfatlarla tarif ediliyor ve hatta güzel Türkçe konuşmaya engel bir dil olarak görülüyor. Hemşincenin devamlılığı ve korunması dilbilgisi kitabının ve aile akrabalarının bulunmasından ziyade biraz da bu sıfatların yerini başka sıfatlara bırakmasıyla mümkün.

En önemlisi, çalışacağımız şey dil ise dilin kullanımına ve dili kullanan insanlara dönmeliyiz yüzümüzü. Dillerin gramer kurallarını bulmak için aslında konuşanlarının belki bilinçsizce bildiği ve her bir cümleyi kurmak için kullandığı kurallara bakmamız lazım. Bir dilin grameri yok demek o dil hiç konuşulmuyor, konuşulmamış demektir. Hemşincenin grameri var ve konuşanlarının dillerinin ucunda. Belki momilerle beraber, Gor ile, kolektif ürünler çıkarmalıyız meydana. Böyle bir çalışmanın örgütlenmesi ve inşası daha uzun zaman gerektirebilir. Ancak uzun ve meşakkatli yollar izlemek her durumda Hemşincenin bugünkü durumda olmasına, yani kullanım alanlarının iyice yok olması ve çocukların Hemşince konuşamamasına sebep olmuş süreçlerde kullanılan yöntemlerin ve "bilgilerin" aynısını takip ederek dile ve konuşanlarına vereceğimiz zarardan daha az olur. Bu yolun ajandasını belirleyecek olan yine Hemşinlilerdir.

Gelecek sayıda Hemşincenin her dilbilimciyi heyecanlandıracak kadar "gelişmemiş" olan biçimbilgisel özelliklerine yer vereceğiz.

Neşe Kaya 
Gor Dergisi Sayı 3 Sonbahar 2015


Kaynakça

Ahearn, L.M., (2012). Living Language: An Introduction to Linguistic Anthropology. Wiley Blackwell A John Wiley & Sons, Ltd., Publication.

Altunkaya, Y., (2012). Hemşince Hamşesna: Kültür Dilbilgisi. Chiviyazıları, İstanbul.

Errington, J. (2008). Linguistics in a Colonial World: A study of Language, Meaning, and Power . Malden, MA: Blackwell.

Fromkin, V., Rodman, R. & Hyams, N. (2007). An Introduction to Language (8th edition), Wadsworth, Cengage Learning: Boston, USA.

Gündüz, A., (2002). Hemşinliler: Dil Tarih Kültür. Ankara: Yeni Gözde Matbaası.

Irvine, J. T., &and Gal, S. (2000). Language Ideology and Linguistic Differentiation. In P. V. Kroskrity, (Ed.), Regimes of Language: Ideologies, polities and identities. Santa Fe: School of American Research Press.

Kırzıoğlu, M. F., (1974) “Eski Oğuz (Arsaklı-Part) Kalıntısı Hemşinliler”, Hemşin Dergisi, Yıl:13, S. 8, İstanbul 1974, s. 77-78
Patrick, D., (2010) Language Dominance and Minorization. In Jaspers, J., (ed.) Language Use and Society (Handbook of Pragmatics Highlights). Pp 176-188. Amsterdam/Philadelphia: John Benjamins.

Yılmaz, Ş. (2012). Hemşinlilerin ve Hemşinli Ermenierin (Hayların) Kökeni. Payda Yayıncılık.

Woolard, K. A. (1998). "Introduction: Language Ideology as a Field of Inquiry" in
Schieffelin, Bambi B., Woolard, K., Kroskrity, P. (Eds). Langugae Ideologies: Practice

and Theory. NY: Oxford Univ. Press.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder