Abdullo’nun Mehmet 2004 yılında 95 yaşında idi ve köyümüzün
en yaşlı insanıydı. Yüz yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen elinde
baltasıyla ağaçlara çıkıp dalları budayabilecek kadar sağlıklı ve güçlüydü.
Dedemle aynı kuşaktandı fakat o Karadeniz erkeklerinin aksine gurbete hiç
çıkmamış, köyüne sonuna kadar sadık kalmıştı. Bu benim için çok kıymetli ve
heyecan verici idi. 95 yıl boyunca Hahonç’ta neler olup bitmişse işte bu adam
onları ya gözleri ile görmüş ya da olaylara bir şekilde tanıklık etmişti. Bu
neredeyse bütün 20. yüzyıldı. Onunla sohbet etmek bütün o “kayıp giden”
zamandan bir şeyler yakalamak anlamına geliyordu. Hatta onunla daha da eskilere
gidecektim; 1800’lü yıllarda doğmuş insanların çocuğuydu o. Onları dünya
gözüyle görmüş, anlattıkları hikayeleri dinlemiş, onlarla yaylalara çıkmış,
türküler söylemişti.
Bu ilk -ve ne yazık ki son- sohbetimizde Mehmet Dede’nin
sıra dışı kişiliği hemen dikkatimi çekmişti. Hareketlerindeki yavaşlık ve
zarafet, ses tonundaki vakar ve telkin gücü ile üzerimde derin bir etki
yarattı. Sözlerindeki büyüyü yakaladığımda Mehmet Dede’yi sık sık ziyaret etmem
gerektiğini düşünmüştüm. Hatta her söylediği sözü kayıt etmem, filme almam gerekirdi.
Bu ziyaretimde Mehmet Dede’nin yanına küçük bir kayıt cihazıyla gitmiştim. İyi
ki yanıma almışım bu cihazı, tam 45 dakikalık bir kayıt var elimde bugün. Ne
yazık ki hepsi bu! Mehmet Dede’nin başka hiçbir ses kaydına sahip değilim.
Çocuklarının ve torunlarının elinde ise hiçbir şey yoktu. 2006 yılında “meçhule
kalkan o gemi” kendisini aramızdan alıp götürmüştü. Çok üzgündüm. Öte yandan
derinlemesine düşündüğümde şunu fark ediyorum: Mehmet Dede bu 45 dakikaya hemen
her şeyi sığdırmış gibiydi, söyleyebileceği her şeyi söylemişti adeta. Evet, fazla
söze gerek yoktu belki de, kendi sözleriyle; “U kada sormağa lüzum yok!”. İşte
bu kayıttan derlediğim bazı pasajlar;
U kada sormağa lüzum
yok!
Köylülerimizin nerelerden göç ederek Hahonç’a gelip
yerleştiğini, evlerin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığını teker teker
Mehmet Dede’ye soruyordum. Bazılarını hatırlayamıyordu. Düşünmek için zaman
istiyordu;
dur bi bakeyim unler nerden gelmişle ecebe?
Melekom’den mi? yoksa Kardomoz’den mi?
aşağiden bi yerden gelmişle oma nerden?’
Hatırlayamadığında
daha genel konuşmayı tercih ediyor ve şunları söylüyordu;
u
kada sormağa luzum yok!
hep haboyle bi yerden tek tek
adomle gelurdi.
başlardile ev yapmağa.
bi kari alurdiler onladun mi sen,
sora uşakleyi olurdi..
işte hep böyle artmiş gitmişle …
Mehmet
Dede o ölen arkadaşları ve tanıdıkları hakkında da ayrıntıları merak etmemi
yadırgıyordu. Çünkü onların hepsi de artık ‘geçup
gitmişti’. Yine de soruma nezaketen kısa bir yanıt vermeyi ihmal etmedi;
u yetumleri aldi geturdi buriye
bunlerin nesli mesli hiç bişesi yoğ idi
bunlere bi ev yapti karşuye
kimini everdi, kimini gurbete
yolladi
işte unler de oyle artti gittile
u kada sormağa luzum yok,
hepisi da elmiş geçmiş gitmişle.
Külfetum meydone
kalur deyine korkarmış!
Mehmet Dede’nin eşi ‘Hedice
beyukona’, kulakları ağır işiten fakat nelerden bahsedildiğini hemen
anlayan, mahzun bir yüz ifadesi ile bizi dinleyen Mehmet Dede’nin çocukluğunda
başından geçen bir olayı şu şekilde hikaye ediyor. (Bu olay Seferberlik
yıllarında Mehmet Dede’nin babasının askere gidişi hakkındadır)
onasi buğa onlaturmiş, bu babasini
tonimaz bilmez, ufağimiş.
habu altiyoni puğar varimiş ipti
yol unden geçermiş
babasi buni almiş
kucağine inmiş u puğarun yonine, onasine donmiş demiş ki;
“eger elur da gelmasom bizum
Muhommedi al!”
külfetum meydone
kalur deyine korkarmiş.
oyle ki demiş, onasi çok kizmiş,
inmiş aşağa uşaği kucağinden almiş
buğa bağermiş demiş ki;
“ben ne eder ederom sen karişma!”
sora, babasini erkadaşleyi almiş
göturmişle.
(altiyoni: alt tarafta, puğar:pınar, ipti:önceden,
unden:oradan, deyine:diye)
Benum babom buriye
kari maline gelmiş!
Mehmet Dede babasının, aşağıda ‘kari’ diye sözünü ettiği annesini kaçırma hikayesini, babasının iç
güveyi olarak annesinin evine -yani ‘kari maline’- gelişini ve daha
sonra gelişen olayları şöyle anlatıyor;
babom ki kariyi çekti
goturdi onladun mi sen,
Ğazarli’den ayreldi
geçti bu tarafe kari maline.
benum babom buriye
kari maline gelmiş.
geçti kari maline ebi
uşakler kaldi karşuye.
benden başka bi
kardaşum daha var idi, demin gelen unun uşaği idi.
seferbirluk
zomonleyine babom gitti askere, uni uriye vurdile.
biz da buriye iki
kardaş ayrelduk.
ben bunda bi ev
yaptum, u da indi altiyoni bi ev yapti.
(ebi: öbür, uriye: orada, altiyoni: alt
tarafta)
Habu ustine bi
kopmak oldi!
Karadeniz bölgesinde sık karşılaşılan sel ve çığ felaketi,
Mehmet Dede’nin hayatında bir dönüm noktası olmuş gibidir. Yeniden bir ev
yapabilmek için çocuklarının büyümesini beklemek zorunda kalmıştır. Bu zor
günlerin hüznü ses tonunda birikmiş gibiydi, yine de ‘rindane’ diyebileceğimiz
bir kayıtsızlık ve ‘rıza’ duygularıyla sakince şunları söyledi;
habu ustine bi kopmak
oldi
çeğ geldi, u eski evi aldi da
habu çeyirden aşağa
kater, mater, seğer
vurdi
goturdi indurdi deriye!
kardaşum
İstonbol’eydi, parayi benden sakladi
ben buriye yalağuz
çaliştum
uşakle yeriştile da,
bile bi kestone evi yaptuk dört ay suresine
(yeriştile: yetiştiler, büyüdüler, çeğ: çığ)
Muslimonluk gitti!
Oldukça muhafazakar bir aileden gelen Mehmet Dede’nin din
hakkındaki görüşleri gayet açık ve yalındı;
sora ha u gavurler ki
habu televizyoni çikardile verdile Turkiye’ye
milletun başi nemazle
hoş değil.
u televizyone nase ki
beynemaz adomler
beynemaz kariler
gider gelurler
bunler da dondiler unlere!
bu televizyonlere
bakonler nemaz kelar mi?
kelmaz
çocuklerde uğa bakar,
ne kitap açarler ne bişe.
muslimonluk gitti..
(beynemaz: namaz kılmayan, uğa: ona)
Ben yedurdum buni bu
da şimdi bizi yedurdi!
Mehmet Dede bir gün Hahonç’ta bir yabancının, kimsenin
görmediği bir yerde otların üzerinde baygın bir halde uzandığını görür. Üç dört
gündür yemek yemeyen açlıktan nerdeyse ölmek üzere olan adamı alır, evine
götürür, karnını doyurur, yanına da yetecek kadar yiyecek vererek yabancıyı
uğurlar. Yıllar sonra bu (Erzurum) İspir’li adamla zor bir gününde, kuzeni
Peçon İsmail ve arkadaşı Mağlenlerun İbrehim ile birlikte İspir dönüşünde tekrar
karşılaşacaktır;
İspir’den gelmakte
baktum ki biri mal ile gideyi.
uşakle da açlukten
yikeleyi!
beni gördi da dedi
ki;
sen
bağa aşağade etmek veren adom değil misen?
benim, dedum.
gel gel dedi, gel
dedi, nere gidersen gel dedi
yeylem habu yonedu.
Bekle, şimdi gelurom dedi
malleri surdi pere,
karile koyinleri sağdiler.
aldile torbaleri,
yoğurdi, etmeği, kaşuği, sahanı geturdule bizi yedurdile.
uşakle dedile ki;
oyy Allah senden razi olsun! bu
nerden geldi buriye da yedurdi bizi!
ben da dedum ki;
ee yedurdi işte.. ben yedurdum
buni bu da şimdi bizi yedurdi!
(etmek: ekmek, per: etrafı taştan duvarlarla çevrili üstü
açık koyun ağılı)
Etmeği daima yedur!
Mehmet Dede, İspirli adamla ilgili hikayesini anlattıktan
sonra yerinden kıpırdadı, hafiften öne doğru eğildi, bütün gücünü toplamaya
çalıştı, sesini bir perde daha yükseltti -bu kadar etkileyici ses tonuna
rastladığımı hatırlamıyorum- ve sözcükleri teker teker vurgulayarak aşağıdaki
cümleleri kurdu. Bu sözler Karadeniz Ortaçağı’nın derinliklerinden süzülerek
gelen son sözler gibi geldi bana.
Bir
vasiyet dinler gibi can kulağı ile dinledim;
etmek hiç bi zomon
boşe gitmez
etmeği daima yedur!
eyuluği dereye atma
eyuluği koltuğunun dibine
sakla
kemluk hiçbir yere
durmaz
kemluk dolaşur adom
göturur
faket eyuluk adomi
geturur
(kemluk:kötülük)
Bu
kadar. Aslında her şey işte bu kadar basitti; “U kada sormağa lüzum yoğ idi”. Bu sözleri söyledikten sonra
arkasına yaslandı, söyleyebileceği en önemli sözleri söylemiş olmanın verdiği
iç erincini yansıtan bir yüz ifadesiyle yüzüme sevgiyle baktı, tekrar gevşedi ve
beyaz sakalları yumuşadı.
Allah kazalerinden
belalerinden korusun sizi!
Yaklaşık bir saatlik sohbetimiz sona erdiğinde, evden
ayrılmak üzere ayağa kalktık, yavaş yavaş kapıya doğru yürürken bize dualar
okumaya başladı, bu kadar bol dualı ve uzun süren bir vedalaşma sahnesi
hatırlamıyorum. Bir ayin gibiydi. İlk gelen cümleye herhalde değme sufilerin
hikmetli sözlerinde rastlanmazdı;
Allah kazalerinden
belalerinden korusun sizi
Allah yardumçinuz
olsun
Allah selomet versun
Allah heyirli
yolçilukler nesib etsun
Güle güle, Allah
yolunuzi açuk etsun, Allaha emonet olun
Bütün
bu dualarına birden bire ara verip, ayakta olduğu yerde kıpırdamadan durdu,
dikkatlerin üzerinde yoğunlaştığını fark ettiğinde, 40 ve 50 yaşlarındaki iki
yetişkin adama son bir nasihatte bulunma ihtiyacı hissetti;
nere giderson git
Eğuzü billahi mine’ş
şeytani’r recim bismillahirrahmenirrahim
de, yuru!
melekler peşuna gelsun
insonun sağine bi
melek var, soline de bi tone melek var
ağzunden çikon ne
varisa bu melekler yazar
biri sevapleri yazar
biri da günahleri
u melekler uriyedur
haboyle sontim kaçurmazle
günahuni yazar biri,
sevabuni da yazar ebiri
hiç bi tone
kaçurmazle!
Yevm-i Kiyamette
Eyyy allahun kuli
kalk, kalk bakalum kalk! deyecekler
U yon ki yalonçi
dunyeye ne ettun ver cevabuni bakalum deyecekler!
Ne deyeceksen?
Ne deyeceksen!
Yarun ayna gibi
gelurler oğuna.
Ey Allahun kuli kalk,
kalk ver ifadeni bakalum!
Nere giderson git!
‘Eğuzü billahi mine’ş şeytani’r
recim Bismillahirrahmenirrahim’
De, yuru!
(uriyedur: ordadır, u yon ki: o yandaki,o
tarftaki, oğuna: önüne)
Mehmet
Dede’nin uğurlamasındaki içtenliği, sevgiyi unutmak mümkün değil. Bu onu son
görüşüm oldu. 2006 yılında İstanbul’da Mehmet Dede’nin ölüm haberini aldım. Bu
yıl HES projelerinin de köyümüze giriş yılıydı. O köyünün bu projelerle tahrip
edildiğini görmeden aramızdan ayrılmıştı. Karadeniz köyleri ve yaylalarının son
güzel günlerini uzun uzun doyasıya yaşamış tadını çıkarmıştı. İşlerin giderek
kasvetli bir hal aldığını da hissetmiş olmalıydı.
……
Mehmet
Dede’yi son görüşümden üç yıl sonra eşi ‘Hedice
beyukonayi’ yaylada gördüm. Aralarında Yakupoğli Fatime’nin de bulunduğu son
birkaç yaşlı ‘yeyleci’ arkadaşı ile
Eğnaçor’a gelmişti ama halinden anlaşıldığı kadarıyla kendini yalnız
hissediyordu. Keyifsizdi, pek neşesi yoktu. Kızı köyde iken hemen hemen her gün
kocasının -evlerine çok yakın olan- mezarına gidip Kuran okuduğu söyleniyordu.
Köyümüzün
yaşlılarından biri olan Huso emiceye (d.1926) Abdullo’nun Hedice hakkında bazı
sorular sorduğumda o da lafı uzatmadı ve aşağıdaki çarpıcı sözleri peş peşe
sıraladı …
Verdile uni u uşağa, unun da yemağa etmeği
yok!
dunyede ne dert
varisa u karinun başine gelmiş
karni doymemiş
ustine ne elbise
var ne bişe
verdile uni u
uşağa, unun da yemağa etmeği yok
oyle fukara oyle perişon ..
bi suri uşak ekti toktile aşağa!
hepisi
da beyindi geldi meydone
demak ki Allah
bu dunyiye geturdi mi rizkuni da vereyi,
azda olsa..
İsmail Akyıldız
Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder