Moskova’da bu ilkbaharda, ‘Hemşin Diasporası’nın,
temsiliyetler üzerinden olmadığı için ‘gayri resmi’ buluşması sırasında çok
kişiyle sahici ve kalıcı etkileri olan temaslarımız oldu. Toplantılarımıza
Rusya’dan (Moskova ve Soçi’den) katılan Hemşinliler, Abhazya’dan gelenler ve
Ermenistan’dan gelen Hamşenahaylar katıldı. Bazen 500 kişiyi bulan
etkinliklerimiz de oldu. Türkiye’den Batı Hemşin coğrafyasından
anadillerini bilemeyen iki kişi olarak biz de katıldık. Markos Kösyan’la
sohbetimizi, Hemşin belgeseli ve
kitabının tanıtımı için Moskova’ya gittiğimiz hocamız, Lusine Sahakyan çevirdi.
Adnan Genç,
yazdı.
Soçi’den gelen ve etkinliklerin
oluşumuna çok ciddi katkı sunan işadamı Markos Kösyan (Antonius) ile bir sohbet
yaptık. Hemşinlilik; aidiyet, yaşadıkları bölgeleri, gelişlerinin öyküsünü ve
var olma gayretlerini konuştuk. Tabii, Hemşinliler olarak bundan sonra nasıl
işbirliği yapmak gerekir, bu konularda da sohbetimiz oldu.
İşadamı Kösyan, aynı zamanda yaşları
3-7 arasında değişen 100 kadar çocuğa hizmet veren bir de okul öncesi eğitim
kurumunun sahibi. Soçi’ yi de kısaca yazalım, haritada bulursunuz: Rusya
Federasyonu’na bağlı ve Doğu Karadeniz sınırımıza çok yakın bir sahil kenti.
Hemşinliler hayli yoğun olarak bu kentte yaşıyor ve yüksek düzeyli kamu
görevleri de var. Soçi’ye sınırı olan Abhazya’da da aynı şekilde. Örneğin, Abhazya Başbakan
1. Yardımcısı bir Hemşinli.
Hemşinli diyoruz, yadırganmasın.
Bazıları 150 yıl kadar önce, bazıları tehcir –yazarınız soykırım demeyi tercih
ediyor- sırasında göç etmek durumunda kalmış ve yakın coğrafyada değişik noktalarda
yaşamaya çalışmışlar. Üstelik defalarca da göç etmek zorunda kalarak… Hemşinliyiz
demekten gurur duyuyor arkadaşlarımız. Aynı kültürün insanları olmaktan ve bunu
belirtmekten özel bir gurur duyuyorlar. Etimolojik ve etnografik açılardan
benzer yanlarımız da çok. Dilimiz benziyor elbette; yediğimiz ve içtiklerimiz
de yakınlık gösteriyor. Eğlence dünyamızda da benzerlikler çok.
140
Yıl Önce, Göç Başlıyor…
Markos Kösyan’ı dinleyelim; “1875’de
baba tarafından dedemin annesi ve babası Abhazya’da birbirlerini buluyor.
Dedemin babası, Samsun (Canik) Çarşamba’dan göç ediyor ve Rusya’ya bağlı bu
bölgeye gidiyor. O zamanlar henüz Gürcistan yok. Yanlarında altın da var
(burada gülüyor ve bizim evde yok valla, diyor). Abhazya’da ticaret yapıyorlar.
Samsun’daki gibi tütün ve meğr (bal) ticareti. Samsun’da lazut (mısır) da alıp
satarlarmış ama vergi yükü ve bağlı baskılar nedeniyle Abhazya’da Metsara adlı (Mets
Vadisi’ndeki) köye yerleşiyorlar. Köyde tütün ve bal dışında, çiftçilik,
hayvancılık ve demircilik de yapılıyormuş. Köy büyüyence kilise yapılmış ve
1915 sonrasında göç de alınca, kurulan okuldaki öğrenci sayısı 600 civarına
gelmiş. Kendilerine HamşetsiHay demeye başlamışlar. Hemen dedemin annesini de
anlatayım: Onlar da eşzamanlı olarak Samsun’dan bu bölgeye gelmiş. Hayguş (14
yaşında) ailesiyle birlikte ve tabii yürüyerek doğuya doğru yöneliyor. Annesini
ve bir kardeşini yolda yitiriyor. Bir haftalık yürüyüşleri sırasında annesinin
köpekler tarafından parçalandığını duyuyor ve geri geliyorlar. Elbiselerinden
annelerini teşhis ediyor. Köyünde kimse kalmamış ve yakınlardaki bir köye,
akrabalarının yanına gidiyor. Markos Avcıtsi (50 yaşında) isimli birinin yanına
yerleşiyorlar. Çocuk yaştaki genç kızı, evine alan Markos’un bir oğlu Abhazya’da
ama diğer oğlundan haber yok. Hayguş bu evde ve bu adamla 17 yaşına geldiği
sırada evleniyor. Tekrar göç başlıyor. Yanında kalan bir kız kardeşi, evli
olduğu adamla birlikte Bulgaristan’a yöneliyor. Kendileri de yeniden Abhazya
yoluna… Kız kardeşi “boşan ve bizimle gel” diyor ama bebeği de var. Gemiye
biniyorlar bu kez. Hayguş, bebeğini denize düşürüyor ve onu kaybediyor.
Abhazya’da Pitsunda bölgesine gidiyorlar. Köy bile denemeyecek bir yerde; nemli
ortamda yaşamak durumunda kalıyorlar bir süre. Bir çiftçinin yanına
sığınıyorlar ve onun yanında çalışmaya başlıyorlar. Hayguş Yaya (nene) daha
sonra iki erkek çocuk daha yapıyor ama onlar da büyüyemeden ölüyor. Sonra 3 kız
bebek yapıyor. Bu arada çileli baba Markos ölüyor. Bu kız bebeklerden biri
benim annem…”
“Stalin
Zamanında da Zulüm Görüyoruz”
“1930-40 yılları arasında bu köyde
yaşıyorlar. Stalin zamanındayız ve burada da vergi ve benzeri güçlüklerle karşı
karşıyayız. Hatta 2. Dünya Savaşı’na aileden 6 erkek gidiyor ve ancak biri sağ
dönebiliyor. Ben de Metsara’da doğdum. Köyde ilköğretim gördüm ve sonrasında
Yerevan’a elektromekanik (teknik teknikum) okuluna gittim. Dönüşte Soçi’ye
geldim. Nenemin zaman zaman titreyerek ve ağlayarak anlattığı göç öyküsünü
dinlerdim. Hemşinlilik meselesi o zaman ilgimi çekmeye başladı. Zaten zamanında
Hemşin coğrafyasından Çarşamba’ya göç etmişiz ama nedenlerini bilemiyorum.
Geçim derdidir daha çok… Kendimi öncelikle Hemşinli sayıyorum. Ve bir gün hem
Canik’e hem de Hemşin’e gezmeye gitmeyi düşünüyorum. Soçi’de bir dernek var;
Hemşinli Yaşlılar Derneği. Kültürümüzü öğrenme ve yerleştirme çalışmaları
yapıyoruz burada. Etnografik araştırmalar yapıyoruz. Belki bilmezsiniz, bizde
tulum 1960’lara kadar vardı ama şimdi kemençe kullanıyoruz. Tuluma bargabuzk
(bezbezik) deriz. Torba yani… Oğlak postundan yapılırdı.”
Etnografik
İşaretler, Benzerlikler…
“7 tür horon biliriz. Titreme adı
verilen çok tempolu bir oyunumuz var ki, çok sevilir. Karalahana çorbasını biz
de biliriz. Muhlama, turşu kavurma, anuş (sütlaç) ve kavurma yaparız. Sağım
öncesi ineklere biz de tuz yalatırız. Getaman deriz, güğüm deriz, karayemişi
biliriz, arci (yaban fındığı) çoktur bizde. Hemşin kültürüne katkımız çoktur. Hemşinli
köylerimize yardım ederiz. Öğretmenlerimize maaş katkımız olur. Abhazya’da
haftalık Hemşin Gazetesi vardır; Soçi’de 15 günlük ‘Sar Soçi’ isimli dergimiz
vardır”
Markos Kösyan (Antonius) ile
sohbetimizi Moskova’daki Hemşinli kardeşlerimiz bölüyor. Bir de dergi yapan
gençlerle, Moskova’daki Hemşinliler’in sosyo-kültürel yaşamları üzerine
konuşuyoruz. Bu arada Hemşinli sanatçılarımızın tamamını iyi biliyorlar ve
seviyorlar. Vova’yı biliyorlar. Kâzım Koyuncu’nun adı geçince, hepsi bir toparlanıyor
ve “O’na hayranız” diyorlar. Biraz da dergicilik üzerine konuştuk. Meğer bir
yazımı almış ve bir sayılarına koymuşlar. “Hani benim dergim” diye çıkışınca,
şaşırdılar. Konuk yazarlarını karşılarında bulmuşlardı.
Hemşinliler bu buluşmadan karşılıklı
olarak çok heyecan duydular ve umut beslediler yarınlar için. Muhtemelen ilk
yapılacak iş çok dilli bir web sayfası. Yeni buluşmalarda görüşmek üzere…
Fotografaltı:
Markos Kösyan, fotografta, ayakta sol arkadaki kişi.
Adnan Genç
Gor Dergisi Sayı 3 Sonbahar 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder