Haçapit köyünün sonradan radar kurulan tepesinin altında kalan mahalle, Toşioğlu İbrahim’in kök saldığı mahalledir. Onu önemli yapan şey şair kişiliğidir. Bu özelliği, onu çevresindeki yüzlerce kişiden ayırır. Çünkü hemen herkes aynı gurbete çıkmakta, aynı yokluğu çekmekte aynı hayatı yaşamakta ve aynı kaygıları taşımaktadır belki ama, tüm bunları hicivli dörtlüklere dökebilmek farklılaştırmaya yetiyor insanı.
Süleyman ve
Hanife oğlu Toşi İbrahim, nüfus kayıtlarına göre 1283’te (Miladi: 1865)
doğmuş, ölümü ise 1942’dir. Anne ve
babasını kaybettiğinde çocuktur. 12 yaşında Rusya gurbetliğine gittiğine göre, bu
yaş civarında öksüz ve yetim kaldığı anlaşılıyor. Büyük ihtimalle, bir yakını
onu beraberinde götürmüştür. Rusya’da uzun yıllar kalan İbrahim, orada iyi
derecede Rusça ve Gürcüce öğrenmiştir. Rusya’ya giden Hemşinlilerin çoğu ya
fırıncılık ya da lokantacılık yapmış, İbrahim’in mesleği de fırıncılıktır.
Büyük oranda yöre
folkloru içinde yoğrulup o kültürün yeniden yoğrulmasına katkı sunan eski
insanlarımız hakkında yeterince kaynak yoktur.
Toşi İbrahim
hakkında bilinen kimi dörtlüklerden haberdar olabildiysek, onları bir hatıra
defterine yazıp saklayan Şemun Godri, Rifat Godri ve o defteri bundan elli sene
önce okuyan Cevat Haberal sayesinde olabilmişizdir. Cevat Abi o defteri
karıştırdığı yıllarda İÜ Edebiyat Fakültesi öğrencisidir.
Birinci Dünya savaşı çıktıktan sonra sınır dışı
edilen Türkiye (Osmanlı) vatandaşları arasında İbrahim de vardır. Savaş
yıllarında Rus askeri birliklerinin Doğu Karadeniz sahillerine inip Hopa,
Artvin, Pazar, Rize ve Trabzon’u denetim altına aldıktan sonra Tirebolu’ya
dayandığı günlerde, Toşi İbrahim Pazar’da bulunuyordu. Rusların bu ilerleyişi
sırasında Toşi, Pazar’ın Kalecik (Sivrikale) önlerinde dolaşan bir Rus
kruvazörüne karşı küfürler edip halkı galeyana getirdiği için Kalecik
kıyılarının şiddetli bir top atışına tutulduğu, Toşi’nin ise bu olaydan sonra Ruslara
karşı çetecilik yapan milislerle katıldığı anlatılır. Rus askerlerinin çıkmaya
karar verdikleri her kıyıyı önce denizden top ateşiyle dövdüğü, sahilde
yaşayanlara bu şekilde gözdağı ve korku saldıktan sonra karşı ateş yoksa sahile
çıkmayı tercih ettiği söylenmektedir.
O yıllarda Toşi 25 yaş civarındadır. 2 yıl süren bu
işgal için Rusların Doğu Karadeniz’de tutunamayıp çekilmek zorunda kaldığı
anlatılsa da; çekilmenin temel sebebi, Çarlığı (Romanof hanedanlığını) yıkan
Bolşevik devrim hareketidir. Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu çıkarlarına
dokunmama (kabul etme) karşılığında kendilerine tanınan bir “hak” olarak
Karadeniz kıyılarını işgale girişmişlerdi.
İşgale karşı topyekun bir direniş olmasa da, yerelde
örgütlenen bazı çete birliklerinin varlığından söz edebiliriz. Bu çete üyelerinin
çoğu, işgalden önce zaten eşkiyalık yapmak üzere silahlanmış, işgal ile
birlikte Ruslara karşı çeteciliğe başlamışlardı. Zaten o yıllarda bölgede
direniş gösterecek yeterli sayıda asker yoktu.
Haçapit köyündeki ilk gençlik yıllarımda; köye
gelen Rus askerlerinin bir an önce evine dönmek isteyen gönülsüz gezginler gibi
dolaştıkları ve hatta bir askerin evde ateş kenarında yatan yaşlı kadına hastalığını
sorup “vah vah” ettiğini, yaşlı kadının ise “öyle bir vah çekti ki, kendi evimden kimse
bana böyle vahlanmamıştı” dediğini anlatan bir anıyı dinlemiştim. Rusların
bir işgal ordusu gibi değil de, sanki bölgeyi uzun zamandan beri yöneten ve
daha uzun zaman yönetecek bir devlet gibi davrandıkları anlatılır. Kimi yerde
altyapı çalışmalarına girişmişler, yol yapmışlar. Öyle ki, yerel halk bu işgalci
askerlere bir süre sonra alışmış.
Bazı nesnelere verilen isimler bile (talika: büyük
maşrapa) Rusçadır ve günümüzde de kullanılır, işgalci askerlerden
öğrenilmiştir. Ruslar kendi askerlerinin yanı sıra yerel halktan çalışabilecek
insanları yol yapımında ve muhtelif işlerde belli bir ücret karşılığı
çalıştırmışlar. Halk zaten fakir ve üstelik muhtaç durumdadır. Ahaliye
yansıyan manzara böyle olsa da, sonuçta yaşanan bir işgaldi ve Ruslar yıkılmakta
olan Osmanlı’dan pay kapmak üzere gelmişlerdi. Ruslar, sivil halkı rahatsız etmeden kalıcı olma
yolunu seçmiş, kimsenin evine zorla girmemiş, bahçesinden izinsiz mandalina bile
koparmamış ve Mart 1918 başlarında buraları terk edip gitmişti. Eskilerin anlatımı bu yöndedir.
Rusların kendi ülkelerinde
patlayan Ekim Devrimi nedeniyle bölgeyi terk edip gitmelerinden yıllar sonra işgal
günleri için anlatılanlara başka hikayeler eklenmiş, kurgular gerçeklere karışmıştır.
Örneğin kimileri; Rus askerlerinin halktan aldıkları tavuk, et, süt, yumurta,
sebze ve yağın parasını peşin ödediklerini halktan dinleyip anlatmış ama bununla
yetinmemiş, Rusların Rize ve ilçelerine yerleştirmeyi düşündükleri Hıristiyan
ahaliye yiyecek sağlamak amacıyla Rusya’dan binlerce domuz yavrusu getirip Rize
dağlarına bıraktığı yönünde hikayeler türetmiş… Yani işgalciler o koşullarda
bile ne domuzluklar düşünmüş (!) Oysa bir ülkeyi işgal etmek yeterince
domuzluktur zaten, başka “domuzluklar”
aramaya gerek yoktur.
Kimi kurgular sonraki
yıllarda ihtiyaç duyulan kahramanlık hikayeleri için, kimi kurgular ise soğuk
savaş döneminin ihtiyaçlarına göre uydurulmuştur büyük ihtimalle.
Haçapit köyünden Cevahir Dil’in de içinde olduğu
birliklerin Rus askerlerini kuşattığı, çete saldırıları sonucu Rusların ağır kayıplar
verdiği, daha sonra yapılan anlaşma gereği ellişer kişilik gruplar halinde
çekilmelerine izin verildiği (yani ‘onlar çekilmedi, biz kovaladık, bizim
inisiyatifimiz dahilinde gelişti her şey’ ) yönünde hikayeler anlatıldı,
biz de dinledik. Ruslar çekilirken ellerindeki silah ve cephaneyi Ermeni
ve Rum çetelere dağıttığı şeklindeki hikayeler de muhtemelen bu türdendir ve o
yıllara denk gelen etnik arındırma politikalarını desteklemek üzere sonradan
üretilmiştir.
Çekilmekte olan Rus birliklerini takip eden Türk
kuvvetleri ile hareket eden İbrahim’in Sohum’a geldiği yönünde bir bilgi var
örneğin… Sonrasında ise, Sohum’da dükkan açarak ticarete başladığı ve 1918
yılında İstanbul’un işgal edilmesinden sonra Sohum’dan Trabzon’a gelip orada
fırıncılığa başladığı ve bir süre sonra Pazar’a gelerek hayatının sonuna kadar
bu işi yaptığı anlatılır.
Sohum’da dükkan açması, oradan Trabzon’a ve Pazar’a
gelip fırıncılığa devam etmesi şüphesiz ki anıların gerçek kısmıdır fakat geri
çekilmekte olan Rus askerleri neden takip edilsin, çekilmekte olan Ruslara neden
ağır kayıplar verdirilsin? Böyle bir aktivite, Sohum’da açılan işyerine nasıl
bir katkı sunmuş olabilir?
Toşi’nin Trabzon
Değirmendere’de değirmencilik yaptığına dair rivayetler de vardır fakat bu,
aşağıdaki dörtlüğe dayanarak yapılan bir yorum gibi durmaktadır. Toşi
hastalandığında onu evinde ziyarete gelen Adil Birben, bir türkünün melodisiyle
ona kapıdan seslenir:
“İbrahim
buradadur/ Değirmeni nerdedur”
Sesi tanıyıp çok
sevinen Toşi ise hasta yatağından seslenerek cevap verir:
“Oni
Adil’um bilur / Değirmen derededur”
(“Değirmen
derede” ile “Değirmendere’de”
sözcükleri farklı anlamlar içerir çünkü… Söz konusu yer Değirmendere yerine
Tütüncüler olsaydı, türküdeki dize “
Tütüni nerededur” olacaktı belki de).
Toşi İbrahim’in Pazar’da
fırıncılık yaptığı yıllar aynı zamanda şiire merak sardığı yıllardır. Oradaki
bazı arkadaşları zaman zaman fırına gelirler, sohbet edip tavla oynarlar, şiir
atışmaları yapıp gülerler, hicivli kapışmalara girişirlerdi. Atışmalar, yöre
folkloru içerisinde hep geçen fakat küfür gibi algılanmayan bir müstehcenliği
de içerir çoğu kez.
Tavla oynayıp yenildiği bir şair arkadaşına adil oynamadığı yönünde laflar eder, arkadaşı ise “köpek gibi havlıyorsun” anlamına gelecek şekilde Toşi’yi kızdırmak için bir dörtlük söyler:
“Şimdi
senun eşlerun/ Dağda gezer meşeye
Kaldur
da bacağuni/ Gel işeye işeye”
Tavlada yenildiği
için zaten kızgın olan Toşi, bu dörtlüğe çok sinirlenir ve cevap verir:
“Sizde
öyle bişe var / Doğri benzer şişeye
Ömrümün
müddetince / Kucağumda yaşaya
İki
Fatma’ya ettum / Bir de sizun Ayşe’ye
Şimdi
derduni ağla / Git de Marko Paşa’ya”
Hiç soluk almadan
iki dörtlük birden sallayan Toşi karşısında şair arkadaşı yeni bir dörtlük
söylemez. Son sözü Toşi söyleyip rahatlamıştır, şair arkadaşı ise zaten onu
yeterince çileden çıkarttığı için alacağını almıştır.
Toşi İbrahim
birgün Pazar’a inerken, köyün Çebuka Mahallesinden Yusuf Pirpir onu görüp hazırlanır ve yetişmek için hızlıca yürümeye
başlar. Sesini duyurabilecek bir uzaklığa geldiğinde, arkasından seslenip
lafını yapıştırır: “Bilurdum ki düzeldi/
Gene eğridur göti”
Toşi de cevabını
verir ve karşılıklı atışa atışa Pazar’a doğru yürürler:
-
Sen yanliş anlamişsun/ Gene dolidur koti
-Artuk
ihtiyarlamiş/ Kaynak tutmayi zoti
-Nerden
geldi buriya/ Bir horoz gibi otti
-Gene
hava bozuktur/ Görünmez oldi Poti *
-Lazca
bişe deyiler/ E gorme tila çurti
*(Poti: Kafkasların devamındaki
dağlar)
Köyde komşunun
Nuskali adlı bir yaşlı ineği vardır. Toşi onu keser ve bir kısmını çocuklardan
birinin sırtına verir, eve doğru yürürler. Yokuşu çıkarken çocuk zorlanır, ayakları
dolanır, çarpık çurpuk yürümeye başlar ve diz üstü çöker. Arkasından yürüyen
Toşi ise çocuğa şöyle seslenir:
“Her
gelen seni geçer/ Niye kaldun geriden
Ne
milletten halk oldun/ Cinden misun periden”
Et eve gelir,
parçalanır ve tavaya konur fakat bir türlü pişmek bilmez. Pişmemekte direten
yağsız ve sert ete bakıp ineği anar Toşi:
“Ey Nuskali siğirum/ Almayi beni havan
Koydun
milletunkine/ Hiç yağ görmeyi tavan
Parayi
ister iken/ Boki yaracak kavgan
Burada
da görülmez/ Rize’ye kalkar davan”
Bir Cuma günü beş
altı köylü cami kapısında oturmuş, birkaç dakika sonra okunacak ezanı
beklemektedirler. Toşi ise, elinde bir çay orağı (veya tahra) ve omzunda
kızılağaç çoği (sırığı) ile ter içinde gelmektedir. Kapıda oturanlardan biri,
arkadaşlarına gelmekte olan Toşi’yi işaret edip ama onun duyacağı şekilde laf
atar:
“Toşi
geliyi Toşi / Buna bişe takalum”
Toşi duyar ve
cevabını yapıştırır:
“Sicakluğun
şerinden/ Asilmiştur kakalum”
Oturanlardan biri
söze karışır:
“Buna
kimse inanmaz/ Çikar da bi bakalum”
Toşi ona da verir
cevabını:
“Şimdi
yanuma değil/ Sizun evde sakladum”
(Bu dizelerin, 50
yıl önce Haçapit’li üniversite gençlerinin çıkardığı “Subaşı” adlı köy dergisinin ikinci sayısında Cevat Haberal
tarafından; sıcak bir günde Pazar’a giderken kendisi gibi yörenin ünlü söz
cambazlarından Nalbant Tevfik’le gerçekleşen bir atışma sırasında söylendiği
belirtilmiştir).
Hicivli maniler
ve atma dörtlüklerle söz söylemeyi seven Toşi’nin, ölümünden iki sene önce oğlu
Hamit’e nasihat olsun diye söylediği şiir şöyledir:
Dinleyun
ahbaplar yaren kardeşler
Bu
nasihat size yadigar oldi
Uyanun
gafletten gafil olanlar
Gizli
sırlarumuz aşikar oldi
Toşoğli’nun
bilinmedi kiymeti
Nurlara
gark olsun hep ced ve ceddi
Toşi
İbrahim’de alun ibreti
Ömrü
gurbet elde ihtiyar oldi
Altı
ay bir müddet hanede kaldum
Bahr-i
Umman gibi deryaya daldum
Yirmi
beş nüfusu kaleme aldum
Bütün
cihan başumuza dar oldi
Şahsıma
yakişmaz bu sözi demek
Hep
burnumdan geldi yeduğum yemek
Altmiş
yıl haneye verduğum emek
Kün
ve yekün oldi, rüzigar oldi
Toşoğli
doğri yaz sakın şaşurma
Vicdansuz
sözleri nefse düşurma
Birkaç
çiplak vardur derma devşurma
Namusli
kimseler derkenar oldi
Şimdi
fark eyledum beyazi bozi
Yüreğuma
koydum ateşi, közi
Namussuz
kimseden işittum sözi
Yandi
kara bağrum yandi nar oldi
Her
ocaktan çikar böyle bir ceylan
Kötülük
olursa ederuk seyran
Birlikte
olmişti yüreğum puryan
Toşoğli
birlikte tövbekar oldi
Böyle
iş haktandur emr-i irade
Herkese
nasip olmaz ermek murade
Bizlere
desturgil olsun yaradan
Nice
biz gibiler berhudar oldi
Kimileri
fakir kim ocakzade
Kiminun
elinden içilur bade
Bir
name yazayim Hamit evlade
Babayi
birakup kime yar oldi
Zamanumuz
yine eski zamandur
Bizum
umduğumuz kuri gümandur
Ellere
yaz bahar çayir çimendur
Niye
bize yağmur ile kar oldi
Bir
rivayet bu iş bize layıktur
İleri
gitmenun soni dayaktur
Oğlum
Hamit, oğlun yalinayaktur
Çapula
ayakta tar-u mar oldi
Ömrünün son
günlerinde eski hiciv ve neşe dolu manilerden uzaklaşan Toşi, yaşadığı koca bir
ömrün muhasebesine girişir adeta… Elimizde olan son dizeleri şöyledir:
Düşündüm
deryayi karayi çöli
Kırılsun
Gedu’nun kanadi koli
Müridim
ki bana gösterdi yoli
Halumi
arz ettum geldi cesaret
Bildirmek
lazimdur yaren yoldaşa
Cahil
çaylak ile çikilmaz başa
Ahırbirliğimde
düştüm telaşa
Acep
bu mesele kimden ibaret
Baba
dar gün için besler evladi
Evladi
babaya ederse vadi
Evlat
bir ziynettir besler evladi
Vadine
hulf etmez ehl-i sehavet
Evladi
bakarsa kari sözine
Büyütür
kargayi dalar gözine
Babanun
emeği tutar dizine
Ahırbirliğinde
çeker felaket
Yeter
bu nasihat arif olana
Akli
ermez ise sorar bilene
O
zaman işini alur plana
Esas
tevarihte budur adalet
Nihayet
verelum bu kadar yeter
İlerde
korku var bundan beş beter
İnsan
ki gözini tavana diker
O
zaman lazimdur haktan rivayet
Behey
adam niye yolsuz gezersun
Olur
olmaz işe destan düzersun
Kainatun
fiilini yazarsun
Niye
aklun yoktur behey cenabet
Eski
Hemşinlilerin hayatında Rusya gurbetliği çok özel bir yer tutar. Yüksek Hemşin
köylerindeki görkemli taş yapı ve konaklar, Rusya’da kazanılan paralarla
yaptırılmıştır. O binalara bakıldığında “her
kara taşın altında bir sarı lira vardır”
denilmesi bu yüzdendir.
Çok küçük
yaşlarda Rusya’ya gidip pastacılık, fırıncılık ve lokantacılık öğrenip orada
dükkan açan dedelerimiz vardı. Rusya’dan döndükten sonra Haçapit köyünde uzun
yıllar cami imamlığı yapan Tavariş Hoca (Recep Karaca) da onlardan biridir.
Toşi İbrahim ile birlikte Tavariş Hoca da bu yazının konusu olacaktı, ancak
hikayemiz çok uzayacağı için onu sonraki bir sayıya bırakalım dedik.
İbrahim Karaca
Gor Dergisi Sayı 4 Bahar 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder