Hikmet Akçiçek- HADİG’in çağrısıyla 2013 Aralık ayında yaptığımız
senin de katıldığın bir toplantıyla Hemşinliler açısından bir ilkin daha temeli
atıldı. Eylül sonu itibariyle Hemşin
dili, kültürü ve tarihi konularında yayın yapacak GOR dergisi çıkıyor. Bir
sohbetimizde Av. Kamil Muti abimiz “şimdiye kadar Hemşinliler hakkında hep
başkaları söz söyledi, önemli olan bizim kendi hakkımızda söyleyeceklerimizdir“
demişti. GOR dergisinin bir özelliği bizzat Hemşinliler tarafından çıkarılacak ve çoğunlukla Hemşinlilerin kendileri
hakkında söz söyleyecekleri bir dergi olmasıdır. Seninle biraz GOR ve GOR’dan
hareketle Hemşince’nin kültür sanat ortamlarında görünür olma sürecine
dair sohbet etmek istiyorum.
Neler diye biliriz bu çerçevede, mesela
şundan başlayalım mı GOR bizim için ne
ifade ediyor?
Özcan Alper- GOR Türkiye’nin demokratikleşmesi, normalleşmesi
sürecinin bir parçasıdır bana göre. Bazen ileri düzeyde gibi görünen ama AB
uyum yasaları çerçevesinde bile neredeyse 20-30 yıldır artık tartışılmayan, ama
niye ise bizim ülkemiz için çok büyük meseleler gibi duran konular açısından
baktığımızda, bir şeylerin normalleşmesi, demokratikleşmesi, evrensel insan
haklarına uygun yasaların çıkması için
verilen mücadelenin bir parçası sayabiliriz.
H.Akçiçek-Yani genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi
mücadelesi içinde bir adım, bir taş üstüne taş koyma olarak görüyorsun GOR’u?
Ö.Alper-Aynen öyle. Bu dergi niye öyle bir şey ona değinmek
istiyorum. Gündelik yaşamda bir şeyler hep sanki birileri tarafından
düzeltilecekmiş gibi bakılır. Oysa bu tarz şeyler insanların kendi mücadele ve
çabaları ile oluyor. Bu ille de çok sert politik mücadelelerle değil, tam
tersine düşünsel ve kültürel alanda verilecek çabalarla gerçekleşiyor. Kürt meselesinde
bunu yaşadık. Kürtçe anadilde eğitim meseleleri
tartışılırken ilk etapta “öyle bir dil mi
var?” dendiğinde, Mehmet Uzun gibi bir adam çıkıp arka arkaya Kürtçe
romanlar yazdı ve bunlar Kürtçeden Türkçeye çevrilince, insanlar Kürtçe bir
edebiyatın ve Kürtçe diye bir dilin var olduğunu gördüler. Bu sadece Kürtçe için değil, Türkiye’nin normalleşmesi, gerçek anlamda demokratikleşmesi için ötekileştirilen,
bastırılan, yok sayılan diğer diller ve kültürler için de geçerlidir, onların
da kendi alanlarından çabalar geliştirmesi gerekiyor. Bunu illa etnik
topluluklar için değil, bazı meslek alanları için de söylüyorum. Eğitimsen,
mühendislik örgütleri, kentsel örgütler vs.
Ben sinemacılara da söylüyorum, önce bizim kendi alanımızda, yıllarca
hüküm süren faşizan, tek dilleştirilen, iktidarın bizi zehirlediği dilden
kurtulmak için yeni bir dil yaratmamız
gerekiyor. Çok basit bir şey söyleyeyim, Türkiye de yaptığımız sinemayı “yeni
Türkiye sineması” olarak adlandırıyoruz. Ama bazıları “Türk sineması” diyor.
Ben de diyorum ki; Türkiye’de bu kadar çeşitlilik, bu kadar tartışma varken “Türk
sineması” değil “Türkiye sineması” daha demokratik, daha hakiki bir kavramdır.
Bu çok basit görünüyor, ama biliyoruz ki faşizm denilen şey gündelik dile
hükmeden bir şey...
Buradan baktığımızda Hemşin dili
kültürünü yaymak için belki de çok geç kalınmış bir çaba, ama her şeyin demek ki
bir zamanı var, bu anlamda çok önemli buluyorum GOR’un çıkışını. Biz ülkenin
demokratikleşmesi için bir şeyler söylerken, sadece ahkam kesen konumda olmamak
için de böyle bir adım atılması gerekiyordu.
O zaman biz kendimizle ilgili ne yapıyoruz, biz kendi alanımızdan bu ülkenin
kültürüne, tarihine, demokrasisine nasıl katkıda bulunuyoruz? Bu dergiyi bu
anlamda atılmış çok güzel bir adım olarak görüyorum.
H.Akçiçek- Tamam bunlar konunun ülkemizin genel olarak demokratikleşmesi
ile ilgili boyutu, Hemşin dili kültürü açısından ne ifade ediyor GOR ? Örneğin bir
Hemşinli olarak benim açımdan şöyle de bir anlamı var GOR’un; hatırlarsan Vova
albümü “kimanak ta hozaik” (duyuyor musunuz buradayız) cümlesi ile başlar. Bu cümle
gün be gün yok olan Hemşin dili ve kültürünün bir imdat çığlığıydı bir bakıma. Benim
açımdan içinde bulunduğum Vova, Hadig ve Gor
süreci “kimanak ta hozaik” cümlesinin altını doldurma, “muxiyes gedri
oç, tseniyes edi tsen elli oç” (ocağımız sönmesin, sesimiz son ses olmasın) çabasıdır birazda.
Ö.Alper- Orda da şöyle düşünüyorum ben, eğer siz bir dilide
edebiyat yapmıyor, sinema, müzik yapmıyorsanız, hatta hatta o dilde matematik,
bilim, felsefe yapmıyorsanız o dilin kendini yaşatması çok zor bir şey. Bu konu
eğitim tartışmalarında kritik noktadır, folklor kursu, dil kursu açın, gidin
müzik dersi verin bunların orta vadede nostaljik bir yaklaşım olmanın ötesinde
bir karşılığı yok. “Dil parşömen kağıdına
benzer, bir tarafı konuşma, gündelik hayatsa, öbürü de felsefe, düşünme,
edebiyat, tindir “ diyor bir dil bilimci. Hemşince ile ilgili en büyük
sıkıntı Hemşince’nin ölmekte olan bir
dil oluşudur, bunu biliyoruz. Tamam elbette dili konuşalım, çocuklarımıza
öğretelim, toplanalım, bir araya gelelim, Hemşinlilerin sosyal özgüvenleri
yüksek, kent kültürünün yozlaştıramadığı, tüketemediği bir tarafı da var, ama
bu kültürel olarak değişime uğramazsa, daha kalıcı bir şeylere dönüştürülemezse
hepimiz biliyoruz ki 40-50 yıl sonra bu dili konuşan belki hasbelkader yaylaya çıkan
birkaç kişi kalacak.
H.Akçiçek- Biliyorsun B.M. Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'nün
(UNESCO)’nun 2009 yılında yayımladığı "Tehlike Altındaki Diller
Atlası"na göre, Hemşince “Kesinlikle tehlikede olan diller” arasında sayılıyor.
Yeryüzündeki bütün diller ve kültürler insanlığın ortak değerleridir, herhangi
bir dilin yok olması, insanlığın kültürel mirasının bir kısmının da ölmesi, yok
olması anlamına gelir.
Ö.Alper- Umarım GOR daha
bilinçli kültürle, dille ilgilenecek bir kuşağın yetişmesine vesile olur. Benim
en çok önemsediğim şey, Hemşinli gençlerden sosyal bilimlerde dilbiliminde,
antropolojide, sosyolojide, psikolojide akademik kültürel alanda iyi yetişecek,
bu alanlardan Hemşin kültürünü, Hemşin kültüründen de bu alanları besleyecek
bir kuşağın yetişmesidir. Yapabilirse derginin en önemli katkısı bu olacak.
GOR bi taraftan da, belki de şehirdeki bir Hemşinli anne, babaya
çocuğuma asgari düzeyde metodolojik olarak, bilimsel olarak Hemşinceyi nasıl
öğretebilirim, masalları nasıl aktarabilir, dilin kültürün üzerine nasıl bir
şeyler koyabilirim dedirtmeli. Öte yandan belki biz de dergiyle birlikte kelime
haznemizi geliştireceğiz, ya da uzun zamandır kullanmadığımız unuttuğumuz
kelimeleri yeniden kullanmaya başlayacağız.
H.Akçiçek- Belki Hemşince yazabilmek gibi bir yetenek edineceğiz,
genç insanlarda Hemşince yazma hevesi oluşacak.
Ö.Alper- Hemşince yazmaya çalışacağız. Belki üniversitelerde bu dilin, kültürün
araştırılması, tezlerin yazılması, bölümlerin açılması için vesile olacak GOR.
H.Akçiçek-Toparlarsak o zaman şöyle diyorsun anladığım kadarıyla; birincisi
genel olarak ülkemizin demokratikleşmesi normalleşmesi sürecinde bir adımdır
GOR, ikinci olarak dil kültür konusunda bir farkındalık yaratarak dilin
öğrenilmesine katkısı olabilir, 3.olarak Hemşince kültürel sanatsal üretimleri
teşvik edebilir, son olarak da genç Hemşinlilerin sosyal bilimler alanında
eğitim almaları bi yandan kendileri Hemşin kültüründen beslenirken öte yandan
da Hemşin kültürünü oradan besleyerek evrensel bir boyuta taşımalarına vesile
olabilir diyorsun, ya da olmasını ümit
ediyorsun...
H.Akçiçek- Peki buradan şeye geliyoruz
o halde Gor’un nasıl bir yayın çizgisi olmalı meselesine...
Ö.Alper- Bir taraftan farklı alanlarda Terminoloji yaratmayı
hedeflemeli, küçük gibi gözükse de her
alanda sinemada, felsefede, bilimde, edebiyatta dile katkı sunma anlamında 10-15
er kelime. Ya da unuttuğumuz kelimeleri yeniden kazandırmalı dilimize. İkincisi
de geçmişe takılıp kalan değil, bugüne cevap veren, geleceği hedefleyen bir yayın çizgisi olmalı. Bu da bizlerin
katkısı ile olabileceği gibi zaman zaman da kendi konusunda uzman kişilerin
katkısı ile, bazen da başka kültür ve dillerdeki deneyimlerin aktarılmasıyla
olabilir.
Ne bileyim Örneğin yurt dışına
öğrenime giden bir genç orya gittiğinde “ya burada böyle bir şey var, buradan
oraya ne aktara bilirim, nasıl bağ kurarım” demeli, kültürel olarak ileriye
doğru ne taşıya biliriz.. ya da mimari olarak, Hemşindeki en büyük
erozyonlardan biri çevre ve mimari alandaki erozyondur, bütün eski ahşap evler, serenderler yıkıldı,
o zaman biz bu mimariyi yeni kuşağa nasıl aktarabiliriz ve yeniden yapılmasını
nasıl teşvik edebiliriz... bu da bir şey aslında, ihtiyaç dediğin hayatın içine
girdiğinde anlamlı olacaktır. Yoksa
senede bir bir araya gelip iki horon teptiğimiz, üç bilmemne... böyle bir şey olursa hiçbir anlamlı olmaz, o zaman
sen zaten yenilmiş oluyorsun... sen bunu mimarine, müziğine, sineman, çocuğunla
ilişkine ya da gündelik kent hayatındaki bir şeye soktuğun zaman o zaman karşı
koyabiliyorsun, bariyer oluşturabiliyorsun.. genç kuşak için böyle bir şey
olmalı.. mesela İsviçrede çok dilli eğitim
modellerini inceleyebilir, çocuklar nasıl 5 yaşına kadar 5 dili öğrenebiliyor,
biraz buna kafa yormak... Kentteyiz
mesela, şimdi biz (insan çocuk sahibi olmaya başlayınca düşünüyor) bir haftadır
konuşuyoruz Lusin’le, evet çocuk Ermenice öğrensin ama Hemşinceyi de öğrensin,
o lehçe kaybolmasın...
H.Akçiçek- Hemşincenin rengi, tonu, tadı olsun, duygusu yok olmasın,
modern Ermenice içinde erimesin.
Ö.Alper- O zaman onu nasıl yapacağız, belki bir dil bilimciyle, pedagogla
konuşmak lazım, böyle böyle hayatımıza sokmak lazım. Farklı alanlarda sinemada resimde vs...
H.Akçiçek- Peki. GOR gibi senin
yaptığın MOMİ filmi de bir ilkti, ilk Hemşince film. Şimdi biraz da Hemşince ve
Hemşin kültürünün kültür sanat ortamlarında görünür olma süreci üzerine
konuşalım, emeği geçenlere de bir selam göndermiş olalım.
Ö.Alper- 2000’in yazıydı galiba “Momi”yi yaptığımızda. MKM’nin
üstündeki stüdyoda da senden Hemşin ezgilerini kaydetmiştik film için.
Gösterimi 2001 i de buldu.
H.Akçiçek- Evet Nazım Kültür vardı Aznavur pasajında, 3-4 seans tıklım
tıklımdı, şimdi vova da beraber olduğumuz Mustafa Biberle de orada tanıştım...
Ö.Alper-Sonra da Sonbahar.
H.Akçiçek- Evet baş
karakterlerinin Hemşince konuştuğu, Hemşin coğrafyasında geçen ilk uzun
metrajlı film, uluslararası gösterimi de yapılan, sayısız ödüller alan ilk Hemşice
film...
Ö.Alper-Tabi “Momi” ve Sonbahardan önce müzikte Kazım Koyuncu’yu
anmak gerekiyor, Hemşincenin kültürel kamusal alanda ilk yankılanışı onun
sayesinde oldu. Onları sen daha iyi bilirsin.
H.Akçiçek- Evet bence de Kazım’ı öncelikle anmak gerek, bir albümde
yer alan Hemşince ilk ezgi Kazım’ların Zuğaşi Berepe grubu olarak çıkardıkları
“İgzas” albümündeki “Ka Tun Mita Xendasoç” adlı ezgidir. Neredeyse her
Hemşinlinin bildiği bu ezgiyi Kazım,
Hopa festivaline gittiğinde Hemşinli gençlerden dinlemiş.
Ö.Alper- O festivalde birlikteydik Kazımla.
H.Akçiçek Kazım’ın daha sonra “hayde” albümünde seslendirdiği “ella ella” ise artık herkesin
dilindeydi... Hemşinliler Kazımı çok sevdiler, çünkü o neredeyse yitip giden
Hemşin ezgilerini yıllar sonra hem de herkese ulaşan bir albümde ilk kez
seslendiren sanatçıydı. Öyle bir şeyki Kazımın
Hemşince söylemesi... ki dikkat et Özcan, 80’lerin başından 90’ların sonlarına kadar
olan dönem, hızlı kentleşme ile birlikte dilin, kültürün hızla yok oluş
sürecine girdiği dönemdir. Kaval sesi, tulum sesi neredeyse yok olmak üzereydi... Şimdi o günlerden Hemşince, Lazca ezgi duymak
tulumu bir albümde duymak, onların yeniden hayat bulması anlamına geliyor, Kazımın
o çıkışı bir hayat öpücüğü gibidir kültürlerin, dillerin kamusal alanda
görünürlüğü açısından. Saygı duyulacak kayda değer bir çaba, sevgi ve özlemle anıyorum
kendisini...
Ö.Alper-Sonra vova mi geliyor?
H.Akçiçek- Hayır arada yine Kazımın müzik yönetmenliğini yaptığı
Gökhan Birben’in “Hey gidi Kardeniz” albümünde yer alan “Havaz ali meralets”
ezgisi var.
Ö.Alper- Kardeş türküler bir şey söyledi mi?
H.Akçiçek- Hayır Kardeş Türküler Hemşince söylemedi, ilk
albümlerinde Lazca güzel bir ezgi var Ayşenur’un seslendirdiği. Yeri gelmişken
Ayşenur Kolivar’ın da bu alandaki hem araştırmacı derlemeci olarak hemde konser
ve albümlerinde Hemşince ezgilere yer veren bir müzisyen olarak adını zikretmek
lazım.
Tabi benim Ersin Çelik ve Mustafa
Biber ile 2005 yılında çıkardığımız Vova albümünün özel bir yeri var. Vova
tamami Hemşin ezgilerinden, üstelik anonim ezgilerden oluşan ve dünyada
Hemşince söylenmiş ilk albümdür.
Ö.Alper- Daha sonra genç arkadaşlar var...
H.Akçiçek- Evet sonraki süreçte biraz da Kazım’ın açtığı popüler
kanaldan akarak Yaşar Kabaosmanoğlu, Aydoğan Topal, Selçuk Balcı, Salih Yılmaz,
Ebral Aydın, Nurcanım Nurcan, Elincan Vayiç gibi genç müzisyenler ve albümleri
olmasa da daha bir çok genç Hemşin ezgilerini seslendirmeye başladılar. Hepsine
teşekkür ve selam gönderiyorum buradan.
Ö.Alper- Remzi abiyi anmak gerek geleneksel Hemşin kavalını vova
albümü ile bugüne taşımış oldu...
H.Akçiçek- Onlar daha derin, önemli bir damar, kaval ve tulum
Hemşinlilerin iki ana enstrümanı... Benim için Hemşinlilik, diğer özellikler
bir yana, sanki kaval ve tulum sesinde bir duygudaşlık halidir. Bu vesile ile
hayatımızda iz bırakan kaval üstatları İbrahim Baklaya (Çxalur İbrahim), senin
komşun Remzi Tatar ve benim komşum Hasan Algür şahsında sesimiz ve nefesimizi
bugünlere taşıyanları saygı ve rahmetle anıyorum.
Ö.Alper- Esas olarak müzik ve sinemada görünürlük oldu, Mahir de yazmaya
başladı galiba öykü masal falan?
H.Akçiçek- Mahir daha yeni sayılır, madem yazıya geçtik bir az daha
gerilere gitmek gerek, öncelikle şunu belirtelim ki diğer halk ve inançlar
üzerine olduğu gibi Hemşinliler ve Hemşince üzerine de neredeyse hiçbir çalışma
yoktur bizim üniversitelerimiz tarafından yapılmış. Sadece Prof. Fahrettin
Kirzioğlu var bilinen, o da daha baştan Anadolu’daki tüm etnik unsurların Türk
olduklarını ispat etmek üzere yola çıkmış, bir resmi tarih yazıcısı, Hemşinliler
konusunda da bir makalesi var, sonrasında yazan bütün resmi tarih tezi savunucuları onu kaynak olarak alırlar... Hemşinlilerde
de pek rağbet görür bu tez... daha sonraki yıllarda Ankara Üniversitesinden
Doç. Dr. Erhan Gürsel Ersoy var, saha araştırmalarına dayalı, akademik düzeyde
anlamlı çalışmalar yapan. Yurt dışında ise dil bilimci Georges Dumezil, Bert
Vaux, Dr. Uwe Blaesing gibi akademisyenler çalışmış Hemşince üzerine.
Ö.Alper- Kitaplardan Hemşin Gizemi.. Belge yayınlarının özel bir
yeri var, Ayşe ve Ragıp Zarakolu’nu anmak gerekir, Türkiye’de demokrasi kültürü
açısından önemli kitaplar yayımladılar, herkes için çok önemli.
H.Akçiçek- Hemşin Gizemi... tersinden kimi abartıları olmakla
birlikte Türkiye’de Hemşinlilik üzerine resmi ideoloji dışında yayımlanmış ilk
kitap.
Ö.Alper- Bizde merak uyandıran beklide oydu. Belki o kitap olmasa gidip Hemşince kısa film çekmeyi
düşünemezdim. MKM, kurslar falan vardı
tabi, tek bir şeye bağlamak doğru değil elbette ama Hemşin Gizemi olmasa belki o
kadar bilince çıkmaya bilirdi ...
H.Akçiçek- Yine kitaplardan devam edersek bizim İbrahim Karaca’nın
“Hemşin”, Adnan Genç’in “Çalışkan Kadınlar Ülkesi Hemşin”, Uğur Biryol’un
“Gurbet Pastası” kitaplarını sayabiliriz.
Kirzioğlu’nun izinden giden S.Arıcı’nın “Dambur Tarihi”, Remzi Yılmaz’ın
“Hemşinin Tarihi Köklerine Doğru” kitabı var. Son iki yıldır bunlardan biraz
daha farklı ama gene resmi ideolojinin çemberinden kurtulamayan Şerif Yılmaz’ın
“Hemşinlilerin ve Hemşinli Ermenilerin(Hayların)kökeni” ve Yunus
Altunkaya’nın Hemşincenin gramer yapısı üzerine yazdığı “Hemşince” adlı kitaplar
var.
Tabi bir de “BirYaşam” dergisine
değinmek gerek, Cemil Aksu ve arkadaşlarının 2008-2010 yılları arasında Hopa’da
çıkardıkları “Bir Yaşam” dergisi, bazıları Hemşince olan önemli yazıların yer
aldığı bu anlamda kayda değer yegane
süreli yayındır.
Bunlar dışında başka bir kategori
de vakti zamanında Hemşindeki manastırlarda yazılmış kitaplardır. Günümüz
Ermeni toplumunda Hemşinliler ve Hemşince üzerine yazılmış kitap ve makalelere
örnek olarak ise Dzayn Hamşenagan (Heşmişnlilerin sesi) gazetesini de yayımlayan
Sergey Vardanyan’ın ve Lusine Sahakyan’ın kitap ve makalelerinden
bahsedebiliriz. Ancak bunların neredeyse tamamı Ermeni alfabesi ile ve Ermenice
yazıldığı için Türkiye Hemşinlilerinin bilgi dağarcığında yer almamıştır.
Ve HADİG’in kuruluşu Hemşinliler
ve Hemşin dili ve kültürünün görünürlüğü anlamında çok önemli bir adımdır, bunu
özellikle belirtmek gerek... 2011 Haziran’ında kurulan HADİG, Hemşinlilik
bilinciyle kurulan ilk dernektir. HADİG’in en önemli işlevi; resmi ideolojilerden bağımsız duruşu, medya ve
sosyal medyadaki beyanatları ve düzenlediği kurslar, atölyeler, söyleşiler,
konserler, geceler, geziler vs gibi sosyal ve kültürel etkinliklerle Hemşin
toplumunda kendi dil ve kültürü konusunda bir farkındalık yaratmış olması, Hemşinliliği
gündemde tutmasıdır. Bugün HADİG’in
duruşunu benimsesin benimsemesin tüm Hemşinliler, özellikle de Hemşince
konuşanlar bir şekilde HADİG’i takip ederler.
H.Akçiçek- “Momi”, “Sonbahar”,
“Gelecek Uzun Sürer” ve “Rüzgarın Hatıraları” filmlerinin dördüne de
baktığımızda bu toplumun ötekileriyle ilgileniyorsun. Momi ve Sonbahar kendi
ötekiliğin idi diğerleri bir entelektüel tercih olarak yaptıkların, nedir derdin, niye bu alanlara eğiliyorsun,
ne yapmaya çalışıyorsun...
Ö.Alper- Çehov’un çok güzel bir sözü var “ kendi sokağını anlatmak”,
bu sokak bazen kendi ailendir, bazen sosyal çevren olabilir, bazen... Yani çok
bilmediğin bir şeydense bildiğin bir şeyi anlatarak başlamak. “Momi” de benim
için öyle bir şeydi, kendi büyüdüğüm, çocukluğumun geçtiği Momi’lerimizin bizim
üzerimizdeki etkileriyle ilgiliydi, “Sonbahar”ı anlatmaya gerek yok. “Gelecek
Uzun Sürer”le ilgili her yerde çok açık söyledim, bu ülke demokratikleşecekse Kürt
meselesini çözerek demokratikleşecek. Sanatsal
olarak da, bir kere Türkiyeli genç bir yönetmen olarak böyle bir şeyi niye
anlattımdan çok neden anlatılmadığını sorarım ben. Neyi anlatacaksın ki, bu
kadar yıl, bunca ölüm, bunca acı, bu kadar yaşanmışlıklar varken... O zaman neden
Latin Amerikaya övgüler yağdırıyorsunuz, dünyanın başka yerlerindeki dramlara
tepki gösteriyorsunuz ki.. bu iki yüzlülük değil mi? İki yüzlü davranmadığında ise
kendi ülkende yaşananı görüyorsun. Genel
olarak sanat ve politikayı ayrıştırmak gerek, politika çok gerekli olduğuna
inandığım bir şey, ama sanat, zaman zaman politikanın yapamadığı şeyleri
yapabilir, başarabilir, anlatabilir. Ama sanatın kendisini politik bir şeyin
angajmanı, onun bir propaganda aracı olarak görmek istemem, filmlerimde en çok
dikkat ettiğim şeylerden biridir bu, ince bir çizgidir, zordur başarmak.
Demin söylediğin şeyler, Oradan
bakınca sanki Türkiye’nin geçmişini meşgul eden meselelere eğiliyormuşum gibi
görünse de, tam tersine ben, Türkiye’nin geleceğine dair şeyler yapıyorum. Seçtiğim
konular Türkiye’nin geleceğine dair sorular soran, öncelikle de kendi kendime
sorular sorduğum konular. Biz sizin kuşaktan, toplumumuzdan böyle öğrendik,
sadece kendini değil yanındakini de düşünmek, ya da nasıl bir ülkede yaşamak
istediğimizi kendimizin de belirleyebileceği bir bakış. Üniversite yıllarımızda
“biz bu ülkenin halkına borçluyuz” derdik. Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorum
ben, şimdi şöyle de diyebilirim benim çocuğum olursa nasıl bir ülkede yaşamasını
isterim, aslında ben bunun için çaba gösteriyorum. Burada da Yaşar Kemal’in
“tek bir çiçekten oluşan bir bahçedense
bin bir çiçekli bahçeyi tercih ederim, hayatım boyunca buna çabaladım”..
demesini Türkiye’de iyi kötü sanat yapan herkese örnek verebilirim. Biz onlar
gibi çınar olamayız belki ama onların gölgesinde küçücük bir çiçek
olabiliriz... denizde bir damla olabiliriz,
H.Akçiçek- Neye tekabül ettiğimizi bilemeyiz belki ama, çorak topraklarda bir fidan oluruz belki.
Ö.Alper- Biraz öyle bakıyorum, önce kendim her yerde
konuşabileceğim herkesle konuşabileceğim meseleleri filmlerimde de tartışmak
konuşmak istiyorum, öyle olmaya da devam edecek, 1-2-3 değil emeğimiz, gücümüz
yeterse 15. filme kadar böyle devam edecek, belki GOR’un 100 bilmem kaçıncı sayısında
da aynı şeyleri konuşuruz.
H.Akçiçek- Şimdi ben de Hemşin kültürü dili ile ilgili bir insan
olarak senden bahsederken elde var bir “Allahtan bir sinemacımız var da sesimizi
duyuruyor” diyorum.
Ö.Alper- Sizinle beraber kaç müzisyen saydın müzik de çok önemeli
bir alan, belki biraz edebiyat, fotoğraf, resim, akademik alanda birilerini de
çıkarabilsek...
H.Akçiçek-Derginin çıkış duyurusunda “Hemşince kültürel, sanatsal,
akademik üretimlerin yapılmasına zemin olmak ve zamanla bir kolektife dönüşmek”
gibi bir niyet var. O kolektifin içinde de bütün bu dediğin sanat dallarında, akademik
alanda üretimlerin yapılması, çoğaltılması ve bu dilin kültürün ileri kuşaklara
taşınması gibi bir arzu var, bakalım, zaman gösterecek. Hiçbir şey olmasa bile bir
taş atmış olacağız, tarihte ilk defa Latin harfleriyle Hemşince yazılmış bir
dergi çıkacak. Yeri gelmişken değineyim yine aynı duyuruda “GOR; objektif,
akademik ve bilimsel kriterlere bağlı, resmi ideolojilerden bağımsız, ırkçılığa
ve asimilasyona karşı, nefret, şiddet ve cinsiyetçi söylemlerden uzak bir yayın
çizgisini ilke edinecektir.” denilmektedir.
Ö.Alper- 6 ayda bir mi yayımlanacak ?
H.AKçiçek- Evet şimdilik 6 ayda bir yayımlanacak, baktık oluyor
periyodu kısaltırız. 6 ayda bir ancaktır şimdi, çünkü profesyonel olarak dergi ile ilgilenen kimse
yok, hepimiz başka başka işlerde çalışıyoruz, dergiye özel olarak zaman
ayırıyoruz, bir çok şey birkaç insanın üzerinden yürüyor, bu da işin doğasında
var.. bakalım süreç ne gösterecek, umalım ki iyi olsun..
Ö.Alper- İyi olacak, güzel olacak, yolun açık olsun GOR,
H.Akçiçek- Kaun ka GOR kales, torx ellis, dzil ellis, dzağig ellis,
abris, xendas dzidzağis GOR...
Gor Dergisi Sayı 1 Sonbahar 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder