27 Şubat 2018 Salı

Senoz'un Ayuleri



1868’de Doğu Karadeniz’e gelip burada beş yıl kalan İngiliz konsolosu W.Pelgrave, Hemşinlilerin ‘Ayı Avcıları’ olarak tanındıklarını ve genellikle silahlı olduklarını yazmıştır ki bir bakıma bu bugün de geçerlidir. Yaşanan olaylar yalnızca insanların değil ayılarında insanları avladıkları hatta bazen onları afiyetle yediklerini de gösteriyor;

İsmail’i ayuyedii !
ismail’iayuyediiiii !

Hahonç’da bu çığlıklar 1950’li yıllarda duyulacaktır. Yunusler’un İsmail’i ayı gerçektende yemiş bitirmiştir. Karakaş Saadet (d.1940) on yaşlarında bir çocuk iken bu çığlıkları duyduğunu ve  köylülerin silahlarını kuşandıktan sonra koşarak İsmail’i aramaya gittiklerini çok iyi hatırlıyor. İsmail ne yazık ki şehit düşmüştür. Bu tarihten sonra ayılar Hahonç’tan kimseyi yememiştir ama bir ayı,  Peçon Niyazi’yi fena tartaklamış, belki de İsmail’den daha beter bir hale sokmuştur.

Yetumoğli Ahmet’in (d.1955) anlattığına göre, Hulusi ile Niyazi bir kış sabahı karlı bir havada alafa giderler; ormanın derinliklerinde ilerlerken Niyazi birdenbire bir ayının inine girdiğini ve ayıyla neredeyse burun buruna geldiğini farkeder. Ayı, bu haddini bilmez adamın kendisini derin uykusundan uyandırdığı için -belki de  karakış ortasında Allah’ın ayağına gönderdiği nimeti geri çevirmemek içindir-  ayağa kalkmış, Niyazi’nın üzerine yürümüş ve derhal bir pençe atarak Niyazi’nın saçlarını başının derisiyle birlikte yüzmüş, koparmış ve bir kenara atmıştır. Niyazi ve ayı karların içinde boğuşarakgözden kaybolurken Hulusi orada adeta korkudan donakalmıştır; çok geçmeden Niyazi ile meşgul olan ayının kendisini unuttuğunu hatta pek de farkedemediğini anlamış, derin bir nefes alarak Hasan’ı kaderiyle başbaşa  bırakmışoradan sessizce sıvışarak köyün yolunu tutmuştur. Köye vardığında derhal köyün önde gelen şahsiyetlerinden Muhtaroğli  Mahmut’un evine gitmiş ve ona şöyle söylemiştir;

  - Mahmut, bizum Niyazi’yi ayu yedi!

Muhtaroğlu Mahmut Hulusi’ye inanmak istemeyince Hulusi’ın Niyazi’nin ‘başının postini’ ona göstererek şöyle der;

- Bağa inonmeyisen aha bak Niyazi’nun başinin postini da aldum geturdum

Niyazi’nin başının ‘postini’ inceleyen Mahmut şaşkınlıkla şöyle der ;

- Bu hekisetten da bizum Niyazi’un başinun postidur.

Haberi aldığında çorbasını içmekte olan Muhtaroğli Mahmut, ‘posti’ görüp de işin ciddiyetinin farkına vardığında  derhal tüfeğini kuşanıp Hasan’ın yardımına koşması gerekirken, epeyce bir korku ve paniğe kapılmış olacak ki işi ağırdan almak istemiş ve bugün bile köylülerin anlatıp güldüğü şu yanıtı vermiştir;

- Habu çorbomi içup biturmeden hiç bi yere gidemem!                                                            

Muhtaroğli Mahmut’un eşi Seniye ise, kızı Fatime (d.1930) henüz küçük bir çocuk iken, yaylada ineklerin çok sevdiği bir ot olan zermex biçmeye gitmiş, kimselerin olmadığı ıssız bir yerden geçerken bir de ne görsün karşısına bir ayı çıkıvermiş!; ‘yolinun ortasine iki puğarun yonine ayu otureymiş’.Seniye çok korkmuş, bir müddet kımıldamadan kalakalmış, çok geçmeden belki ikna olur diye ayıyla konuşmaya karar vermiş, o zamanlar yetişkin bir kadın olan Seniye aslında ayıya düpedüz yalvarmaya başlamış ;

kalkta ben geçeyim
ben senden çok korkarom,
onom yok babom yok ben yetumim
berak beni geçeyim, ben senden çok korkarom
n’alur kalkta ben geçeyim, berak beni gideyim!

Seniye’nin anlattığına göre, rahatsız edildiğinden dolayı ayı gerçekten çok kızmış, burnundan soluyormuş; ayağa kalkmış, kendi kendine konuşmaya ‘met metuş etmağa başlomiş’ ama  Seniye’nin dramatik hikayesinden çok etkilenmiş olacak ki ona dokunmamış biraz ilerleyerek yolun üst tarafına  geçmiş ve tekrar yere oturmuş. Öfkeyle gözlerini Seniye’nin üzerine dikerek geçmesine izin vermiş. Seniye birkaç ürkek adım attıktan sonra evine doğru can havliyle koşmaya başlamış.

Seniye çok şanslıymış. Ayı Seniye’nin anlattığı bu dokunaklı hikayeye gerçekten inandı mı bunu bilmiyoruz, bildiğimiz bir şey varsa oda Hemşin ayılarının kadınlara her zaman bu kadar müsamahakar ve merhametli davranmadığıdır. Ayı eşref saatinde değilse vahim sonuçlara katlanmak durumundaydılar. Ayılar bazen ellerine geçirdikleri kadınları fena halde tekmeler, tartaklar, dövermiş. Bazen de onlarla kedilerin farelerle oynadığı gibi sadistçe oyunlar oynarmış. Puncukci Nurhone’nin (d.1933) eskilerden aktardığı bir hikaye vardır ki bunun gerçek olduğundan kuşku duyulamaz; bir bahar ayında, sebebini bilmediğimiz bir nedenden ötürü sinirleri iyice gerilmiş bir ayı, karşısında birdenbire bir kadının çıktığını görür ve bu fırsatı çok iyi değerlendirir ; kadını derhal yakalar, önce fena bir pataklar daha sonra yatırır ve üstünü çalı çırpıyla örter, kadının korkudan dili tutulur ve yerinden kıpırdayamaz, her kımıldadığında ise ayı gelip çalıların üzerine kuvvetle basar kadına işkence edermiş, sonra da kadının üzerine daha fazla çalı çırpı koyarmış. Sonra gidip yerinde oturur kadının hareketlerini gözlermiş. Hareket ettiğinde işkencenin ve üzerinde biriken çalı yığınının artacağını korkan kadın kıpırtısız durmak zorunda kalırmış.

Peki ya köylülerin eline düşen ayılar?
Peçon Bekir’in (d.1952) çocukluğunda yaşadığı bir olay bu konuda bize ışık tutuyor. İdrisler’un Osman’nın kurduğu tuzağa düşen bir ayının yanında iki tane de yavrusu vardır, ayının feryatlarını duyan köylüler tüfeklerini alıp ayının yanına koşarlar ;

İdrislerun Osmon bitone ayuyi kapone duşurmişti. Sora aldile tufeği gittuk ayunun yonine. Tufeği uğa tuttuk onladi,  sindi aşağa elleriylen yuzini kapadı, ağlomağa başladi. Vurdik uni. Ayunun iki tone da kotiti varidi. Unleri aldi geldile eve. Bağladiler kotitleri. Sora unlerle oynadiler, lazut verdile,  baktile ki lazuti nase yeyi. Sora başlerine bi kaç doğdi vurdile gebertile uzattile yere!

Köylülerimizin yabani hayvanlara bakışı, Darwinyen diyebileceğimiz bir tarzda çok sert, haşin ve pek şiddetlidir. Mısır tarlalarını talan eden ayılara ve yaban domuzlarına karşı  hoşgörü asla söz konusu değildir. Ayıların köylülerin kovanlarındaki ballarına ve birbirinden lezzetli armutlarına pek düşkün olduklarını bilmeyen yoktur; bu nimetleri ellerine geçirdiklerinde onlardan alabildiğine faydalandıkları gibi, aşağıda görüleceği üzere, keyiften horon oynadıklarını köylüler çok iyi bilir. Bu yüzden, bu ayılar yakayı ele verdiklerinde horon oynama sırasının haklı olarak köylülere geçtiğini düşünmektedirler. Ayının yavrularına da (kotit) asla merhamet söz konusu olamaz; önce onlarla oynarlar, eğlenir gülerler sonra da ‘başlerine bi kaç doğdi’ vurup öldürürler.

 Bu durum 1995 yılında da farklı değildi. Bir farkla, bu tarihte hiç kimse, eskiden olduğu gibi geceyi ayı ve domuz nöbeti için ‘kalev’lerde geçirmek zorunda değildi. Çayırların etrafına çevrilen dikenli tellere elektrik veriliyordu. İki günlük kısa ziyaretimde, bir sabah bütün köyün heyecan ve sevinçten adeta çığlık çığlığa uyandığına tanık oldum. Birçok köylümüz “ayuler gibi bögürerek” Cevitli’de bulunan bir çayıra doğru koşuyordu. Ne olup bittiğini anlamak için ben de çocuklarla birlikte oraya doğru koştum. Bir bayram havası vardı. Çayıra iyice yaklaştığımda dikenli tellere takılarak can vermiş oldukça büyük bir ayı gördüm. Ayının burnu kanamış, karnı göze batacak şekilde şişmişti, kan burnunda kurumuş, etrafında sinekler uçuşuyordu. Bu sevincin kaynağı yeni öldüğü anlaşılan işte bu ayıydı. Çocuklar sevinç kahkahaları atarak ayının yanına gidiyor, karnına tekme atıyor, kulaklarıyla oynuyorlardı. Büyükler ise çocukların taşkınlıklarına bakıp gülümsüyorlardı. Yapılacak bir şey yoktu, ben de gülümsediğimi fark ettim, yine de çocuklara ‘tekme atmayın günah’ dedim sanırım. Büyüklere, ‘Ayıya ne yapacaksınız!’ diye sorduğumda çok gerçekçiydiler;

‘ne edenik, yuvarliyenik ha bureden aşağa da!’

Köy halkı ve çocuklar için bu ayı ne bir Ayı Yogi (Yogi Bear) ne de Oyuncak Ayı (Teddy Bear) idi. Aslında o, J.J.Annaud’a aynı adlı filminde gördüğümüz ayıya çok benziyordu; ama o köylülere yönetmene göründüğü gibi romantik bir tarzda değil, sanırım daha çok antropologların bahsetmeyi sevdiği öldürülen bir totem hayvanı gibi görünüyordu.

Bu bağlamda Trabzon’lu rahip P. Minas Bijişkyan’dan bir alıntı yapmanın tam zamanı. Bijişkyan 1817-18 yıllarında Hemşin’e gelir ve Ermenilerle, Müslümanların ziyaret ettikleri Haçikar adında bir manastırdan söz eder ;

 Burada gerek Ermeni ve gerek Müslümanların rağbet ettikleri bir ziyaretgah olan Haçikar adında bir manastır vardır. Manastır binasının yanında büyük bir çan bulunur. Bundan başka, orada, ziyaretgah olarak çok rağbet edilen bir ayı mezarı vardır. Mezarın üzerinde, aynı ayının manastıra on iki sene sadıkane hizmet etmiş olduğu yazılıdır ve cahil Ermeni ve Müslüman halk, hayvanın ölüm yıldönümü gününde gidip dua eder (Bıjışkyan 1818).

Eğer Bijişkyan’ın bu söylediklerini doğru kabul edecek olursak, ayının Hemşinli’lerin imgelemindeki yeri daha da açıklık kazanır; bu ‘Ayı Avcıları’ ayıları acımasızca katlettikleri gibi onlara bir kutsallık halesi de  bahşetmişlerdir, onları birer aziz yahut evliya mertebesine yükseltmişlerdir. Bu evliya ayıların büyük bir olasılıkla İslam ve Hristiyanlık öncesi inanışlarda daha merkezi bir yeri vardı; fakat Hristiyanlığın zuhuru ile bu ayılar ‘manastıra on iki sene sadıkana hizmet’ edebilecek kadar Hristiyanlaşmışlardı. Kuşkusuz Bijişkyan 19. yüzyıl aydınlarının o snob/oryantalist tavrı ile Hemşinlileri ‘cahil’ olarak adlandırarak halt etmiş, kendi ‘cehlini’ açığa vurmuştur. Yine de Hemşinliler’in evliya mezarlarını ziyaret ettiklerinde insan ya da ayı ayırt etmeksizin gösterdikleri ihtiram ve saygının deruni bilgeliğini bugün bile idrak edebileceklerin sayısınınaz olduğunu düşünürsek Trabzonlu rahibi hoş görmemiz mümkündür. Ayı deyip geçmeyin, öyle anlaşılıyor ki bu oldukça akıllı, zeki ve dindar Hemşinli ayılar, yalnızca ‘ayı milleti’nin değil kiliselere ve camilere giden inançlı insanların da sevgisini  kazanmışlardı; bir yandan onların ballarını, armutlarını, mısırlarını yerken öte yandan da bol bol hayır dualarını almanın yolunu bulmuşlardı, böylece hem sevap kazanıyor hem deekosisteme haylice katkı sağlamış oluyorlardı. Allahonlardan razı olsun.

Ayılarla insanların işbirliği içine girdikleri de vakidir. ‘Arka derede’ komşu köylerden bir tanesinde, ayılarla dostluk kuran yaşlı bir kadın, ayının sırtına binip bahçelerdeki ekini ona gizlice yediriyormuş. Topal İsmail bu ayıyı öldürmek istediğinde yanlışlıkla ayıyı değil kadını bacağından vurmuş. Karakaş Tahsin’in torunu Hevva (d.1952) bu olayı şöyle anlatıyor ;

Alti yoni oturen kocakari gece bi ayuye bineyi gelup bağçiye ekini uğa yedureyi miş. Topal İsmail kollomiş akşomden ayuyi vureceğimiş tutturememiş oma kocakariyi bacağinden vurmiş. Derle ki buni kureyle olmiş iş değil derle.

Ayrıca elimizde bulunan belgeler, ayıların Hemşin edebiyatınin gelişmesine de önemli katkılarda bulunduğunu ortaya koyuyor (Puncukci Fahri d.1922). Ayılar, yörede yazılan bazı destanların esasoğlanları, baş aktörleridir. Aşağıdaki destan, Marian Engel’in ‘Ayı’ adlı romanı ve William Walton’un aynı adlı operasıyla birlikte ayı edebiyatının 20 yy. önemli temsilcilerinden biri sayılmalıdır. Burada Başköy’lu şair Muhammed Temur’un (1901-1981) bir destanından söz edeceğiz. Mısır tarlasına küçük bir kuzu ile giren ineği  ‘Ayu ilen  kotiti’ (Ayı ile yavrusu) zanneden bir köylü alelacele tüfeğini alarak hayvanları yaylım ateşine tutar ve ineği öldürür, kuzu kurşun yağmurundan yakasını tesadüfen kurtarır. Bu dalgınlığı ve dikkatsizliği yüzünden telef olunup giden ineğin hal-i pür melali aynı köyde yaşayan şairimizi fena halde dertlendirir, şairimiz kalemi eline alarak bu vakayı, onun sorumluları ve kahramanlarını kıyamete kadar belleklere nakşedecek bir destan yazmaya başlar;

Başladum yazmağa kalemi aldum
Duşendum inceden efkare daldum
Geçen gün Başköy’den bir haber aldum
Seğeri vurmişler ayudur deyi

Burada kuşkusuz bütün suç eli ayağına dolaşan, şaşkın köylünün değildir. inek de suçludur, ince düşünen  şairimiz bu detayı ihmal etmez ;

Seğerde kabahat vardi farazi
Girmişti tarliye akşom nemazi

Çok doğru! Akşam namazında bu münasebetsiz ineğin mısır tarlasında ne işi olabilirdi ki? Ama yine de asıl kabahat tetiği çekendedir ve şairimiz lafını hiç esirgemeyecektir ;

İnsonlerun eşek olur bazisi
Fark edemez nedur görduği şeyi

Kuzunun kurtuluşu şairimizin teselli kaynağıdır, buna çok sevinmiştir ;

Kuzi seğerun yonine gitti
Ayunun kotiti vardur zonnetti
Vurmak istemişti cephone bitti
Nasilki yecekti kucuk bebeği

Bu destanı yazılış nedenini de ince fikirli şairimiz şöyle dile getirir ;

 Yazmak istemezdum şimdi bu halde
Ne yapeyim mızrak durmaz çuvalde
Yazmasom kalurom belki vebalde
Şair olan yazar böyle her şeyi

Elbette şairler sorumludur, mızrak çuvalda hakikaten durmaz, kanayan sosyal yaraları şairler dile getirmelidir, yoksa bunun vebalini taşımak pek kolay olmayacaktır. Bu güzel mısralar ayılara neler borçlu olduğumuzu daha iyi  anlamamızı sağlıyor.

En çok Kuzey Asya ve Kuzey Amerika yerlilerinin inançlarında karşımıza çıkan ayılar, bugün Bern, Berlin gibi Avrupa’nın önemli kentlerinin sembolleri olarak da karşımıza çıkıyorlar ki bunun Avrupa’nın yerlileri olan Kelt’lerin Ayı Tanrıçası Artio’yu köken almakta olduğu bilinmektedir. Bu şu anlama gelir; ayılar yalnızca Hemşin’de değil, eskiden olduğu gibi günümüz Avrupası’nda da  ağırlıklarını koymaktadırlar.  Hatta ayılara duyulan saygının bir göstergesi olarak birçok Türk boyunda ayıya amca, dayı ve hatta baba diye seslenilmektedir. Bu kültürlerde de tıpkı günümüz Anadolusu’nda  olduğu gibi ayıların genç kızları kaçırdığına dair hikayeler de yaygındır.

Senozluların iyi bildiği bu türkü Hemşinli bir ayı şair tarafından söylenmiştir. Bu ayı köyden bir kız kaçırmış ve onunla evlenmiştir, bütün köylüler kızlarının perilere karıştığını düşünürken nedendir bilinmez ayı, tam yedi yıl sonra kızı köyüne geri götürmeye karar vermiştir. Köylüler kızlarını görünce çok sevinmiş ve ayıya minnettar kalmışlardır. Ayı ise büyük bir keyifle bütün köylülerin önünde saatlerce horon oynamış ve türkü söylemiştir. Bu türkülerden yalnızca iki mısra hatırlanıyor ;

Yedi sene ustine geturdum kizunuzi
Çikun kapiye bakun tuyli eniştenuzi

Horon oynayan Karadenizlilere özellikle Hemşinlilere biraz da buradan bakmak ufuk açıcı olabilir.                

Ayılara takılan bu kutsallık halesi olmasaydı Hemşinliler insanlara ‘Ayu’ lakabını takmaktan imtina ederlerdi. Oysa Hemşin’de ‘Ayu Hamza, Ayu Muhiddin’ diye anılan insanlarla tanıştım ve onların bu lakabı gururla taşıdıklarını farkettim ki bu genellikle ‘kolli kuvvetli’ ve esrarengiz insanlara verilen bir lakaptır, bunun da Hemşinliler için kutsal bir değere işaret ettiği kesindir ‘Ayu’ sözcüğü yalnızca övgü için değil yergi içinde kullanılmaktadır. Çok garip bir durumdur bu, öyle anlaşılıyor ki Hemşin’de (belki de bütün Anadolu’da)  bir insanı göklere çıkarmak yada yerin dibine batırmak istenirse ona kısaca ‘Ayı’ diyebilirsiniz. Buda, eskiler için ayının bir bakıma totem hayvanı olduğu yönündeki tezimizi kuvvetlendirmektedir (Freud, totem hayvanların insanlarda yoğun ‘ambivalans’ duyguları uyandırdığından söz etmiştir).

1930’lu yıllarda Senoz’da geçen bir anekdotla ayulara veda edeceğiz. Çayeli’nin yukarı kesimlerinde Senozlu Hemşinliler, aşağı bölgelerinde ise Senozluların Horum diye adlandırdıkları insanlar oturur. Sahile yakın ‘Horum’ köylerinden biri olan Havira’da yaşayan şair Ahmet Geniş, Hahonç’lu şair Yakuplerun Halid ile bir düğünde karşılaştıklarında Senozlu’lara, Hemşin kökenli oldukları için midir yoksa yükseklerde yaşadıkları için midir bilinmezbir atma türkü bahane ederek fena sataşmıştır ;

Siz kada adom olur yali görmiyen yali
Beyinmisiz dağlere sade kermisiz çali

Bu da ne demek oluyor? Gürgenli (d.1925) başka bazı yaşlı Senoz’lular gibi, ‘sade kermisiz çali’ (sadece çalı kırmışsınız) sözlerini şerh ederken şairin Senozlu’ları açıkça ‘Ayu’lara benzettiği görüşündedir. ‘Çünki’ diyor Gürgenli ‘ayuler armut ağacine çikarken dalleri kerarler, bida  dağlerde komar çaliluklerinun ustine gezerken, çaliler ha boyle eyeklerinun altine xeç xeç kerelur’. Pes doğrusu!

Yakuplerun Halid bu tarizlere Senozlu’lara yakışan bir karşılık vererek atışmadan yüzünün akıyla çıkmıştır;  

Dilleri bulbul olmiş hapsi yemiş tavali
Gelmiş kime taş atar Havira’nun çakali
İstonbolden mi geldun sen da bi Havirali

                                    -------------------------


 İsmail Akyıldız
Gor Dergisi Sayı 4 Bahar 2016




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder