Arılı Deresi vadisi üzerinde yer
alan köyümüz, Fındıklı’ya 15 km uzaklıktadır. Yerleşim alanı, yönümüz kuzeye
baktığında sağ yamaçtadır. Karşı tarafta fındık ve çay tarlaları başta olmak
üzere tarım ve orman alanları mevcuttur. Bu alanlara ulaşmak ancak köprülerle
mümkündür. Yağmur fazla yağdığında köprülerin defalarca dere tarafından
götürüldüğüne şahit olunmuştur.
Bizim coğrafyada; dere, köprü ve
göller yöre insanının sosyal ve ekonomik hayatında önemli yer tutmaktadır.
Köyde yaz aylarında derede yüzmek
(öncelikle tarlada çalışıp yoruldukdan sonra) en önemli eğlencelerden biridir.
Akarsu yatağında doğal olarak oluşmuş insan boyunu geçen bir çok göl (Goloskur,
Okulunaltı , Cevizdibi, Bağanoğ gibi.. göller) vadır.
Köyümüz derelerinin, evsel
atıkların akarsulara verilmemesi nedeniyle temiz olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Doğal göller; başta çocukların olmak üzere bir çok insanın,
gülmek, eğlenmek, güzel zaman geçirmek ve de günün yorgunluğunu atmak üzere (hava
yağmurlu değilse) buluştuğu - yüzdüğü yerlerdir. Bu gelenek geçmişte olduğu
gibi günümüzde de daha fazla katılımla devam etmektedir.
Arazi yapısının oldukça
elverişsiz olduğu yöremizde değişik nedenlerle bir çok insanın hayatını
kaybettiğini çocukluğumda, büyüklerimden dinledim. Bunlardan biri de Gülali’nin
boğulma olayıdır. Halil Dede’nin (Halil Kutluata) insan hayatını ilgilendiren
başta ölümle sonuçlanan olayların arkasından (hiç düşünmeden) söylediği -
yazdığı, oluş şeklini ve duygusal yönünü ölen kişinin yakınlarının söylemi gibi
dile getirişi gerçekten bir kabiliyet ve beceri işi olduğunu söylemeliyim. Bir
çok kişinin destanını, onun güzel ve yanık sesinden dinledim. Halil Dede; halk
ozanı, aynı zamanda da halk şairi idi bana göre. Yazdığı destan - şiir - hikaye
ve söylem sayısı oldukça fazladır. Gülali’nin Destanı’nın da Halil Dede
tarafından oğlu için; en yalın, en içten duygularla dile getirilmiş, evlat
acısını en ince detaylarına kadar yansıtan destanlardan biri olduğunu söylemeye
gerek var mı bilmiyorum.
Gülali’nin 1930’lu yılların
sonlarında derede yüzerken boğulduğunu biliyordum. Gülali ve arkadaşları
Cevizdibindeki göle yüzmeye gittiklerinde, babam ( 8-10 yaşlarında olduğunu
söylerdi.), Yunus Amca (Öztürk), Tahsin Amca (Kutluata), ve Gülali’nin kardeşi
Muhammet Amca’da orada kenarda oynuyorlarmış. Ancak hiç kimse bana bu olayın
değil gününü - ayını, yılını bile tam olarak söyleyemedi.
Olay şöyle gerçekleşmiş; Gülali
kendi yaşıtları (15 yaşında olduğu söyleniyor) ve kendinden küçüklerle birlikte
dereye (fotografta görünen göl) yüzmeye gidiyor. Dereye atladığında belli bir
mesafeden sonra kontrolü kaybedip inip - çıkmaya başlıyor. Babam ve diğer
çocukların yapacakları pek bir şey yok. Yardıma Paşa Amca (Atagün) gidiyor.
Gülali can havliyle ona sarılıyor ve ikisi beraber batıp – çıkmaya başlıyorlar.
Gülali daha önce suyun dibine batıyor. Mahalledeki büyüklerin haberi oluyor,
fakat onlar gelinceye kadar iş işten geçiyor. Ancak Paşa Amca’nın durumu da
oldukça kötü, onun imdadına kardeşi Mahmut Amca yetişiyor ve kurtarıyor. Nazif
Ali Kutluata - Mahmut Küçükşahin (dedeler) olay yerine gelmelerine rağmen
Gülali için artık her şey çok geçtir. Halil Dede Çorag’da yayladadır. Ona haber
vermek gerekir. Haberi veren annen öldü seni bekliyorlar der ve Halil Kutluata
köye gelir. Anası, eşi ve Gülali’nin dışında herkes oradadır. Kimse Gülali’nin
boğulduğunu cesaret edip söyleyememektedir. Çkemişoğlu Şevki (Kutluata) - bende
kısa bir süre önce oğlumu kaybettim. “seni en iyi ben anlarım . Gül Ali
boğuldu” der.
Necmettin Kutluata (Halil
Dede’nin torunu, iyi tulum çalması ve güçlü hitabeti gibi bazı özelliklerinin
benzediğini söyleyebilirim), bu gölden yaklaşık beş yüz metre uzaklıkta ve 200
metre yükseklikteki evinin yanında oturma yeri yapmış (6-7 m2). Bir çok dost ve
akraba ile sohbet ettiğim, çay içtiğimiz bu küçük, fakat mütevazi yerde
oturunca Amiras vadisi, 2200 metre yüksekliğinde ki Siprane Tepesi, sol tarafta
Yangın Yaylası, Kaçkarlara doğru Cümenik Yaylası da tamamen göz önüne geliyor.
Gülali’nin boğulduğu gölü tepeden gören çok sevdiğim bir mekan olmuş. Çok
sevdiğim çocukluk arkadaşıma bu güzel yeri hizmete sunduğu için de ayrıca
teşekkür etmek isterim.
Yolun üst tarafında, çay ve
fındık tarlam var. Yukarıya doğru tırmanırken, telefonum çaldı. Telefonda
değerli meslektaşım, arkadaşım - dostum Mehmet Ali Hindistan “Ağabey Halil
Kutluata’yı tanıyor musun” dedi. Evet dedim. Oğlu Gülali boğulmuş, biliyor musun
dedi. Senin iletişim adresine iki belge gönderiyorum dedi ve ekteki M. Ali’nin
Babası, Gülali’nin öğretmeni Avni Amca’nın Halil Dede’ye yazdığı duygu dolu
taziye mektubunu ve Halil Dede’nin cevaben karşılık verdiği 1938’in sonlarında
yazılan mektupları aldım. Gülali’nin boğulma tarihini Halil Dede’nin Avni
Amca’ya yazdığı mektuptan 1 Eylül 1938 Perşembe saat 11 olduğunu öğreniyoruz.
Başta, Avni Hindistan’ın geçmişle ilgili bu tür bilgi ve belgeleri sakladığı ve
bizlere ulaştırdığı için saygılarımı iletmek isterim. Ayrıca babasının
birikimine sahip çıkan Mehmet Ali kardeşime de teşekkür eder, kutlarım. Yazıda
ismi geçen ve aramızdan ayrılan değerli insanları saygı - sevgi ve özlemle yad
ediyor, yaşayanlara güzel ve uzun ömürler diliyorum.
Gülali’nin destanından bir bölüm;
(destanın çok daha uzun olduğunu biliyorum. Ancak Necmettin Kutluata’dan bu
kadarını alabildim.)
Gülali’nin
Destanı
Ağustos onalti Cuma ertesi
Yavrinun yuzmağa vardur hevesi
Kurusun bu yaylaciler deresi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul
Karşıya otlayan beyaz koyindur
Beni yakan senun selvi boyundur
Yaktun beni ateşlere soyindur
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul
Çapuklinun başi salma tepesi
Poşğhutten duyulur tangalun sesi
Tükendi kalmadi sondi nefesi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul
Oğul gülçiçeğum sarilelum mi
Bugun son gunumuz ayrilelum mi
Kiyamete kadar darilelum mi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul
Evlat deduğundur duğun hevesi
Nasip olamadi gelin etmesi
Ateşten bir gömlek zordur geymesi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul
Duşsam deryalara deryalar boğar
Evladi olana bir gün gün doğar
Bizum dağa yağmur ilen kar yağar
Gülalim Gülalim ağh oğul
Dokuz ay karninde analar saklar
Doğduğu saatte hemen kucaklar
Sazluk olur şereflenur ocaklar
Sazluk şerefumi yiktun ağh oğul
Mayis ayı gelur şen olur dağlar
Gene yaylalara yurur çobanlar
Ufak buyuk sari oter tangallar
Yikilsun bu dağlar ağh oğul oğul
Nice zatlar gelmiş misafir hani
Peygamberler değil sultanlar hani
Veren alur bizden bu tatli cani
Vakti saati var ağh oğul oğul
Not:
İlk dört kıta İsrafil Akman tarafından Yasemin Kepenek ten kaydedilmiştir.
EKLER:
2 adet mektup
2 adet mektup
Ekim 2012
Kars
17/Eylül/938
17/Eylül/938
Viçe Yaylacılar
Köyünde
Kardeşim Bay Halil
Kutluata
Derede yüzerken evlâdınızın
boğularak ebediyen ayrılan, daha doğrusu sabı olan bu yavrunun rahmeti rahmana
kavuştuğunu bir kaç haftadanberi bizden uzaklarda olan benim bölük arkadaşların
bölüge avdedinde haber aldım. çok müteessirim…
Evlat acısının bütün elem ve
ıztirapları gönülden duyan siz kardeşime ve göz yaşları dinmeyen refikanız
zavalli hemşerime, arzı taziyet eder tanrım sabırlar versin derim….
Yüzerken boğulan evladınız,
anladığıma göre talebem olan büyük evladınız olacak!..
Eğerki o nasibsiz talebem ise
nasıl söyleyimki, bu yad illerindeki teessürlerimi size kadar size kadar
ulaştırmış olayım..Evladım yokki, ğurbetin bu acı günlerinde talebem olan
evladınızdan dolayı duyduğum iztirap, bir evlât gibidir deyim. ve bir baba
şefkatile teessür ve hicranlarımı size kadar feryat edeyim.
Fakat ümit ederimki, insan
mefhumunun altında tasavvur edilen insani his ve duygular, birde buna inzimam
amil, komşuluk, gönül yakınlığı, sevgiler..birbirimizi yad ederken hiç şüphe
yokturki böyle bir sevdiğimizin derdine aynen iştirak etmemiz evvela insanı bir
his, sonrada komşu ve ahbaplığımızdan duyulacak elem ve iztiraptır.
Bir dakikalık ömrümüzü hercu merç
ederek yaşamak dünyasında evlâtlarının masumiyetine, her türlü mihnetine
katlanan siz baba, ve evlatlarının te’essür ve hicranlarını hiç gizlemeden açik
bir lisanla feryat eden annesinin kalbı kaderin bu acı nasıbı olan bu evlât
ayrılığı dolayısile kalbınız dolmuş göz yaşlarınız sıcak pınarlar gibi
akmıştır.
Birbirimizi veya hut varlığımız
kadar medyün olduğuğumuz sevdiklerimizi alıp ebediyete uçuran ölüm…bu acı ve
muhakkak olan bir hakikat….ne çareki tanrının kuluna verdiği en büyük
iztiraptır.ve ulu tanrı bu iztırabı kuluna yüklerken taşların tahammülü mümkün
olmayan bie cevher : sabır ve tahammül de bahşetmiştir.
Onun için bağrınıza ateş salan bu
mini mini talebem ve evlâdınızı fatıha ve hürmetlerle yad ederek sabır ve
tahammülünüzü beklerim kardeşim.
İztirabımın en acıklı ve
canli ciheti şudur :Zeki ve aile terbiyesi yerinde gördüğüm bu sevimli yavrunun
ders esnasında arkadaşlarının ğah ortalarında ğah sıranın bir kenarında kuzu
gibi uslu ve mütebessim bir çehre ile hala hayalının gözlerimden çekilmemesi ve
nezih bir köylü çocuğunun masumiyeti kalbımdan silinmemesidir.
Ah zavallı yavrum..sınıfta
bırıcık talebem, Gülali.. ne yazıklar ki hakikaten bir gül çiçeği kadar ömrün
varmış!. sana bir türlü zavalli kelimesini yakıştıramıyorum…. ayrılışlarından
te’essür ve elemlerini zapt edemeyen anne ve babanın genç ve günahsız cennet
çiçeği!... sen sus ve ebediyen uyu….
Hiçranını annen çekecek..ve genç yaşta ğıda olduğun kara topraklardan matemlerin fışkırırken (Sevdiklerin) hepsi yanına gelecekler.. İsmin kadar güzel olan gül çiçekleri topla…ve elindeki bu çiçeklerle onları karşılarsın…Artık anne babana iztirap verme yavrum……
Hiçranını annen çekecek..ve genç yaşta ğıda olduğun kara topraklardan matemlerin fışkırırken (Sevdiklerin) hepsi yanına gelecekler.. İsmin kadar güzel olan gül çiçekleri topla…ve elindeki bu çiçeklerle onları karşılarsın…Artık anne babana iztirap verme yavrum……
Tekrar olarak tanrımdan sabırlarınızı dilerim kardeşim….
Kars 29.alayda
Avni
Sunay
Halil Kutluata'nın
Avni Sunay'a (Hindistan) cevabı
Sayın kardaşım bay Avni,
Hayatın uzucu iztirapları içinde kıvranan bir mahluku
ruhunevaz bir eda ile okşamak, ne büyük bir saadet ve şafakattır. Bu da
Tanrının kullarına bahşettiği manevi kudret merhemidir. Oyle bir marhamdırki:
tasavvur edilmeyen en korkunç yaraları bile tedavi eder. Nitekim göderdığınız
bir mektup değil böyle bir tabiat semeresidir. Kanayan kalbımı teskine çalışan
büyük Türk ulusunun münevver evlâdı,vatandaşının elemi teessürlerini
benimseyerek yurt köşelerinden meserretle gelen iştiraki yeislerini takdir
ederim. Tahrıratınızı okuyunca kalbımdan kopan coşkun bir sevincimin sürür
raşaları ile karşılandığımı iftiharla kayıt edebilirim. Demekki Talebeniz
ciğerparemin acı akıbetine bir baba şefkatile kalben duyduğunuz his ve
meyüsiyetten dolayı sönmez sayğı ve ihtiramlarımı arzeylerim. Malumya ,insanlar
üzerinde irsiyet ve cinsiyet denilen iki gönül cazibesi vardır. İşte insanları daimi
surette birbirlerine karşı besledikleri sevgi ve hissiyat ve duygularile
bu tesirlerin hepsinin fevkında gördüğüm ve rikkkatınızı nazar ederken
ruhiyattçi bir fert olduğunuzu tahassüslerimle iş’ar ederim. Silkinip kurtulmak
istediğim, meş’üm mukadderatın acı iztiraplarından muztarip gönlümü teskin eden
yazınızı okurken ah ! biçare yavrum ; deyip mazının karanlık amâkına ğark olan
(Gürsu okulun)daki çiğerparemi zatınıza takdim ettiğim günleri gözlerimin
önünde tecessüm eder. Ahh..çiğerim ! O,tatli günler bir rüya gibi geçti. Şen
olan kalplerde bir meyüsiyet var. Tabiatın solğun hayatına karışan evlâdımın
olmayan ruhu, tatli öğütlerinizi hürmet ve saygılarimle kabul ediyorum. Baharın
neş’esile açılan(Gül Çiçekleri)temevvüç edip koklarken, talebenizin ismini
hatırlayıp bir dakika ruhuna fatıhai şerife getirmenizi dilerim. Akıcı suların
durğun, yosunlu göllerini temaşa ederken; imdadına kimsenin yetişemediği ve
suların idarei zevkine kalarak solun gibi yosunlar üstüne inen(Gül Ali)yi yakın
bir istikbalda size de nasip olacak bir evlât gibi, kulağınıza(gül)sedasi temas
edince aynı his ve teessürü duymanızı isteklerim(henüz göncasi)açılmayan ana
babanın nazlı çiçeğini solduran ve hiçbir veçhile payıdar olmayan menhüs
gölleri lanetle,nefretle anmanızı rica ediyorum. Ansızın ruhur eden bu
hırpalayıcı azabı ben değil, umum matbuatının bile tasviri tahrir etmekten acız
bulunur.Böyle muphem mukadderatı idrak etmek ancak tanrime mahsustur.Kardeşim :
1/Eylül/938 Perşembe günü saat 11 raddelerinde mahalle çucuklarile dereye inen
yavrum bir esbabi vesile ile dünyaya gözünü yumuyor. Çocukların acıklı
feryadını duyan bir iki yüzmek bilmeyen şahisler güçhal gölden çıkarıyorlar.
Fakat heyhat!.bir çiçek gibi sararıp solmuştu. Göz yaşları bir sel gibi akan
çoçuğun validesi,ve büyük validesi sevi ile ve hürmetlerle selâm ederler.
Bilvesile sevgi ve saygılarla zatınızı selamlarım.
Kardeşiniz
Halil Kutluata
Halil Kutluata
http://kutluata.net/GulAli.aspx web sitesinden alınmıştır. Emek verip bu
değerli destanı ve hikayesini bugünlere, bizlere ulaştırdığı için Asim
Kutluata’ya ve bizi bu çalışmadan haberdar eden İsrafil Akman arkadaşımıza
teşekkür ederiz.
Asım Kutluata
Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder