27 Şubat 2018 Salı

DERE VE GÜLALİ'NİN HİKAYESİ


    
Arılı Deresi vadisi üzerinde yer alan köyümüz, Fındıklı’ya 15 km uzaklıktadır. Yerleşim alanı, yönümüz kuzeye baktığında sağ yamaçtadır. Karşı tarafta fındık ve çay tarlaları başta olmak üzere tarım ve orman alanları mevcuttur. Bu alanlara ulaşmak ancak köprülerle mümkündür. Yağmur fazla yağdığında köprülerin defalarca dere tarafından götürüldüğüne şahit olunmuştur. 

Bizim coğrafyada; dere, köprü ve göller yöre insanının sosyal ve ekonomik hayatında önemli yer tutmaktadır.

Köyde yaz aylarında derede yüzmek (öncelikle tarlada çalışıp yoruldukdan sonra) en önemli eğlencelerden biridir. Akarsu yatağında doğal olarak oluşmuş insan boyunu geçen bir çok göl (Goloskur, Okulunaltı , Cevizdibi, Bağanoğ gibi.. göller) vadır.

Köyümüz derelerinin, evsel atıkların akarsulara verilmemesi nedeniyle temiz olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Doğal göller; başta çocukların olmak üzere bir çok insanın, gülmek, eğlenmek, güzel zaman geçirmek ve de günün yorgunluğunu atmak üzere (hava yağmurlu değilse) buluştuğu - yüzdüğü yerlerdir. Bu gelenek geçmişte olduğu gibi günümüzde de daha fazla katılımla devam etmektedir.

Arazi yapısının oldukça elverişsiz olduğu yöremizde değişik nedenlerle bir çok insanın hayatını kaybettiğini çocukluğumda, büyüklerimden dinledim. Bunlardan biri de Gülali’nin boğulma olayıdır. Halil Dede’nin (Halil Kutluata) insan hayatını ilgilendiren başta ölümle sonuçlanan olayların arkasından (hiç düşünmeden) söylediği - yazdığı, oluş şeklini ve duygusal yönünü ölen kişinin yakınlarının söylemi gibi dile getirişi gerçekten bir kabiliyet ve beceri işi olduğunu söylemeliyim. Bir çok kişinin destanını, onun güzel ve yanık sesinden dinledim. Halil Dede; halk ozanı, aynı zamanda da halk şairi idi bana göre. Yazdığı destan - şiir - hikaye ve söylem sayısı oldukça fazladır. Gülali’nin Destanı’nın da Halil Dede tarafından oğlu için; en yalın, en içten duygularla dile getirilmiş, evlat acısını en ince detaylarına kadar yansıtan destanlardan biri olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum.

Gülali’nin 1930’lu yılların sonlarında derede yüzerken boğulduğunu biliyordum. Gülali ve arkadaşları Cevizdibindeki göle yüzmeye gittiklerinde, babam ( 8-10 yaşlarında olduğunu söylerdi.), Yunus Amca (Öztürk), Tahsin Amca (Kutluata), ve Gülali’nin kardeşi Muhammet Amca’da orada kenarda oynuyorlarmış. Ancak hiç kimse bana bu olayın değil gününü - ayını, yılını bile tam olarak söyleyemedi.

Olay şöyle gerçekleşmiş; Gülali kendi yaşıtları (15 yaşında olduğu söyleniyor) ve kendinden küçüklerle birlikte dereye (fotografta görünen göl) yüzmeye gidiyor. Dereye atladığında belli bir mesafeden sonra kontrolü kaybedip inip - çıkmaya başlıyor. Babam ve diğer çocukların yapacakları pek bir şey yok. Yardıma Paşa Amca (Atagün) gidiyor. Gülali can havliyle ona sarılıyor ve ikisi beraber batıp – çıkmaya başlıyorlar. Gülali daha önce suyun dibine batıyor. Mahalledeki büyüklerin haberi oluyor, fakat onlar gelinceye kadar iş işten geçiyor. Ancak Paşa Amca’nın durumu da oldukça kötü, onun imdadına kardeşi Mahmut Amca yetişiyor ve kurtarıyor. Nazif Ali Kutluata - Mahmut Küçükşahin (dedeler) olay yerine gelmelerine rağmen Gülali için artık her şey çok geçtir. Halil Dede Çorag’da yayladadır. Ona haber vermek gerekir. Haberi veren annen öldü seni bekliyorlar der ve Halil Kutluata köye gelir. Anası, eşi ve Gülali’nin dışında herkes oradadır. Kimse Gülali’nin boğulduğunu cesaret edip söyleyememektedir. Çkemişoğlu Şevki (Kutluata) - bende kısa bir süre önce oğlumu kaybettim. “seni en iyi ben anlarım . Gül Ali boğuldu” der.

Necmettin Kutluata (Halil Dede’nin torunu, iyi tulum çalması ve güçlü hitabeti gibi bazı özelliklerinin benzediğini söyleyebilirim), bu gölden yaklaşık beş yüz metre uzaklıkta ve 200 metre yükseklikteki evinin yanında oturma yeri yapmış (6-7 m2). Bir çok dost ve akraba ile sohbet ettiğim, çay içtiğimiz bu küçük, fakat mütevazi yerde oturunca Amiras vadisi, 2200 metre yüksekliğinde ki Siprane Tepesi, sol tarafta Yangın Yaylası, Kaçkarlara doğru Cümenik Yaylası da tamamen göz önüne geliyor. Gülali’nin boğulduğu gölü tepeden gören çok sevdiğim bir mekan olmuş. Çok sevdiğim çocukluk arkadaşıma bu güzel yeri hizmete sunduğu için de ayrıca teşekkür etmek isterim.

Yolun üst tarafında, çay ve fındık tarlam var. Yukarıya doğru tırmanırken, telefonum çaldı. Telefonda değerli meslektaşım, arkadaşım - dostum Mehmet Ali Hindistan “Ağabey Halil Kutluata’yı tanıyor musun” dedi. Evet dedim. Oğlu Gülali boğulmuş, biliyor musun dedi. Senin iletişim adresine iki belge gönderiyorum dedi ve ekteki M. Ali’nin Babası, Gülali’nin öğretmeni Avni Amca’nın Halil Dede’ye yazdığı duygu dolu taziye mektubunu ve Halil Dede’nin cevaben karşılık verdiği 1938’in sonlarında yazılan mektupları aldım. Gülali’nin boğulma tarihini Halil Dede’nin Avni Amca’ya yazdığı mektuptan 1 Eylül 1938 Perşembe saat 11 olduğunu öğreniyoruz. Başta, Avni Hindistan’ın geçmişle ilgili bu tür bilgi ve belgeleri sakladığı ve bizlere ulaştırdığı için saygılarımı iletmek isterim. Ayrıca babasının birikimine sahip çıkan Mehmet Ali kardeşime de teşekkür eder, kutlarım. Yazıda ismi geçen ve aramızdan ayrılan değerli insanları saygı - sevgi ve özlemle yad ediyor, yaşayanlara güzel ve uzun ömürler diliyorum.

Gülali’nin destanından bir bölüm; (destanın çok daha uzun olduğunu biliyorum. Ancak Necmettin Kutluata’dan bu kadarını alabildim.)

Gülali’nin Destanı

Ağustos onalti Cuma ertesi
Yavrinun yuzmağa vardur hevesi
Kurusun bu yaylaciler deresi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Karşıya otlayan beyaz koyindur
Beni yakan senun selvi boyundur
Yaktun beni ateşlere soyindur
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Çapuklinun başi salma tepesi
Poşğhutten duyulur tangalun sesi
Tükendi kalmadi sondi nefesi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Oğul gülçiçeğum sarilelum mi
Bugun son gunumuz ayrilelum mi
Kiyamete kadar darilelum mi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Evlat deduğundur duğun hevesi
 Nasip olamadi gelin etmesi
Ateşten bir gömlek zordur geymesi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Duşsam deryalara deryalar boğar
Evladi olana bir gün gün doğar
Bizum dağa yağmur ilen kar yağar
Gülalim Gülalim ağh oğul

Dokuz ay karninde analar saklar
Doğduğu saatte hemen kucaklar
Sazluk olur şereflenur ocaklar
Sazluk şerefumi yiktun ağh oğul

Mayis ayı gelur şen olur dağlar
Gene yaylalara yurur çobanlar
Ufak buyuk sari oter tangallar
Yikilsun bu dağlar ağh oğul oğul

Nice zatlar gelmiş misafir hani
Peygamberler değil sultanlar hani
Veren alur bizden bu tatli cani
Vakti saati var ağh oğul oğul

Not: İlk dört kıta İsrafil Akman tarafından Yasemin Kepenek ten kaydedilmiştir.
EKLER:
2 adet mektup  

Ekim 2012 

      Kars                 
17/Eylül/938           
Viçe Yaylacılar Köyünde
Kardeşim Bay Halil Kutluata

Derede yüzerken evlâdınızın boğularak ebediyen ayrılan, daha doğrusu sabı olan bu yavrunun rahmeti rahmana kavuştuğunu bir kaç haftadanberi bizden uzaklarda olan benim bölük arkadaşların bölüge avdedinde haber aldım. çok müteessirim…
Evlat acısının bütün elem ve ıztirapları gönülden duyan siz kardeşime ve göz yaşları dinmeyen refikanız zavalli hemşerime, arzı taziyet eder tanrım sabırlar versin derim….
Yüzerken boğulan evladınız, anladığıma göre talebem olan büyük evladınız olacak!..
Eğerki o nasibsiz talebem ise nasıl söyleyimki, bu yad illerindeki teessürlerimi size kadar size kadar ulaştırmış olayım..Evladım yokki, ğurbetin bu acı günlerinde talebem olan evladınızdan dolayı duyduğum iztirap, bir evlât gibidir deyim. ve bir baba şefkatile teessür ve hicranlarımı size kadar feryat edeyim.
Fakat ümit ederimki, insan mefhumunun altında tasavvur edilen insani his ve duygular, birde buna inzimam amil, komşuluk, gönül yakınlığı, sevgiler..birbirimizi yad ederken hiç şüphe yokturki böyle bir sevdiğimizin derdine aynen iştirak etmemiz evvela insanı bir his, sonrada komşu ve ahbaplığımızdan duyulacak elem ve iztiraptır.
Bir dakikalık ömrümüzü hercu merç ederek yaşamak dünyasında evlâtlarının masumiyetine, her türlü mihnetine katlanan siz baba, ve evlatlarının te’essür ve hicranlarını hiç gizlemeden açik bir lisanla feryat eden annesinin kalbı kaderin bu acı nasıbı olan bu evlât ayrılığı dolayısile kalbınız dolmuş göz yaşlarınız sıcak pınarlar gibi akmıştır.
Birbirimizi veya hut varlığımız kadar medyün olduğuğumuz sevdiklerimizi alıp ebediyete uçuran ölüm…bu acı ve muhakkak olan bir hakikat….ne çareki tanrının kuluna verdiği en büyük iztiraptır.ve ulu tanrı bu iztırabı kuluna yüklerken taşların tahammülü mümkün olmayan bie cevher : sabır ve tahammül de bahşetmiştir.
Onun için bağrınıza ateş salan bu mini mini talebem ve evlâdınızı fatıha ve hürmetlerle yad ederek sabır ve tahammülünüzü beklerim kardeşim.
 İztirabımın en acıklı ve canli ciheti şudur :Zeki ve aile terbiyesi yerinde gördüğüm bu sevimli yavrunun ders esnasında arkadaşlarının ğah ortalarında ğah sıranın bir kenarında kuzu gibi uslu ve mütebessim bir çehre ile hala hayalının gözlerimden çekilmemesi ve nezih bir köylü çocuğunun masumiyeti kalbımdan silinmemesidir.
Ah zavallı yavrum..sınıfta bırıcık talebem, Gülali.. ne yazıklar ki hakikaten bir gül çiçeği kadar ömrün varmış!. sana bir türlü zavalli kelimesini yakıştıramıyorum…. ayrılışlarından te’essür ve elemlerini zapt edemeyen anne ve babanın genç ve günahsız cennet çiçeği!... sen sus ve ebediyen uyu….
        Hiçranını annen çekecek..ve genç yaşta ğıda olduğun kara topraklardan matemlerin fışkırırken (Sevdiklerin) hepsi yanına gelecekler.. İsmin kadar güzel olan gül çiçekleri topla…ve elindeki bu çiçeklerle onları karşılarsın…Artık anne babana iztirap verme yavrum……

        Tekrar olarak tanrımdan sabırlarınızı dilerim kardeşim….
Kars 29.alayda 
   Avni Sunay          


Halil Kutluata'nın Avni Sunay'a (Hindistan) cevabı 

Sayın kardaşım bay Avni,

Hayatın uzucu iztirapları içinde kıvranan bir mahluku ruhunevaz bir eda ile okşamak, ne büyük bir saadet ve şafakattır. Bu da Tanrının kullarına bahşettiği manevi kudret merhemidir. Oyle bir marhamdırki: tasavvur edilmeyen en korkunç yaraları bile tedavi eder. Nitekim göderdığınız bir mektup değil böyle bir tabiat semeresidir. Kanayan kalbımı teskine çalışan büyük Türk ulusunun münevver evlâdı,vatandaşının elemi teessürlerini benimseyerek yurt köşelerinden meserretle gelen iştiraki yeislerini takdir ederim. Tahrıratınızı okuyunca kalbımdan kopan coşkun bir sevincimin sürür raşaları ile karşılandığımı iftiharla kayıt edebilirim. Demekki Talebeniz ciğerparemin acı akıbetine bir baba şefkatile kalben duyduğunuz his ve meyüsiyetten dolayı sönmez sayğı ve ihtiramlarımı arzeylerim. Malumya ,insanlar üzerinde irsiyet ve cinsiyet denilen iki gönül cazibesi vardır. İşte insanları daimi surette birbirlerine karşı besledikleri sevgi ve hissiyat ve duygularile bu tesirlerin hepsinin fevkında gördüğüm ve rikkkatınızı nazar ederken ruhiyattçi bir fert olduğunuzu tahassüslerimle iş’ar ederim. Silkinip kurtulmak istediğim, meş’üm mukadderatın acı iztiraplarından muztarip gönlümü teskin eden yazınızı okurken ah ! biçare yavrum ; deyip mazının karanlık amâkına ğark olan (Gürsu okulun)daki çiğerparemi zatınıza takdim ettiğim günleri gözlerimin önünde tecessüm eder. Ahh..çiğerim ! O,tatli günler bir rüya gibi geçti. Şen olan kalplerde bir meyüsiyet var. Tabiatın solğun hayatına karışan evlâdımın olmayan ruhu, tatli öğütlerinizi hürmet ve saygılarimle kabul ediyorum. Baharın neş’esile açılan(Gül Çiçekleri)temevvüç edip koklarken, talebenizin ismini hatırlayıp bir dakika ruhuna fatıhai şerife getirmenizi dilerim. Akıcı suların durğun, yosunlu göllerini temaşa ederken; imdadına kimsenin yetişemediği ve suların idarei zevkine kalarak solun gibi yosunlar üstüne inen(Gül Ali)yi yakın bir istikbalda size de nasip olacak bir evlât gibi, kulağınıza(gül)sedasi temas edince aynı his ve teessürü duymanızı isteklerim(henüz göncasi)açılmayan ana babanın nazlı çiçeğini solduran ve hiçbir veçhile payıdar olmayan menhüs gölleri lanetle,nefretle anmanızı rica ediyorum. Ansızın ruhur eden bu hırpalayıcı azabı ben değil, umum matbuatının bile tasviri tahrir etmekten acız bulunur.Böyle muphem mukadderatı idrak etmek ancak tanrime mahsustur.Kardeşim : 1/Eylül/938 Perşembe günü saat 11 raddelerinde mahalle çucuklarile dereye inen yavrum bir esbabi vesile ile dünyaya gözünü yumuyor. Çocukların acıklı feryadını duyan bir iki yüzmek bilmeyen şahisler güçhal gölden çıkarıyorlar. Fakat heyhat!.bir çiçek gibi sararıp solmuştu. Göz yaşları bir sel gibi akan çoçuğun validesi,ve büyük validesi sevi ile ve hürmetlerle selâm ederler. Bilvesile sevgi ve saygılarla zatınızı selamlarım.
   Kardeşiniz         
Halil Kutluata  

http://kutluata.net/GulAli.aspx web sitesinden alınmıştır. Emek verip bu değerli destanı ve hikayesini bugünlere, bizlere ulaştırdığı için Asim Kutluata’ya ve bizi bu çalışmadan haberdar eden İsrafil Akman arkadaşımıza teşekkür ederiz.


 Asım Kutluata
Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder