Takrir-i Sükun Kanunu 4 Mart1925 günü Meclis'ten geçmiş,
İstiklal Mahkemeleri devri başlamaktadır. Dergiler ve gazeteler kapatılmış,
başındakiler tutuklanmış, 1 Mayıs bildirisi dağıtan TKP üyeleri bile
yargılanmaktadır. Böyle bir atmosferde, 1925 yılı haziran ayı sonunda
Moskova'ya kaçar Nazım. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği ceza af
kapsamına girince, Türkiye’ye dönmek için Moskova’daki Türkiye Büyükelçiliğine
başvurur fakat cevap alamaz. Bir buçuk yıl kadar TC Elçiliği'nin eşiğini
aşındırdıktan sonra, olumlu bir yanıt alamayacağını kesinlikle anlayınca,
arkadaşı İsmail Bilen (Laz İsmail) ile birlikte Batum üzerinden denizden
Türkiye’ye geçer, ancak Hopa’ya çıkar çıkmaz yakalanırlar. 1928 yılının Temmuz
ayıdır ve ilk hapisliğidir Nazım'ın. Sınırı izinsiz ve sahte pasaportla
geçmiştir. Hopa cezaevinde 3 ay kaldıktan sonra, Rize’ye nakledilir. 1 Ağustos
tarihli ‘’Vakit’’ gazetesi haberi şöyle verir: Komünist teşkilatına dahil olmak
cürmü ile Ankara istiklal mahkemesince gıyaben 15 sene kürek cezasına mahkum
edildikten sonra Rusya'ya firar etmiş olan şair Nazım Hikmet Bey ahiren
hududumuza gelmiş ve Hopa’ya geçerek memleketimize dahil olmuştur”.
İzinsiz girişine başka eylemler eklenmek istenir. Bulunan bir
delil ilginçtir. “Moskova’da Heraklit’i Düşünüş” adlı şiiri çıkar üzerinden.
Savcı, eski yazının azizliğine uğrayıp “Heraklit”i “Her Ekalit” diye okur,
sorguyu Kürt ayaklanmasına kadar götürür. Heraklit’in Yunanlı eski bir filozof olduğunu
öğrenince, Nazım’a “Demek Yunanlılarla bile ilişkin var senin” demeyi de ihmal
etmez. 7 ay sonra, Ankara’ya götürülür ve delil yetersizliğinden serbest bırakılır
Nazım. Rize’nin Askoroz Deresi de nasiplenmiştir onun dizelerinden... Orada
yazdığı “Sükut” adlı şiiri şöyledir:
Dışarda
Kara zıpkasında kızıl sırmalar yanan bir eşkıya hali var
Başabaş çakmak çalan havalarda
Dışarda
Karakulak bıçaklarla horon oynuyor
Askoroz Deresinden yirmi hovarda
Dışarda
Biz içerde susuyoruz
Sükutumuzun boynuna saplı değil
Kara bir kartalın kanadından kopan bir ok
Dışarda
Biz içerde susuyoruz
Sükutumuzun sırtında düğmeleri ilikli
Eski bir redingot yok
Dışarda
Yüzüyor ateş gemiler gibi rüzgarda
Sarı safranların kokuları
Dışarda
Biz içerde susuyoruz
Bir fişek yatağında kurşun nasıl susarsa
Haykırsın sıkıysa sükutumuzdan hızlı
Gök kubbenin altında öyle bir sada varsa
Dışarda
Karanlıklarda çatırdıyor deniz
Böğründen vurulmuş bir orman gibi
Biz içerde susuyoruz
Susuyor zindan
Kanı içine akan
Yaralı bir hayvan gibi
Nazım Hikmet, 1928
Nazım’ın Hopa Hapishanesine konulacağını duyan birkaç mahküm;
kendilerine daha önce “komünist, vatan haini ve dinsiz” olarak belletilen şairi
gördükleri anda öldürmeyi konuşmuşlar… Çünkü kendileri de dinsiz, komünist,
vatan haini olurlarmış. Nazım koğuşa girerken durur ve kapı ağzından
"Selamünaleyküm Efendiler!" diye seslenir, gülümser. Mahkümlar kısa
bir şaşkınlıktan sonra cevap verirler: "Aleykümselâm!"… Ve sonra,
İsmail'in birkaç cümle Lazca konuşabilecek kadar Karadenizli olduğunu görünce,
her şeyi unuturlar. Yoksul Anadolu halkını ilk kez böylesine yakından tanıdı
Nazım ve şiirine konu etmesi kısa sürmedi. 1928 yılı; Salkım Söğüt, Hazar
Denizi ve Kızkapanoğlu şiirlerinin de yazıldığı yıldır. “Kızkapanoğlu Vehbi ve
Çocuk Muhittin’e Dair” adlı şiir Hopa Hapishanesinde yazılmıştır:
Bir gaz lambası
Çivilenmiş duvara
Çivi, kuyruğunu kıvıra kıvıra
bir
defter kağıdının kalbini delip geçmiştir
Kağıt bembeyaz, kağıt sapsarı
Çivi kağıdın kanını içmiştir
Lamba yağmurlu bir sabah güneşi gibi yanıyor
Ve defter kağıdı sallanıyor asılmış
bir
adamın beyaz gömleği gibi
Beyaz gömleğin göğsünde yazılar var:
“Dar yalakta aptes alan ihtiyar Kızkapanoğlu Vehpi’dir”
Hindistan cevizinden yüzü ve uzun kollarıyla o
Okaliptüs dalından yeni inmiş kıllı bir maymun gibidir
Kızkapan su vuruyor ensesıne
Omuzundan mendili düştü sidik tenekesine
Vehpi şaşırdı, arıyor sağını solunu
Uzattı kolunu
Kalın bir yılan gibi tenekeye girdi kol
Çıkardı mendili
Açıldı Kızkapanın dili:
"Mendil bir karış
bezdir amma beş karışı bir arşın olur
Arşın arşını doğurur "
Kesildi Kızkapan’ın sesi
Anlaşıldı Vehpi’nin kerrakesi
Muhittin 13 yaşındadır
Zorla çıkarılmazsa
Çıkmaz bir fare gibi girdiği köşesinden
Saklar kendini pençesinden, yılan gözlü bir kedinin
Cinayetle Rize’ye sevkedecekler
Cürmü büyüktür Muhittin’in
Nasıl sevk etmesinler ki
Bir gece bir kanca alıp yanına
Damından inmiş dedesinin dükkanına
Çok sürecek çok Muhittin’in acısı
Kurtuluş yok, dedesi davacısı
Nazım Hikmet, 1928
İbrahim Karaca
Gor Dergisi Sayı 3 Sonbahar 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder