28 Şubat 2018 Çarşamba

GOR Dergisi’nin Aşun / Sonbahar 2017 Tarihli 7. Sayısı Çıktı!



Gor dergisinin Aşun / Sonbahar 2017 tarihli 7. sayısının dosya konusu ‘Kadın’. Hemşince’de kadınlara seslenme ünlemi olan ‘Ka’ adı verilen dosyada Hemşince ve Türkçe yazılarla Hemşin kültüründe kadının yeri ve kadın sorunları çeşitli yönleriyle işleniyor. Konu çeşitliliği olduğu gibi iki dilli ve derlemeden, anıya, folklorik yazılardan, makalelere kadar farklı yazı türlerini de kapsayan zengin bir dosya ortaya çıktı.  Kadın dosyası tamamen kadınların editörlüğünde ve kadın yazarların yazılarıyla hazırlandı.

Kadın Dosyasında;

Emek Yıldırım, En Zayıf Halka Hemşinli Kadınlar başlığıyla akademi penceresinden Hopalı kadınları yazdı.

Birsen Aşık, Ayşenur Kolivar ile Müzikli Hikayeler başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.

Neşe Altunkaya, Da Maled Keşa Kala ile malcılık ve yaylacılık hikayesine kadın gözüyle baktı.

Evrim Kepenek, Oce’ye Ketim Gelmiş adlı yazısında köyünün kadınlarını anlattı.

Elif Altunkaya, Karadeniz Kadını Hangi Renkti ile kadının binlerce yıl ötelerden gelen sesinin bugünkü yankısını aradı.

Özlem Şendeniz, Uzaktaki Yakın Yakındaki Uzak adlı yazısı ile Laz kadını ile Hemşinli kadını söyleştirdi.

Evrim Kepenek, HADİG’li kadınlarla örgütlenme ve kadınların süreçteki yerini konuştu.

Asiye Yalçın, Antsu da kadın, çocuk, doğa duyarlılığını hemşince bir hikaye ile anlattı.

Nursel Ataman, Asmali adlı yazısında kendi annesinden yola çıkarak bir anne-kız hikayesi anlattı annesinin dilinden.

Birsen Aşık, Dokunaklı bir hikaye ile içimize işleyen bir kadın hikayesi anlattı.

Oldukça zengin olan kadın dosyasının yanı sıra 7. sayıda yine Hemşince ve Türkçe renkli yazılar bulunuyor.

İbrahim Karaca, Xaçapit’in başka türlü eşkıyalarını yazdı.

Hikmet Akçiçek, Hemşincesini bir yayla hikayesinde gürül gürül bir dereye dönüştürdü.

Birkan Yüksel, sevile hikayelerine Korkmişsen Oğul ile devam etti.

İsmail Akyıldız, Karkelog Orospileri ile yanından yöresinden geleneksel yaşamın ayrıntılarını, güzelliklerini yakalamaya devam etti.

Nejdet Çakmak, Hemidi Eminenin şahsında momilerimizi kendi dillerinde anlattı.

Bu sayıda da Abhazyadaki kardeşlerimiz unutulmadı. Gor, Abhazya ve Rusya’da yaşayan Hıristiyan Hemşinlilerin ağzıyla yazılmış eserlere yer vermeye devam etti;

Roza Xastyan’ın şiirleri size hiç yabancı gelmeyecek.

Kültürümüzün çeşitli yönleri ile işlenmesine bu sayıda da devam edildi. Bu kapsamda;

İrfan Çağatay, Rize Hemşin Bölgelerindeki bitki adlarını yazdı.

Mecit Çeliktaş, Kizirnos’tan kadim yaşam bilgilerini yazdı.

Derginin temel dertlerinden biri de Hemşince doğal olarak. Her sayıda olduğu gibi bu sayıda da Hemşinceyi dert edinen yazılar yer aldı;

Mahir Özkan, Hemşince dersleri ve saklı kelimeler serilerini sürdürdü.

Efrayim Yılmaz, Hemşince’de Düzensiz Fiilleri mercek altına aldı.

Neşe Kaya ve Songül Gündoğdu, Hemşince ile ilgili seri yazılarına Zamirler ve Hal çekimleri ile devam etti.

Derginin bu sayısında ayrıca Mahir Özkan’ın çevirisi ile Hemşince La Fontain Masalları ve Hikmet Akçiçek’in hazırladığı Hemşince bulmaca da yayınlandı.

Kapsamlı ve geniş içeriği ile GOR’un 7. sayısına buralardan ulaşabileceğinizi biliyor musunuz?

Not: Bulunduğunuz yerde Gor dergisine ulaşamıyorsanız, bize buralardan ulaşın. Bulunduğunuz yerlerde Gor’un satışına ve dağıtımına katkıda bulunun.

Not: 7. sayının yazıları 8. sayı yayınlandıktan sonra bu sayfalarda yayınlanacaktır. 

GOR Hemşin  Kültür Dil Tarih Dergisi



27 Şubat 2018 Salı

MUXLAMA




Karadeniz denince akla ilk gelen karalahana yemeği olsa da, bilenler bilir özellikle yaylacı Karadenizlilerin baş yemeği muxlamadır. Farklı yörelerde kuymak, mıhlama, xavindz olarak da adlandırılan muxlama, yöreden yöreye küçük farklılıklarla yapılmaktadır. Örneğin Hopa Hemşinlileri sütün, kaymağın, yağın bol olduğu yaz aylarında, yaylada yaparlar xavindzi, tereyağı yerine taze kaymak kullanır ve mutlaka mısır unuyla yaparlar ve de içine peynir koymazlar. Kaymak ve mısır unundan yapılan Xavindz çok yağlı bir yiyecek olduğu için taze yoğurtla yenmesi tavsiye edilir.

Muxlamanın ana malzemesi peynir, un,  tere yağı ve sudur. Un olarak sahil kesimleri mısır unu tercih ederken Hemşin ve iç kesimler buğday unu tercih etmektedir. İsteğe bağlı olarak, su yerine süt kullanılabilir, bir iki de yumurta kırılabilir. Farklı tatlar elde etmek için muxlamaya son yıllarda çeşni kabilinden maydanoz, sarımsak, soğan vb. tatlandırıcılar da katılabilmektedir.

Son yıllarda turizmin gelişmesiyle daha da bilinir ve sevilir olan muxlamaya, artık büyük kentlerimizde de kolayca ulaşılır oldu. Biz de dergimiz GOR’un bu sayısı için Karadeniz halklarının özellikle de Hemşinlilerin bu pek revaçta olan yemeği Muxlamanın tarifini Çamlıhemşin Gito yaylası, Koçira Pansiyonu’nun dört delisinden “Baş aşçı”, namı diğer “Şems”, Tugay Turan’a soralım dedik.

Gito yaylasına, Koçira’ya yolu düşenlerin aklı ve yüreklerinin bir kısmı orda kalır. Oraya ait kimi anılar bir daha silinmemecesine yerleşir belleklere. Bunlardan biri, eğer anlattıysa Serhan, Koçira’nın yürek burkan kuruluş hikayesidir. Diğer ikisi; sis düşmüş vadileri ve dağlarıyla Kaçkarların muhteşem doğası bir de Koçiranın insanda adeta bir mabet etkisi yaratan mekânında akşamları “Koçira Delileri”yle çalınıp söylenen türkülerdir. Ve bir diğeri de yaylanın çimeninde, buzul göllere veya ormanın içlerine yapılan keyifli bir yürüyüş dönüşü, “Meşuş” düşmüş bir ikindi vakti, Tugay’ın kocaman bir bakır tava içinde yaptığı ve hep beraber ekmek daldırdığımız muxlama olsa gerek.

Yemek yapımının televizyon ekranlarında şova dönüştüğü bir çağda bizim Tugay muxlama tarifi verirken adeta sıradan bir yalınlıkta anlatıyor. İşte Tugay’ın 4 kişilik bir sofra için muxlama tarifi; Yeterli büyüklükte bakır bir tavaya 400 gr yağlı muhlamalık yayla peyniri (kolot peyniri, yağlı kaşar peyniri çeşitleri de olabilir, farklı peynir çeşitleri lezzeti artırır), 2 yemek kaşığı buğday unu ve 2 bardak sıcak su koyulur. Kısık ateşte peynir eriyene kadar,  şimşir kaşıkla daireler çizerek, yavaş yavaş karıştırılarak pişirilir. İsteğe bağlı olarak bir iki adet yumurta da kırılabilir. Bu esnada başka bir tavada 100-150 gr kadar tereyağı köpürene kadar eritilip pişmekte olan karışımın üzerine dökülür. Kısa bir süre daha bu şekilde pişirildikten sonra muhlama tavası sofraya konur.

Niye 4 kişilik tarif diye sorduğumda ise Tugay “muxlamanın lezzetinin bir yanı kullanılan peynirin cinsi, yağın kalitesi ve ustanın mahareti ise diğer yanı da Hemşinin dağları, havası, suyu ve ille de muhabbettir” diyor. Ustanın bir bildiği var demek.

Ben gittim, Gito’yu Koçira’yı gördüm, Tugay’ın, Son Mohikan İbo’nun muxlamasını yedim. Yukarıda anlatılanlar dışında o lezzetin başka bir sırrı var ve bu gariple  paylaşmadılarsa günahı Tugay’la İbo’nun boynuna. Tugay tarifin sonunda “İlk muxlama deneyimim bir başka yazının konusu olsun” dedi. Kaçkarın oğlu Son Mohikan İbo, “Oroo ben O’nun ilk yaptuği muxlamayi anlatsam ....???” dedi kıs kıs gülerek. Sinan ise bu muhabbete hiç girmedi, o ben bu yazıyı yazarken bir dahaki sene Koçira’da hep birlikte söyleyeceğimiz son bestesini şekillendiriyordu İstanbul trafiğinde. Serhan da bu konuda yorumda bulunmadığına göre durum bundan ibaret olsa gerek. 
Gidin, görün, yiyin, için.
Afiyet olsun.

Hikmet Akçiçek
Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017



La Fontainan Hekianer

Karğan u Tilkin

Karğa me taradza dzari me dale
Peynin al gunna banirin medze
Hode imatsadza Tilkin anine kale
Karğayin xapuş gelli mitke tiradze

“Pari lus karğa, inçbes al erandes
Avda indzi tun lusi hadiges
İda teburniyed tux tux pelpeloğ
Çgo isa tsaxudis kezma erand elloğ”

Karğan urutsadz uni sirde
İstus intus tartsutsadz uni cide
Gungadza fotoraf kaşel devoğnun bes
Kides ta andi erande çgo avdoğ çes

Tilkin astadz uni metkin: “as im apes engav
İnç u asim harts enelu enuşi gebav”
Dzarin dagn iyus modgintsadza kiç m’al
Tuxulig karğayin xapadz uni me m’al

“Tun asman pelpelas gu, man antsadzes.
Vov kida ta inçbes al erand tsen unis
Meme gançedi u yes al imana
Emmenu erand tsene uma kidana”

“Gak” me asim asu astadz uni Karğan
Erand tsene inçbes gelli imana toğ indzma
Engadza peynin banire “gak” astadzin bes
Ardetsukn al inçadza çuruği çaxin bes

Tilkin xabarin hedine piyadzuni banire udel ertale;
“İsa xarat devadzsa, gorsutsadz banirid bedale
Kezi sud dağe ver pernoğ u eresit dzidzağoğe
Kidatsi tun, an a ku peynid banire arnoğe” 


Karn u Kayle

Kare inçav kede çur xemuş
Kayle desav, mitke tirets anu uduş
Kalets modgintsav teme bolokelov
"Tun im xemadz çure inçi bağdores gu" aselov

Kare astadzuni ta:
" Yes inçbes bağdorim ku çure?
Yes kedin varnim tun vere
İmatsi oç zate tarn i ver ertoğ ked
Emmen ked tarn i var gerta kide"

Bolokets dağnine gadzenderelov Kayle:
"Tun amçetser oç ta zate im xoskes yed dale
Uduş bidir kezi zate  xosetsnelu.
İda çokut tsened umets imatsnelu."

Habaaa, asmana isa ander aşxares
Kidanoğes andi hedev xabroğes
Axkadin xoske gerta kedin hede
Medzvornun astadzna emmen işe şidage! 


Şahari Mugn u Ardi Muge

Şahari Muge enger me unir ardin.
Şaharan heru kaği me modin.
Musafir gellir emmen or anu.
İnçu kednun gudeni vayi u danu.

Şahari Muge davet aav Ardi Mugin.
"Erand medz dun unim" asats şaharin.
"Emmen or yes inçi kam ku moded.
Meg or m'al im dane engi ku hoded."

Şahari Muge şidag astadzuner
Ardi Muge şaharin zate açvi çuner
Ali al engeres var mena oç asats
Elav campan engerin dune kenats

Dune u medav Ardi Muge şaharin
Erandutinan pats menats açvin
Meg masa me gar harzevadz arçetin
Emmen dağ likner, tizadzer al hedetin 

Hats uduşi hama ergu mug nestan depure
Hedev al elamet gadume medav dune
Şahari Muge paxav medav meg dzagme
Ardin Mugn al medav anu medadz dzage

Kiç me hedev gadun danan turs elav.
Şahari Muge tsen eyet: "aye, udik taluken antsav."
Ardi Muge emmedeni ardin campan pernets.
Tartsav asats ta: "indzi as xadik vax herkets."

"Yes vaxi meç unvorutin uze çim
Emmen tsenan inçi paxçim u takçim
Çunvorutini meç elli toğ u koy
Azad u anvax abruşna al soy 


Altun Hadzoğ Have

Panin antsadz dağe kağer.
Dars hanoğin sirde pağer.
Kağe bidzig erand kağer.
Çunvor martun abradz dağer.

Çunvor marte hav me unir.
Marte havun şad haz gener.
Emmen or havgit me unir.
Havgite altunan gener.

Marte garnur altune havnotsan emmen hakvan. 
Poxkove tarnar gu şaharan emmen igvan.
Çunvor marte gamats gamats unvor ağav.
Unvor tarnaln al xuye heptan betar ağav.

Al poxk arnuşi hama zate tadi çer.
Tadelu u tatrelu egoğ poxke perne çer.
Bidatsadze çbidatsadze inçu desnur garnur.
As panis hedete inç elloğa mitk ene çer.

Or eyev meg altune herkets oç martun.
Meçe hazine go asuşi gebav havun.
Havnotse ertal havun haz ene çigarer.
Metkan kartin meçine hane çigarer.

Tem engi çgartsav meg or me.
Tenage ape arav zor me .
Terav havun hedetiyan pernets.
Parag cide tevets tenage mortets.
  
Pats aav havun pore dağnine.
Oç altun desav meçe oç al hazine.
Kağtsadz kayit elluşe edi soğe hasketsav.
Xelke kelxun eyev ama uşatsav.


Jijin u Merçume

Jijin amran emmen ore, saz peçelov, xağ aselov antsuts.
Tsemer ağav u tsune engav ana andere ternu xelke kelxan paxuts.
Medz tsaxudin  kednul çgartsav udelik. 
Oç bobol me, oç mecax me, oç al uruş inçik.
Kenats ture tergitse Merçumin:

“Aman axpar, kezi madağ ellim.
Desnus gu im hales hal ça.
İnçikert me du u tsemeres antsenim.
Amran yed gu dam dalikes, aşun menoğ ça.
Ağostose antsenoğ çim, xabar gasim kezi
Dam oç ana ook Jiji asa oç indzi”

Merçume soy a, kaskina, ama ammur a kiçme
Apun şen da çi u ta uzek, hokin guda anu dağe

Merçume hartsuts Jijiyin:

“Hala asa ala indzi me me
Yes tadele amran tun inç genedi kez”

Jijin yed tartsav Merçumin:

“Amran gançetsi yes or u kişer
Kezi hama as panes gelli ta kez aver?”

“Çaaa!”  asats Merçumn u hede etir;

“Ahh ! Emmen or antsenuş gelli ta gançelov
Tsemers al antsu kiç me xoron xağalov”

 Tartsenoğe: Mahir Özkan


               







Derlemeler (Maniler, Özdeyişler, Bilmeceler)


ABHAZYA HEMŞİN MANİLERİ
Vahan Menaketsi


haysnverı egadz a
haysntsun gaznuş kuza
huza perek takveytsun
haysntsun desnuş kuza

Vev çi havnil mir hin motin
Çrakdagu voski kodin
Haysnar unink loti –loti
Haysı hakav laki potin

Xşon kutni, urba perin
Altun madni, kypa perin
Tındzır-mndzır, fesı trin
Kaznetsin u sisı perin

Hays u takver yon-yoni,
İnçbes dzağgadz urıni
Paşxiş ılli toğ tsezi
Onuş yerkı hin hamşeni

Aşa çrakdoğ fesin
Lus asdği bes, mir haysin,
Onuş dzidzağn eresin.
Halal ılli mir pesin.

 Kamançacin çala gu
Bar xağoğnun teğ kuza
Hayatı mezi dvek
Deşimn godruş kuza

Çur compa honetsak
Barı compa honetsak
Pesin açkı lus ılli
Haysı compa honetsak

Tomni kamaçayov
Tmiz kayda çalim gu
Haysıntsun himi kuka
Tsiun vırın tnin gu

Haysıntsun tsiun trek
İnçın him goynatsek
Kesrarı huza katoğ
Vrın para nedatoğ

Tsionı eştuş kuzin
Himi vori goynatsin
İzin dvek kesrarin
Araç osni eştatoğ

Kesrarı tsiun nstav
Vori, ali polerı gaşa
Himi kuka davulcin
Kaydn çalelov geşta

Axçigıs, eştas barov
Abrek sirov baxdavor
Astıdzu yonin tunk ıllik
Meg yastığin kun ıllik

Hedvid darek şad barev
Onuş yerker dak arev
Sonig gnkar tsezi ser
Satvadz tsir hed hays takver

Ku kamaçad ayna a
Ad inç sirun kayda a
Urişin açk mi tnil
Kugıd kezi vayda a

Barı tındurmiş arek
Dığa kaydurmiş arek
Donı ortın dzag mı ga
Odvneyd kandurmiş arek

Yes kamaça çalim gu
Bazi-bazi xarnim gu
Karşus mıni asoğin
Imun temiz xapim gu

Ay dığa xelok getsir
Koni gnig competsir
Admun ınuşid homar
Ironts gnig mnatsir

Alurı parag mağimna
Onuş-onuş hats gılli
Tsezi gasim ıngeyni
Himi barı baş gılli

Bedog kamaçın çala
İnçın huda goynadz is
Haysıntsun barin çiga
Indi huza goynadz is

Kamaçacin çala gu
Bar xağoğnun değ kuza
Haysıntsun himi kuka
Ingeydatsı değ kuza

Kamaças siruği a
Haysıntsun mir keğın a
Çala kasum kaydı mı
Takverı as keğın a

Aşa çırakdoğ fesin
Lus asdği bes mir haysin
Onuş dzidzağı eresin
Halal ılli mir pesin

Avara is avara
Cebeyd likn a para
Vıdzırtkuşıd inçn a
Kamaçecun dur para

Bu maniler Vahan Menaketsi’in Rusça yayınlanan ‘Duşa Amşena – Hemşin’in Ruhu’ isimli kitaptan alınmıştır.


ABHAZYA HEMŞİN DEYİM VE ATASZÖLERİ

Derleyen: Avetik Topchyan

Adzilı sur a ama kar gdril çi
Adzelin sura ama kar gedrelçi
Ustura keskindir ama taş kesmez

Agra çonnoğ şonı osker neduş bidu ça
Arga çunnoğ şone osgor devuş çbidi.
Dişi olmayan köpeğe kemik atmak gerekmez

Agrad or tsavi  peda, trgitsed or pis a kyoça
Argad ta tsavi kaşa, tergitsed ta piya kyoça
Dişin ağırırsa çektir, komşun pisse göç et

Alur koğnoğin halave alured gılli
Alur koğnoğin halave alurod gelli
Un çalanın giysileri unlu olur

Aşxarı meg maştumı homar ça
Aşxares meg martume ama ça
Dünya bir insan için değil

Biber udoğin peronı vari gu
Biber udoğin piyane varigu
Biber yiyenin ağzı acır

Çar katsaxe omnin zarar gena
Çar katsaxe omanin zara gena
Keskin sirke kabına zarar eder

Gadu çonnetsadz değı mug gonna
Gadu çunnatsads dağe mug gunna
Kedi omayan yerde fare olur

Garmir xındzorin kar nedoğ şad gılli
Garmi xendzorin kar tskoğe şad gelli
Kırmızı elmayı taş atan çok olur

Gıragı gıragov çi mahetsvil
Giyage giyagov antsevilçi
Ateş ateş ile söndürülmez- öldürülmez

Gıragin hedı xağoğı g'ari
Giyagutse hed xağoğe gayi
Ateşin peşine oynayan yanar         

Gırgodnin ımın ti (emmen dağ) al sev in
Karğanin emmen dağ tuxin
Kargalar her yerde siyah olur

Guşt mernuşe onoti abruşın bedk a
Guşt mernuşe kaxtsad abruşan betka
Tok ölmek aç yaşamaktan iyidir

Halav çonnoğe neyzin bez badıra gu
Halav çunnoğe niyazin bez badera gu
Elbisesi olmayan rüyasında bez yırtar

Kale kelexe levenale sondra gu
Kale keloxe levanale sondra gu
Kel başını yıkarken tarar

Tursen devvadz xelke oxte adum fayda gena
Turtsevants devvadz xelke oxte adim fayda gena
Dışarıdan verilmiş akıl yedi adım fayda eder

Unke şinets açke godrets
Uinke şinets açvin godrets
Kendi yaptı gözü kırdı

Ur hats hon gats
Vordağ hats hon gats
Nerede ekmek orada kal




Maya / Hing Kar / Beş Taş



Maya oynamak için birbirine yakın büyüklükte, avuç içine rahat sığacak ama çok da küçük olmayacak yuvarlakça beş adet taş bulmanız ve düz bir zemine sahip olmanız yeterlidir. Bu nedenle özellikle dışarıya çok çıkma imkanı olmayan uzun kış günlerinde ve gecelerinde oynanan bir oyundur. Oyun en az iki kişiyle oynanır. Kişi sayısının bir sınırı yoktur. Ancak sıra beklemek sıkıcı olacağı için en fazla beş altı kişinin oynaması uygundur. Şimdi gelelim oyunun aşamalarına.

1-      Meger / Birler: Avucumuzun içinde tuttuğumuz beş taşı oyun alanına rastgele saçarız. Daha sonra yerdeki taşlardan birini elimize alırız. Elimizdeki taşı havaya attığımız sırada yerden bir taş alırız ve aynı zamanda havaya attığımız taşı geri tutarız. Yerdeki taşı alamaz, havaya attığımız taşı tutamazsak veya yerdeki diğer taşlara elimiz değerse yanarız ve sıra sıradaki oyuncuya geçer. Bu şekilde yerdeki dört taşı aldığımızda birleri geçmiş oluruz.

2-      Erguser / İkiler: Bu sefer bir taşı seçtikten sonra yerde kalan taşları ikişerli olarak yerden alırız.

3-      Yereker / Üçler: Yerdeki dört taşı bu sefer üçlü ve birli iki grup halinde yerden alırız. Tabi üçlüyü ve kalan tek taşı istediğimiz sırayla alabiliriz.

4-      Çorser / Dörtler: Bir taşı havaya atarken avucumuzdaki dört taşı yere bırakırız. Düşürmeden tuttuğumuz taşı tekrar havaya atıp tutarken dört taşı birlikte yerden alırız.

5-      Pişik / Pişik: Avucumuzdaki beş taştan dördünü avucumuzda tutarken birini havaya atarız. Bu sırada işaret parmağımızı yere değdirir ve havaya attığımız taşı yere düşmeden tutarız. Dörtler ve Pişik oyunları aynı anda da yapılabilir. Bunun için dörtler oynanırken dört taşı yere bırakmadan evvel pişik hareketi yapılarak taşlar yere bırakılmalıdır.

6-      Kixa Pernuş / Kixa Tutmak: Avuç içerisindeki taşlar toplu halde havaya atılır ve atılan taşlar elin tersinin üzerinde tutulmaya çalışılır. Tek hamlede atılan taşların en az ikisi elin tersinde tutulmalıdır. Elin tersinde ilk hamlede tutulan taşlar yere atılamaz. Elin tersinde kaç taş tutulmuşsa tekrar havaya atılıp avuç içi ile tekrar tutulması gerekir. Taşlardan herhangi biri yere düşerse veya elin tersinde en az iki taş tutulamazsa yanılır ve sıra sıradaki oyuncuya geçer. Bu oyun ile bir maya tamamlanmış olur. Bu döngü beş kere tekrarlanarak beş maya tamamlandıktan sonra yeni aşamaya geçilir.

7-      Kixaner / Kixalar: Bir mayalık oyun tekrarlanır. Ancak kixalarda havaya atılan taşın tutulma şekli farklıdır. İlk beş mayada havaya atılan taş avuç içi havaya çevrilerek tutulur. Ancak kixalar oynanırken havaya atılan taş avuç içi yere bakarken tutulmalıdır.

8-      Kakniç / Sıçmaca: Bu aşamanın kaç kere oynanacağı geriden gelen oyuncu / oyuncular tarafından bu aşamaya gelen oyuncuya söylenir. Bu sayı bir ile üç arasında olabilir. Beş taş yere saçılır. Biri seçilir ve yerden alınır. Birler oynarmış gibi eldeki taş havaya atılırken yerdeki taşlardan biri yerden alınır. Eldeki taşlardan biri avuç içinde tutulurken diğeri başparmak ve işaret parmağı arasında tutulur. İki parmak arasında tutulan taş havaya atılıp tutulurken yerdeki taşlardan biri alınıp yerine avuçtaki taş bırakılır. Bu avuçtaki taşı değiştirme işlemi yerdeki üç taşa da uygulanır. Her değiştirme işlemi sırasında parmaklar arasına aldığımız taş havaya atılıp tutulmalıdır. Yerdeki taşların kaç tur değiştirileceği rakip / rakipler tarafından belirlenir ve bu sayı da üçü geçemez. Taşları değiştirme işlemi bittikten sonra yerdeki taşların toplanmasına geçilir. Avuçtaki iki taş birlikte havaya atılıp tutulurken yerdeki bir taş alınır. Ardından avuçtaki üç taş birlikte havaya atılıp tutulurken yerden bir taş daha alınır. Son olarak da avuçtaki dört taş birlikte havaya atılıp tutulurken yerdeki son taş yerden alınır. Her seferinde havaya atılan taşlar eksiksiz tutulmalıdır. Yerdeki taşlar değiştirilirken birbirlerine değmemelidir. Elimiz değiştirdiğimiz taşın dışındaki taşlardan herhangi birine değmemelidir.

9-      Cang / Avuç: Sağ elle oynanıyorsa sol el ya da tersi olmak üzere parmak uçları yere dik olarak değecek ve avuç içi havada kalacak şekilde el yerleştirilir. Parmakların arası açık olmalıdır. Beş parmağın arasında oluşan dört aralığa birer taş konur. Elimizde kalan taş havaya atılıp tutulurken parmak aralarındaki taşlar sırasıyla avucun içine itilir. En fazla üç kerede her bir taş avuç içine itilmelidir. Daha sonra dört taş birlikte alınacağı için birbirinden fazla uzağa atılmamalıdır. Bu aşamanın kaç kere oynanacağını da geriden gelen oyuncular belirler. En fazla üç kere oynanır.

10-   Tev / El: Bu aşamada el avuç içi yere değecek şekilde ve parmak araları açık olarak yere yerleştirilir. Parmakların birleşme yerlerine birer taş konur. Elimizde kalan taşı havaya atıp tutarken parmak aralarına yerleştirilmiş taşları parmakların arasından dışarıya süpürürüz. Her bir taşı en fazla üç kerede parmak hizasının dışına çıkarmamız gerekir. Dışarıya çıkan taşları ikili iki grup halinde yine elimizdeki taşı havaya atıp tutarken yerden almamız gerekir. Bu oyunun kaç kere oynanacağını da geriden gelen oyuncular üç kereyi geçmemek üzere belirlerler.

11-   Maya / Maya: Beş taş yere saçılır. Taşlardan biri seçilerek alınır. Sağ elle oynuyorsak sol el veya tersi olan el yere yerleştirilir. El baş parmağı ve orta parmağı dik olarak ve karış gibi açarak yere konur. İşaret parmağı orta parmağın üzerine mümkün olduğu kadar çok sarılır. Yüzük parmak ve serçe parmak havada durur. El yere saçılmış taşların tamamını altından geçirmeye uygun bir konuma yerleştirilmelidir. El yerleştirildikten sonra rakip oyuncu bir taş seçer. Bu taşa “maya” denir. Maya seçilen taşın dışında kalan üç taş elimizdeki taş havaya atılıp tutulurken en fazla üç hamlede yere yerleştirdiğimiz elimizin altından geçirilmelidir. Son olarak “maya” tek hamlede elin altından geçirilmelidir. Taşlar elin altından geçirilirken elimiz geçirdiğimiz taş dışındaki taşlara veya taşlar birbirine değemez. Ancak elin altından geçtikten sonra birbirine değebilirler. Maya ise elin altından geçtikten sonra da kendisinden önce geçirilen taşlara değemez.

   12- Harmiç / Saymaca: Oyunun kazananını belirleyecek bu aşamada rakibin belirleyeceği sayıda kiğa tutmak gerekir. Her bir kiğada elin üzerinde kalan taşların sayıları toplanarak 50 ile 100 arasında rakibin belirlediği sayıya ulaşılmaya çalışılır. Hiçbir kiğada ikiden az taş tutulamaz. Son tutulacak kiğa hedef sayıya sizi tam ulaştıracak sayı olacağı için hedefe bir yaklaşık sayıya gelmemek gerekir. Gelinirse bir önceki sayıya dönülür. Örneğin hedef 100 diyelim ve siz 96 dasınız. Eğer 4 tutarsanız oyun biter. 2 tutarsanız son kiğada da iki tutmanız gerekir. 3 tutarsanız yanarsınız çünkü son kiğaya bir kalır ve kiğada bir tutulamaz. Bu durumda sıra tekrar size geldiğinde 96 dan devam edersiniz. Beş tutarsanız yine yanarsınız çünkü toplamınız 101 olur. Bu durumda yine sıra size gelene kadar bekler ve 96 dan devam edersiniz.

13- Tev Uduş / El Yemek: Oyunu kaybeden oyuncu elini parmakları açık ve avucu yere değecek şekilde yere koyar. Kazanan oyuncu beş taşı beş parmağın ucuna yerleştirir. El yemenin beş aşaması vardır. 1. Serpuş / Silmek: İlk taş havaya atıp tutarken eliyle rakibin elini elinin içiyle siler. 2. Dzibluş / Çimdiklemek: Rakibin eli çimdiklenir. 3. Potsxoluş / Tırmalamak: Rakibin eli tırmalanır. 4. Şebetsnuş / Vurmak: Rakibin eline sertçe vurulur. 5. Peçuş / Üflemek: Rakibin acısı azalsın diye eline üflenir. Her hareket üç kere yapılır. Eli yenen oyuncunun her ne kadar canı yanmışsa da geçirilen eğlenceli vakit acıyı unutturur ve oyundan dostça kalkılır. Haydi iyi oyunlar.

Mahir Özkan
     Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017

DERE VE GÜLALİ'NİN HİKAYESİ


    
Arılı Deresi vadisi üzerinde yer alan köyümüz, Fındıklı’ya 15 km uzaklıktadır. Yerleşim alanı, yönümüz kuzeye baktığında sağ yamaçtadır. Karşı tarafta fındık ve çay tarlaları başta olmak üzere tarım ve orman alanları mevcuttur. Bu alanlara ulaşmak ancak köprülerle mümkündür. Yağmur fazla yağdığında köprülerin defalarca dere tarafından götürüldüğüne şahit olunmuştur. 

Bizim coğrafyada; dere, köprü ve göller yöre insanının sosyal ve ekonomik hayatında önemli yer tutmaktadır.

Köyde yaz aylarında derede yüzmek (öncelikle tarlada çalışıp yoruldukdan sonra) en önemli eğlencelerden biridir. Akarsu yatağında doğal olarak oluşmuş insan boyunu geçen bir çok göl (Goloskur, Okulunaltı , Cevizdibi, Bağanoğ gibi.. göller) vadır.

Köyümüz derelerinin, evsel atıkların akarsulara verilmemesi nedeniyle temiz olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Doğal göller; başta çocukların olmak üzere bir çok insanın, gülmek, eğlenmek, güzel zaman geçirmek ve de günün yorgunluğunu atmak üzere (hava yağmurlu değilse) buluştuğu - yüzdüğü yerlerdir. Bu gelenek geçmişte olduğu gibi günümüzde de daha fazla katılımla devam etmektedir.

Arazi yapısının oldukça elverişsiz olduğu yöremizde değişik nedenlerle bir çok insanın hayatını kaybettiğini çocukluğumda, büyüklerimden dinledim. Bunlardan biri de Gülali’nin boğulma olayıdır. Halil Dede’nin (Halil Kutluata) insan hayatını ilgilendiren başta ölümle sonuçlanan olayların arkasından (hiç düşünmeden) söylediği - yazdığı, oluş şeklini ve duygusal yönünü ölen kişinin yakınlarının söylemi gibi dile getirişi gerçekten bir kabiliyet ve beceri işi olduğunu söylemeliyim. Bir çok kişinin destanını, onun güzel ve yanık sesinden dinledim. Halil Dede; halk ozanı, aynı zamanda da halk şairi idi bana göre. Yazdığı destan - şiir - hikaye ve söylem sayısı oldukça fazladır. Gülali’nin Destanı’nın da Halil Dede tarafından oğlu için; en yalın, en içten duygularla dile getirilmiş, evlat acısını en ince detaylarına kadar yansıtan destanlardan biri olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum.

Gülali’nin 1930’lu yılların sonlarında derede yüzerken boğulduğunu biliyordum. Gülali ve arkadaşları Cevizdibindeki göle yüzmeye gittiklerinde, babam ( 8-10 yaşlarında olduğunu söylerdi.), Yunus Amca (Öztürk), Tahsin Amca (Kutluata), ve Gülali’nin kardeşi Muhammet Amca’da orada kenarda oynuyorlarmış. Ancak hiç kimse bana bu olayın değil gününü - ayını, yılını bile tam olarak söyleyemedi.

Olay şöyle gerçekleşmiş; Gülali kendi yaşıtları (15 yaşında olduğu söyleniyor) ve kendinden küçüklerle birlikte dereye (fotografta görünen göl) yüzmeye gidiyor. Dereye atladığında belli bir mesafeden sonra kontrolü kaybedip inip - çıkmaya başlıyor. Babam ve diğer çocukların yapacakları pek bir şey yok. Yardıma Paşa Amca (Atagün) gidiyor. Gülali can havliyle ona sarılıyor ve ikisi beraber batıp – çıkmaya başlıyorlar. Gülali daha önce suyun dibine batıyor. Mahalledeki büyüklerin haberi oluyor, fakat onlar gelinceye kadar iş işten geçiyor. Ancak Paşa Amca’nın durumu da oldukça kötü, onun imdadına kardeşi Mahmut Amca yetişiyor ve kurtarıyor. Nazif Ali Kutluata - Mahmut Küçükşahin (dedeler) olay yerine gelmelerine rağmen Gülali için artık her şey çok geçtir. Halil Dede Çorag’da yayladadır. Ona haber vermek gerekir. Haberi veren annen öldü seni bekliyorlar der ve Halil Kutluata köye gelir. Anası, eşi ve Gülali’nin dışında herkes oradadır. Kimse Gülali’nin boğulduğunu cesaret edip söyleyememektedir. Çkemişoğlu Şevki (Kutluata) - bende kısa bir süre önce oğlumu kaybettim. “seni en iyi ben anlarım . Gül Ali boğuldu” der.

Necmettin Kutluata (Halil Dede’nin torunu, iyi tulum çalması ve güçlü hitabeti gibi bazı özelliklerinin benzediğini söyleyebilirim), bu gölden yaklaşık beş yüz metre uzaklıkta ve 200 metre yükseklikteki evinin yanında oturma yeri yapmış (6-7 m2). Bir çok dost ve akraba ile sohbet ettiğim, çay içtiğimiz bu küçük, fakat mütevazi yerde oturunca Amiras vadisi, 2200 metre yüksekliğinde ki Siprane Tepesi, sol tarafta Yangın Yaylası, Kaçkarlara doğru Cümenik Yaylası da tamamen göz önüne geliyor. Gülali’nin boğulduğu gölü tepeden gören çok sevdiğim bir mekan olmuş. Çok sevdiğim çocukluk arkadaşıma bu güzel yeri hizmete sunduğu için de ayrıca teşekkür etmek isterim.

Yolun üst tarafında, çay ve fındık tarlam var. Yukarıya doğru tırmanırken, telefonum çaldı. Telefonda değerli meslektaşım, arkadaşım - dostum Mehmet Ali Hindistan “Ağabey Halil Kutluata’yı tanıyor musun” dedi. Evet dedim. Oğlu Gülali boğulmuş, biliyor musun dedi. Senin iletişim adresine iki belge gönderiyorum dedi ve ekteki M. Ali’nin Babası, Gülali’nin öğretmeni Avni Amca’nın Halil Dede’ye yazdığı duygu dolu taziye mektubunu ve Halil Dede’nin cevaben karşılık verdiği 1938’in sonlarında yazılan mektupları aldım. Gülali’nin boğulma tarihini Halil Dede’nin Avni Amca’ya yazdığı mektuptan 1 Eylül 1938 Perşembe saat 11 olduğunu öğreniyoruz. Başta, Avni Hindistan’ın geçmişle ilgili bu tür bilgi ve belgeleri sakladığı ve bizlere ulaştırdığı için saygılarımı iletmek isterim. Ayrıca babasının birikimine sahip çıkan Mehmet Ali kardeşime de teşekkür eder, kutlarım. Yazıda ismi geçen ve aramızdan ayrılan değerli insanları saygı - sevgi ve özlemle yad ediyor, yaşayanlara güzel ve uzun ömürler diliyorum.

Gülali’nin destanından bir bölüm; (destanın çok daha uzun olduğunu biliyorum. Ancak Necmettin Kutluata’dan bu kadarını alabildim.)

Gülali’nin Destanı

Ağustos onalti Cuma ertesi
Yavrinun yuzmağa vardur hevesi
Kurusun bu yaylaciler deresi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Karşıya otlayan beyaz koyindur
Beni yakan senun selvi boyundur
Yaktun beni ateşlere soyindur
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Çapuklinun başi salma tepesi
Poşğhutten duyulur tangalun sesi
Tükendi kalmadi sondi nefesi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Oğul gülçiçeğum sarilelum mi
Bugun son gunumuz ayrilelum mi
Kiyamete kadar darilelum mi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Evlat deduğundur duğun hevesi
 Nasip olamadi gelin etmesi
Ateşten bir gömlek zordur geymesi
Gülalim Gülalim ağh oğul oğul

Duşsam deryalara deryalar boğar
Evladi olana bir gün gün doğar
Bizum dağa yağmur ilen kar yağar
Gülalim Gülalim ağh oğul

Dokuz ay karninde analar saklar
Doğduğu saatte hemen kucaklar
Sazluk olur şereflenur ocaklar
Sazluk şerefumi yiktun ağh oğul

Mayis ayı gelur şen olur dağlar
Gene yaylalara yurur çobanlar
Ufak buyuk sari oter tangallar
Yikilsun bu dağlar ağh oğul oğul

Nice zatlar gelmiş misafir hani
Peygamberler değil sultanlar hani
Veren alur bizden bu tatli cani
Vakti saati var ağh oğul oğul

Not: İlk dört kıta İsrafil Akman tarafından Yasemin Kepenek ten kaydedilmiştir.
EKLER:
2 adet mektup  

Ekim 2012 

      Kars                 
17/Eylül/938           
Viçe Yaylacılar Köyünde
Kardeşim Bay Halil Kutluata

Derede yüzerken evlâdınızın boğularak ebediyen ayrılan, daha doğrusu sabı olan bu yavrunun rahmeti rahmana kavuştuğunu bir kaç haftadanberi bizden uzaklarda olan benim bölük arkadaşların bölüge avdedinde haber aldım. çok müteessirim…
Evlat acısının bütün elem ve ıztirapları gönülden duyan siz kardeşime ve göz yaşları dinmeyen refikanız zavalli hemşerime, arzı taziyet eder tanrım sabırlar versin derim….
Yüzerken boğulan evladınız, anladığıma göre talebem olan büyük evladınız olacak!..
Eğerki o nasibsiz talebem ise nasıl söyleyimki, bu yad illerindeki teessürlerimi size kadar size kadar ulaştırmış olayım..Evladım yokki, ğurbetin bu acı günlerinde talebem olan evladınızdan dolayı duyduğum iztirap, bir evlât gibidir deyim. ve bir baba şefkatile teessür ve hicranlarımı size kadar feryat edeyim.
Fakat ümit ederimki, insan mefhumunun altında tasavvur edilen insani his ve duygular, birde buna inzimam amil, komşuluk, gönül yakınlığı, sevgiler..birbirimizi yad ederken hiç şüphe yokturki böyle bir sevdiğimizin derdine aynen iştirak etmemiz evvela insanı bir his, sonrada komşu ve ahbaplığımızdan duyulacak elem ve iztiraptır.
Bir dakikalık ömrümüzü hercu merç ederek yaşamak dünyasında evlâtlarının masumiyetine, her türlü mihnetine katlanan siz baba, ve evlatlarının te’essür ve hicranlarını hiç gizlemeden açik bir lisanla feryat eden annesinin kalbı kaderin bu acı nasıbı olan bu evlât ayrılığı dolayısile kalbınız dolmuş göz yaşlarınız sıcak pınarlar gibi akmıştır.
Birbirimizi veya hut varlığımız kadar medyün olduğuğumuz sevdiklerimizi alıp ebediyete uçuran ölüm…bu acı ve muhakkak olan bir hakikat….ne çareki tanrının kuluna verdiği en büyük iztiraptır.ve ulu tanrı bu iztırabı kuluna yüklerken taşların tahammülü mümkün olmayan bie cevher : sabır ve tahammül de bahşetmiştir.
Onun için bağrınıza ateş salan bu mini mini talebem ve evlâdınızı fatıha ve hürmetlerle yad ederek sabır ve tahammülünüzü beklerim kardeşim.
 İztirabımın en acıklı ve canli ciheti şudur :Zeki ve aile terbiyesi yerinde gördüğüm bu sevimli yavrunun ders esnasında arkadaşlarının ğah ortalarında ğah sıranın bir kenarında kuzu gibi uslu ve mütebessim bir çehre ile hala hayalının gözlerimden çekilmemesi ve nezih bir köylü çocuğunun masumiyeti kalbımdan silinmemesidir.
Ah zavallı yavrum..sınıfta bırıcık talebem, Gülali.. ne yazıklar ki hakikaten bir gül çiçeği kadar ömrün varmış!. sana bir türlü zavalli kelimesini yakıştıramıyorum…. ayrılışlarından te’essür ve elemlerini zapt edemeyen anne ve babanın genç ve günahsız cennet çiçeği!... sen sus ve ebediyen uyu….
        Hiçranını annen çekecek..ve genç yaşta ğıda olduğun kara topraklardan matemlerin fışkırırken (Sevdiklerin) hepsi yanına gelecekler.. İsmin kadar güzel olan gül çiçekleri topla…ve elindeki bu çiçeklerle onları karşılarsın…Artık anne babana iztirap verme yavrum……

        Tekrar olarak tanrımdan sabırlarınızı dilerim kardeşim….
Kars 29.alayda 
   Avni Sunay          


Halil Kutluata'nın Avni Sunay'a (Hindistan) cevabı 

Sayın kardaşım bay Avni,

Hayatın uzucu iztirapları içinde kıvranan bir mahluku ruhunevaz bir eda ile okşamak, ne büyük bir saadet ve şafakattır. Bu da Tanrının kullarına bahşettiği manevi kudret merhemidir. Oyle bir marhamdırki: tasavvur edilmeyen en korkunç yaraları bile tedavi eder. Nitekim göderdığınız bir mektup değil böyle bir tabiat semeresidir. Kanayan kalbımı teskine çalışan büyük Türk ulusunun münevver evlâdı,vatandaşının elemi teessürlerini benimseyerek yurt köşelerinden meserretle gelen iştiraki yeislerini takdir ederim. Tahrıratınızı okuyunca kalbımdan kopan coşkun bir sevincimin sürür raşaları ile karşılandığımı iftiharla kayıt edebilirim. Demekki Talebeniz ciğerparemin acı akıbetine bir baba şefkatile kalben duyduğunuz his ve meyüsiyetten dolayı sönmez sayğı ve ihtiramlarımı arzeylerim. Malumya ,insanlar üzerinde irsiyet ve cinsiyet denilen iki gönül cazibesi vardır. İşte insanları daimi surette birbirlerine karşı besledikleri sevgi ve hissiyat ve duygularile bu tesirlerin hepsinin fevkında gördüğüm ve rikkkatınızı nazar ederken ruhiyattçi bir fert olduğunuzu tahassüslerimle iş’ar ederim. Silkinip kurtulmak istediğim, meş’üm mukadderatın acı iztiraplarından muztarip gönlümü teskin eden yazınızı okurken ah ! biçare yavrum ; deyip mazının karanlık amâkına ğark olan (Gürsu okulun)daki çiğerparemi zatınıza takdim ettiğim günleri gözlerimin önünde tecessüm eder. Ahh..çiğerim ! O,tatli günler bir rüya gibi geçti. Şen olan kalplerde bir meyüsiyet var. Tabiatın solğun hayatına karışan evlâdımın olmayan ruhu, tatli öğütlerinizi hürmet ve saygılarimle kabul ediyorum. Baharın neş’esile açılan(Gül Çiçekleri)temevvüç edip koklarken, talebenizin ismini hatırlayıp bir dakika ruhuna fatıhai şerife getirmenizi dilerim. Akıcı suların durğun, yosunlu göllerini temaşa ederken; imdadına kimsenin yetişemediği ve suların idarei zevkine kalarak solun gibi yosunlar üstüne inen(Gül Ali)yi yakın bir istikbalda size de nasip olacak bir evlât gibi, kulağınıza(gül)sedasi temas edince aynı his ve teessürü duymanızı isteklerim(henüz göncasi)açılmayan ana babanın nazlı çiçeğini solduran ve hiçbir veçhile payıdar olmayan menhüs gölleri lanetle,nefretle anmanızı rica ediyorum. Ansızın ruhur eden bu hırpalayıcı azabı ben değil, umum matbuatının bile tasviri tahrir etmekten acız bulunur.Böyle muphem mukadderatı idrak etmek ancak tanrime mahsustur.Kardeşim : 1/Eylül/938 Perşembe günü saat 11 raddelerinde mahalle çucuklarile dereye inen yavrum bir esbabi vesile ile dünyaya gözünü yumuyor. Çocukların acıklı feryadını duyan bir iki yüzmek bilmeyen şahisler güçhal gölden çıkarıyorlar. Fakat heyhat!.bir çiçek gibi sararıp solmuştu. Göz yaşları bir sel gibi akan çoçuğun validesi,ve büyük validesi sevi ile ve hürmetlerle selâm ederler. Bilvesile sevgi ve saygılarla zatınızı selamlarım.
   Kardeşiniz         
Halil Kutluata  

http://kutluata.net/GulAli.aspx web sitesinden alınmıştır. Emek verip bu değerli destanı ve hikayesini bugünlere, bizlere ulaştırdığı için Asim Kutluata’ya ve bizi bu çalışmadan haberdar eden İsrafil Akman arkadaşımıza teşekkür ederiz.


 Asım Kutluata
Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017