Hemşinli
olmama rağmen bölgenin kültürel yapısından, folkloründen maalesef uzak olduğumu
ifade etmeliyim. Bunun bir çok nedeni var. Bunlardan en önemlisi de köyümüze
gidip de kalabileceğim bir evimizin olmamasıdır. Yöreye ait olduğunu düşündüğüm
ve bildiğim her şey ara ara köye gidişlerimde elde ettiğim izlenimler ve
çocukluğumdan beri İzmit'te ailemizi ziyarete gelen akrabalarımdan duyduklarımdır.
Bu
vesileyle Galip Amca'mdan işittiğim; ve çocuklara söylediği bir tekerlemeyi
hatırladım.
"Naka
naka da kedi puçuma baka" derdi.
Bak:
Bakmaktan emir
Puç:
Kadın cinsel organı
Yine
buna benzer bir ifadeyi delikanlı çağlarında halamın oğlu İbrahim Ankaralılar
tarafından anlamı bilinmeyen bu kelimeyi sesli bir şekilde yoldan geçen kızlara
laf atmak için kullanırdı. "Heyy gidi sizin puçunguza ateş ensin"
derdi de bizler gülüşürdük.
Yine
babamdan duymuştum. "geplamak" diye bir ifade var ancak ne anlama
geldiğini sadece tahmin edebiliyorum.
-"Gepla
Sami!.. Emir cümlesine karşılık; o da,
-Geplâyarum
daaa" diye bir ifade kullanırdı. Bir gün bir ortamda - köyde olsa gerek-
anlamını hiç bilmediğim bu ifadeyi söylemiştim de bana kızmıştı. Tabiki ben
yöresel şekilde söyleyebilmeye çalışırdım da beceremezdim. -Malum şehirliydik-
Yine
bir iş yapmaya çalışıp da o işi yapabilecek durumu olmayan insanlar için Çingit
Köyünden zirvesi gözüken bir dağa gönderme yaparak " kıçın Aop'tan - Agop
Dağından - gözüküyor." derler...
Bu
ifadeleri ve deyimleri aklıma geldikçe yazıyorum, sohbetleri bağlamlarından kopararak ifade
ediyorum ama benim bunları yazmamdaki temel neden hafızamda yöreye ait az da
olsa kalan kültürel birikimi yazarak çorbaya tuz eklemektir yoksa bölgede
yaşayan binlerce kişinin doğrudan kültürün içinde olmasından dolayı
anlattıklarımdan fazlasını bildiğine eminim. Yukarıda ifade ettiğim ve aşağıda
ifade edeceğim kelimelerin birçoğunun etimolojik kökü hakkında, deyimlerin de
nereden geldiği hakkında bilgim yoktur. Köyümde
ve çevresinde yaşayan insanların birçoğunun da bildiğini sanmıyorum
bunlar sadece bazı durumlar için söylenen, söylenilegelen o an için o eylemin
adını ve durumunu belirten kelimeler ve deyimlerdir... Bu deyimleri ve
kelimeleri ifade ederken ben de yanılıyor olabilirim. Dedim ya yörenin kendi
kültürüne uzak olarak yaşamışım, özellikle de diline. Tamam muhlamayı biliriz
yaparız, yeriz. Çahalayı biliriz, yaparız, yeriz. Kopriyi biliriz, kullanırız
da ancak bu kelimelerin nereden geldiğini bilmeyiz. Hele hele konuştuğumuz
dildeki farklı kelimelerin köküne ait doğru dürüst hiçbir şey bilmeyiz.
Bu
vesileyle bu deyimleri ve kelimeleri karınca kararınca not etmek istedim.
Umarım bölge kültürüne meraklı olanlar için faydalı, küçük ama yerel bir
kaynakça elde edilmesine yararım dokunmuş olur diyerek kelimeleri ve deyimleri
yazmaya başlayalım...
Muslukla,
hortumla ya da birikmiş bir su birinkintisiyle oynayan kişiler için
"çekçetuş etma ya da çektuş
etma" denir. Bir de şu an ne anlama geldiğini tam olarak bilmediğim ancak
muhlama ve çahalayı ya da ne bileyim bir şeyleri karıştıran ya
da ağzını şaplantan kişilere de yaptığı eylemden dolayı "leplepuş
etme" denir.
Ağlamaya
başlayan ağlamaklı olan ya da küsmüş gibi davranıp dudak büken çocuklara,
dudakların aldığı şekilden dolayı "pebuk etme" deriz.
Ağlayan
ya da patavatsız konuşan kişiler için " lagoman ağzını açma/açtı."
gibi ifadeler kullanırız.
Tam
olarak bilmemekle birlikte avanak kişilere hakaret anlamında "Ope"
denir. bu ifade benim köyüm içinde kişisel bir tanımlama bile olabilir. Ne
bileyim mesela "köyümüzün delisi" anlamında kullanılmış
olabilir. Hatta bazı ifadeler sadece o
köye has da olabilir hakikati folklorik araştırmalar gösterecek diye
düşünüyorum ama eldeki malzemeyi ortaya koyalım ki neyin ne kadar yöresel ya da
kişisel olduğu ortaya çıkabilsin.
Mesela
Argo Türkçe'de kendisine kızılan kişilere, Şaban, Avni, Kâmil vs gibi
lâkaplar takılır ya... Bizde de -dayımdan duymuştum- ne kadar yöresel
bilmiyorum. Kızdığı bayanlara "Namiye" derdi. Bu isim bir kadın ismi
midir yoksa deli anlamına gelen bir ifade midir onu da bilemiyorum? Belki de
köyde yaşayan ve ne yaptığını pek bilmeyen yarı akıllı birine benzetmek amacıyla söylenmiş bir lakap da olabilir.
Yine
kendisine kızılan kişiler için "kaybana" derler, "kaybananın
doğurduğu, kaybananın ektiği" falan gibi.
Patatese
kartof, mısıra lazut, civcive varek denildiğini duydum ve okudum. Mısırları
korumak ve kurutmak için evlerin önündeki ağaçtan mimari yapıya “serender” Hayvan yemlerini korumak, kurutmak için evin
ve ahırın yakınlarına yapılan ağaç mimari yapıya da "iskenaf"
dendiğini biliyorum. “İskenaf” kelimesini Çingit Köyünün web sitesinin
forumunda takma isim olarak kullanmışlığım da vardır...
"çemak"
ifadesinin de "kuzey" anlamına geldiğini yine köydeki kişilerden
duymuştum yine köyümüzdeki bir dağın ya da tepenin adı "Salkaş" tır.
Başka bir yerin adı "Pasta tarlası" dır. Pasta pirince benzeyen bir
çeşit bitkiymiş ancak bitkinin şekli, tadı ve
kullanım yerleri hakkında malumatım hiç olmadı.
Köyümüzün
adı Çingit'tir, komşu köyler ise Açaba, Mermanat, Kogis, Meleskur'dür ancak bu
köylerin neden bu isimle anıldığını bilmiyorum. Köylülerin konuşmalarındaki
telaffuzlarından hangi köyden oldukları bilinir. Bu yüzden Köylüler arasındaki
konuşma biçimlerinde ciddi ağız farklılıkları vardır.
Ailemin
yaşlılarında küçük çocukların üzerinden atlanılmaması gerekir şeklinde batıl
bir inanış vardı. Yine bir gün köyde yemek için hazırlık yapılırken muhlamanın
yağını karıştırmaya başlamıştım. "Dur yapma ahırda inekler kızışır"
gibi bir ifade kullanmışlardı da şaşırıp kalmıştım. Hemşinlilerin özellikle
Batı Hemşinlilerin Laz'lara karşı bir antipatisinin de olduğunu ifade
edebilirim. Bu antipatinin nedenini bilmiyorum. Bu konu hakkındaki sorularıma
çevremdeki tanıdık insanlardan sağlıklı cevaplar alamadığımı da hatırlıyorum.
Belki de kollektif şuuraltında yatan bazı nedenler vardır.
"Karşılardan
aşağı bir kınalı kız gider. İnşallah yolunu şaşırır bize gider." devamını
bilmediğim/hatırlayamadığım bir dizi türkü de duymuştum.
Yine
bu meanide başka bir türkü ya da aynı türkü için;
"oy
oy nani nani oy oy
haydi
nanigum oy oy" Nakaratı kalmış hafızamda
Evin
salonu ya da antresi için yöresel söyleyişle "heet" dendiğini bazı
yörelerde ise "hayat"
dendiğini biliyorum. Kelimelerin telaffuzu için transkiripsiyon alfabesine
ihtiyacım olduğunu da bu kelimeyle daha iyi anladım. “Heet” kelimesinde
telaffuz edilen "h" Türkçe'de kulanılan "h" sesi değildir.
Daha boğuk, daha genizden gelen bir "h" sesidir.
Yumurta
kızartılan tavaya ya da yumurta kızartma işine “kaygana” ya da “kağana” gibi
bir ifade kullanır. Şimdilerde pek kullanmıyoruz. Çocukken bir ara duymuştum.
Babamın
şekerli makarna ve tuzlu sütlaç yediğine de şahit olmuşumdur. Hatta küçükken
Mermanatli bir tanıdığımın makarnanın içine şeker yerine reçel döktüğüne de
şahidimdir.
Annem,
"çahala" yemeğini tencere de ezmeye yarayan tahta tokmağa
annem"tapiç" derdi. Babam
da; fi tarihinde divana uzanmış yatan
anneme hitaben: "çek şu tapiç ayaklarını da ben de oturabileyim” derdi...
Büyükbaş
hayvanların yemesi için büyük kazanlarda kaynatılan kepekli yiyeceğe de
anneannem "lag" derdi. Bu meanide "köpeğin lagını hazırladınız
mı" gibi bir ifadeyi de çok kereler duymuşumdur. Daha sonra bu ifade
"köpeğin yemeği" oldu. İneğin belli bir yaştakine "düve"
derdik ama bu kelimenin kaynağının Hemşin bölgesine ait olup olmadığı hakkında
bilgim yoktur. Belki de Hemşin'den Ankara'ya göçen insanların sonradan
öğrendiği bir kelime de olabilir.
Velhasıl
bölgenin dili, ağzı, kelimeleri ve deyimleri üzerinde çalışma yapmak gerekiyor
ki bunların ayırdına varılabilisin yoksa bu hazine kaybolacak ya da karışıp gidecek.
Zira
“tüm halk kültürlerinin kodları kullanılan dilde ve kelimelerde gizlidir.”
düşüncesindeyimdir.
Kelimeler
ve deyimler üzerinden yazımıza devam edersek;
Üzerinde
yemek pişirilen bir çeşit soba vardır ki adına "pilita" derler.
Tuvalete
su götürülen ya da pilitada su ısıtılan güğüme "kukma" derler.
"Boğazım
hitiklendi". “Boğazım gıdıklandı” anlamında yöresel bir söyleyişi de
halamdan işitmişimdir.
Köyümüzde
uzakta, şimdilerde kadastronun geçmesiyle ormaniyenin sahiplendiği bir yerimiz
vardır ki oraya "İçkaba" derler. Yine sanırım ona yakın bir yer daha
var ki oraya da "fırının düzü" derler. Değirmene yöresel bir
söyleyişle "degiman" derler. Sırt kelimesine yöresel bir söyleyişle
"sert" derler. Örnek: "Caminin sertindeki ağaçları gördün mü
Ümit?” Buradaki "e" sesi de
biraz "e veya i" arası karışık
bir sestir. Bu kelimenin telaffuzu Türkçedeki “yumuşak” kelimesinin zıddı olan
"sert" şeklinde değildir. Bu söyleyişler yukarıda belirttiğim gibi
köyden köye değişir. Yakın çevredeki her köylü üç aşağı beş yukarı komşu
köylerdeki insanları ağız özelliklerinden bilir. Bu Açabalı'dır şu
Mermanatlı'dır diye.
Bostandaki
fasülyeleri ayağa kaldırmak için toprağa sokulan sopaya "hoçk"
derler.
Güçlü
kuvvetli erkeğe "igit" derler ki Türkçe'deki Yiğit kelimesinin
başındaki "y" sesinin düşmesi sonucunda oluşmuş bir kelime olduğunu
düşünüyorum. Erkeklerin kemerine anneannem "silahlık" derdi. Sanırım
eski zamanlarda silah taşımaya yarayan bir malzeme olması dolayısıyladır. Ben
Ankara'da ilkokul 3. sınıfa giderken anneannem beni her sabah okul yolunun
yarısına kadar geçirirdi yolda pantolonumun düştüğünü görmüş olacak ki
"silahluğun nerde?" derdi. Yine anneannem yılan kelimesini
"ilan" şeklinde telaffuz ederdi. Ahırın kapısının önünde oynarken
"ilan var kaç" dediğinde neden “İlhan var kaç” diyor diye düşünmüştüm
de sonradan gülmüştüm kendime. Anneannem
Melezkur kızıdır o yüzden Çingitlilerden biraz daha farklı konuşur. Memleketin
birçok yerinde olduğu gibi Ankaralı, Çorumluyu, Rizeli Trabzonluyu beğenmezse
bizim oralarda Çingit'in dışındakiler pek beğenilmez. Gerçi bunların çoğu
latifedir ama kollektif şuur altında bazı nedenleri olabilir diye düşünüyorum.
Yine bir gün köylerdeki deliler için Açaba'dan şu gelsin, Mermanat'tan bu
gelsin, Kogis'ten şu gelsin, Çingit'ten kim gelirse gelsin. Ne de olsa
“köylünün topu delidir” anlamında latifeli bir söz de duymuştum. “Büyük
şehirlerdeki hemşericilik kültürü, burada da köylü hemşericilik olarak kendini gösteriyor demek ki” diye düşünmeden
edememiştim. Kargadan başka kuş tanımam yaklaşımı budur işte. Artık siz adını
ne koyarsanız koyun. Haa! Bu anlayış daha ileri düzeyde kabileciliğe kadar
gider. Bu yüzdendir ki bizim buralarda
“Bizim sülale, bizim kabile” gibi tanımlamalar bayağı yaygın ifade tarzlarıdır.
Küçükken bayağı bayağı soylu bir aile olduğumuz fikrine kapılmıştım. Sonraları
soya dayalı üstünlüğü reddettiğim için olacak ki buna benzer tanımlamalar ve
ifadelerle hiç ilgilenmedim.
Bu
arada annemden duymuştum yılışık kişilere "şiliet veyahut
şiliyet"derdi. Yine babamdan başka bir kelime daha duydum. Babam, namussuz kişiler için mi yoksa aç gözlü
kişiler için mi tam bilemiyorum “Mendebur” derdi. Emin değilim ama “Mendebur”
kelimesinin Farsça olma ihtimali vardır...
Değnek
kelimesini "deginek, degenek" diye telaffuz ederler.
Yeşil
gözlüler için mi zayıflar için mi bilmiyorum ama “çifut” diye bir kelime
kullanılır... “Yerli yerine” ifadesi için "yelyeyina" derler. Örnek:
"Yelyeyina babasına benzemiş" gibi..."Bu yıl" kelime grubu
için "bulduğin" derler. Şaşırma ifade etmek için
"osevaspak, sevaspak" gibi bir ifade kullanılır... Erkek çocukları
ifade etmek için "oro" Kız çocuklar için "ka" kelimesi
kullanılır...
Örnek:
-Çocukları
olmuş...
-Öyle
mi!! Ka mi oro mi? derler mesela..
Yine
şaşırma ünlemi için "vuuuu.." derler. U'lar epeyce uzatılarak
telaffuz edilir.
Örnek.
"Vuuuu..
başımıza gelenlere bak." arada da eller dizlere de vurulur ya da elin
parmakları bükülü bir şekilde yanaktan aşağıya doğru çekilir.
Yine
lanet okumak için bok yiyenin doğurduğu anlamında “Bokkiyenin doğurduğu”
derler.... Tabi tüm bu kelimelerin telaffuzu
için bir transkripsiyon alfabesine ihtiyaç duyduğumu tekrar ifade
etmekte fayda görüyorum...
Fasulyeye
“lobiya” derler demiş miydim? -Evet
şimdi dedim. Has dedim. Bunu da dedum.- :))
Bir
çeşit süt kesiğinden elde edilen bir peynir vardır ki onun adına “minci”, bazı
yerlerde “minzi” derler.
Haa!
Şimdi hatırladım küçükken anneannemin evinde banyo da yıkanırken altımıza
aldığımız tahtadan oturağa "koc" derlerdi ama sanki bu kelimenin
sonunda bir "h" sesi varmış gibi duyardım. Söylemekte güçlük
çekerdim.
Pınara
ve suyun çıktığı yere "puar" derler... Bu kelime "pınar"
kelimesinin yörenin ağzına uydurulmuş biçimi midir yoksa gerçekten
"puar"dır da sonradan pınar mı olmuştur? bilemiyorum.
Şimdi
tüm bunları araştırırken dildeki değişimleri bilimsel olarak da incelemek
lazımdır. Bu değişimlerde muhtemelen Türkçenin de azımsanmayacak etkisi
olmuştur diye düşünüyorum. Yani Türkçe bazı kelimeler yöresel kullanımın içine
girmiş ve söyleyişi değiştirmiş olabilir. Hatta böyle kelimelerin var olduğunu
da biliyorum.
Kızılağacı,
"Kizilağaç" diye telaffuz ederler...
Yine
bu meanide "Memiş" adı hep ilgimi çekmiştir..
Kelime
derleme işini herkes yapmalı diye düşünüyorum. Bilmeceleri, manileri, deyişleri,
türküleri velhasılı tüm kelime zenginliğini derlemeli/derleyebilmeli. Keşke
oralarda olabilseydim. Tam benim işim diye düşünmüşlüğüm de vardır...Hayatın
şartları yüzünden bu imkanı kendimize tanımadık, tanıyamadık maalesef
Kertenkeleye,
"helez" Nisan ayına "april" derler.
Böceklerin
evlerine "bocekpuni" derler. Pin sanırım ev bark anlamında bir şey
olsa gerek. Çorum'da güvercin kümeslerine de "pin" derler.
Kumda,
ötede beride debelenen, yaptığı işe bulanma eylemine "tavluş olmak"
deriz. Hayvanlar için de kullanırız.
Bir
yük altında ezilmiş ya da ıslanmış yorulmuş kişiler için "lepezi
çıkmış" deriz.
Asma
kilit için "kupli" deriz. Kulplu kilit anlamında olabilir.
"Peranktuş
etmek" sanırım yansıma bir ses olarak hapşırma anlamına geliyor.
Anneannem
"tavlanmışsın" derdi. yani kilo almışsın.
Erzurum'un
bazı yörelerinde olan insanların Hemşinli telaffuzu hep ilgimi çekmiş ve
telaffuz benzerliğini çok küçük yaşlardan beri farketmişimdir onları kendi memleketimin insanlarıyla da hep
karıştırmışımdır. Mesela İspirlileri
Her
yıl ağustos ayı içinde tam olarak hangi günlerde bilmiyorum ama “Vartovar”
denilen şenlikler yapılır ve tüm vartovar boyunca kızlı erkekli büyüklü küçüklü
horon tepilir. Eskiden aynı şenlikler yaylalarda yapılırmış.
"Vartovar"
hakkında bilgim bu kadardır.
Vartovar
kelimesinin kökeninin Ermenice olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım, yöredeki
yabancı kelimelerin büyük çoğunluğu da Hemşin Ermenicesi denilen bir ağızdan
kaynaklandığını duyunca da şaşırdığımı ifade edeyim...
Genç
kızlar düğünlerde puşi bağlarlardı. Viceli kızların ise daha güzel ve değişik
bağladıklarından söz ederlerdi. Vice sanırım şimdilerde Çamlıhemşin olarak
anılıyor. Kızlarının da güzel olduklarından dem vururlardı. Bekârken gözüm
sürekli Viceli kız arardı. O yıllarda
Puşi gerçekten de Viceli kızların daha çok sahiplendiği bir folklorik
kıyafet olarak duruyor gibime geliyordu. Bu görüşü Vice'nin gelenek ve
göreneklerinin görece daha az bozulduğu yönündeki yerleşik bir kanaatten
kaynaklandığını daha sonraları farkettim.
Bugünlerde
evimize bir misafir geldi. Yakın bir akrabanın eşi Saniye Abla kendisi
Vicelidir ve Çingit gelini ev hanımıdır. Birkaç saatlik sohbetten sonra birkaç
tane kelime derledim. Umarım çorbadaki tuzun miktarını kararınca ayarlarız.
Saniye Ablamın aklına gelmeyen bir çok kelimeyi de daha sonraki derlemelerimde
yazmaya çalışırım.
Çekirgeye,
çipçiban; küçük sineklere, meceh; sırtta taşınan bir tür küçük çay sepetine,
tikina; hızlı hızlı hareket etmeye, ivedi; yaylalarda bulunan bir tür çiçek ki
sarı renkli olur kurutulur da süs yapılır minik miniktir, adına hencacalik; bir
çeşit eğrelti otu ki adına pilonç derlerimiş.
Çileğe,
moy; böğürtlene, coğh; tuvalete, kenif; hayvan bokuna, fışki; mısır unundan
yapılan içine pırasa eklenen bir tür yemeğe de, coyç derlermiş. Kaydabak diye
başka bir tür yemekten bahsetti ki tariflerini bilahare alacağım. kurbağa
yavrusuna, ketankoçik; sümüklü böceğe, loydu; kelebeğe, titer; solucana, çico;
ateşböceğine, hecilik derlemiş. Sarı rengin adı sebuş; kırmızı rengin adı da
alaymış. Armut biçme aparatı ki ona hulenk derlemiş. Bir çok armut çeşidini
saydı ki bu armutlar aylara göre isimler alırmış. Haçaci armutu, çuybul armutu,
çuligogor armutu ki küçük olurmuş, vartevor döneminde çıkan armuta, vartevor
armutu derlermiş. Yine meğegen armutu diye başka bir armut cinsi varmış sulu ve
sert olurmuş. Kukma adında başka bir armut varmış ki kukmaya benzettikleri için
bu ismin verildiğini söyledi...
Bir
tür çalıllık meyvesi olan "havulilik"ten bahsetti.
Bazı
evlerde "sanazar" adında el yıkama küveti diye bir şey varmış. Teçuş
kelimesini ıslanmak olarak ifade etti. Yayık yapma işine heneçi adını verdi ki
buradaki "h" sesi biraz daha genizden gelen bir "h"
sesidir. Purtipay etmek, paralamak anlamında bir kelimeymiş. Kadınların önden
bağladığı önlüğe fartık arkadan bağladığı malzemeye de kuşak adı
verilirmiş..İskemleye semli, orağa orik, göbeğe pordoloz derlermiş......
Serenderin
misafirlik anlamında bir oda olmadığını bir çeşit kiler olduğunu ifade etti.
Bazı yerlerde ayaklar üstünde bulunan serenderin ayakları arası örülerek oda
haline getirildiğini buraların misafirlik olabileceğinden bahsetti ki bizim
köydeki serenderimiz böyledir. Ben de buradan hareket ederek serenderin
misafirlik olduğunu düşünmüştüm.
Çöp
dökülen yere “hococa”, tavukların kümesine “pun”, kertenkeleye bizden farklı
olarak “hilort” derlermiş. Komiklik eden kişilere biraz eleştiri anlamında
“keşmer”, göz kırpma işine “işmar”, kızlara ka oğlanlara “oro ya da to”
derlermiş. “Ka” ifadesi çingit'te de kullanılır. Bunun yanında “uşak”
kelimesini de unutmazsak iyidir o da kullanılıyor çünkü. “Çepçepuş etmek”
şapırtılı bir şekilde öpmek olduğunu ifade etti. “Ockhan” kelimesinin ise ot
konulan yer olduğunu söyledi. “Bulma” kelimesinin ise odanın karşılığı olduğunu
ifade etti. Rafa “terek” denildiğini “çücunuş” kelimesinin ise öpmek anlamında
olduğunu söyledi ama çepçepuştan farkı var mı diye sormayı unuttum. “Ovank”
kelimesinin ise inek yemeği olduğunu söyledi. “mol etmek” budamak anlamında
kullanılırmış. Kadınların gögüslerine “çicik” denirmiş.. Köyündeki evlerin
çeşitli adları olduğunu söyledi.
"-Nasıl?
dedim."
-"Bayağı
insan adı gibi adları vardır evlerin" dedi.
Bakalım
bu adlar nelermiş saymaya başladı: Ben de yazıyorum. Hernanç, kneşanç, ovakli,
etemanç, mugilanç, topalanç, kofuna.......
Yer
isimleri: Kaysandık, palenç, kılat, engezut, tidizan, gelansert, pak bunlar da
yer isimleriymiş.. Yani mekan bahçe falan gibi...evin
en dibine poç,peynir ile kaymağın pişmiş haline heg ki telaffuzu biraz
değişiktir. Keşke elimde transipkripsiyon alfabesi olsaydı.
ekşimekle
taze kaymağın birbirine katılarak yapılan malzemeye “sevatnaç” adının
verildiğini, lahana ezmesine ise “lahana perteci” dendiğini ifade etti.. Sık
sık da ah aklıma gelmiyor daha çok kelime var diye de ekledi. Abisinde yaklaşık
2000 kelime olduğunu söyledi.. Şalgama “şarkum”, her türlü hayvan ve insan
derisine “post” dendiğini ifade etti. “Tortoluş olmak” ifadesinin ise yanmak,
kavrulmak anlamında olduğunu söyledi. Bu vesileyle "tortoluş oldum"
gibi bir ifade kullandı. “Hınç” kelimesinin aşırı yorulmak anlamına geldiğini,
“muncuru düşmek” kelime grubunun ise surat asmak demek olduğunu ifade etti.
Cıvık kişilerin yaptığı cıvıklığa “tehelik” denildiğini de söyledi. ancak
buradaki -lik lık ekleri muhtemelen Türkçedeki yapım ekleridir. Domuzları
dağlardan ürkütmek için bahçelere yapılan tahtadan küçük barınak evlerine ki
çok küçüktür, tuvalet gibi mesela bunlara “kalif” dendiğini ifade etti.
Hayvanları korkutmak için yapılan bağırma işine “haylamak” dendiğini ifade etti
ki muhtemelen yansımadan elde edilmiş bir kelime olsa gerek. Bazı yörelerde
“akıtma” denilen malzemeye de çeşitli yerlerde “mafuş”,” piligan” ya da “pelit”
dendiğini, kene kelimesinin karşılığı olarak “tiz” kelimesini kullandıklarını,
örümceğe de “sart” dediklerini bunun yanında biraz da utanarak insan bokuna
“koldoz” dediklerini öğrenmiş olduk.
Bir
süre dinlendikten sonra bir kaç da mani derledim.. Umarım faydası olur..
Yazalım
bakalım bu manileri de tarihe yazılı bir not düşelim malum söz uçar yazı
kalır..
At
başına başına
İnsin
kar kaşına
Çok
bezdim buralardan
Kaçacağım
peşina
***
Duvar
ile duran kız
Ne
durur da uyursun
Uyku
gene bulursun
Beni
nerde bulursun
***
Şeftali
çiçek açmış
Üç
kırmızı bir sarı
Derim
canıma koyum
Askerde
olan yari
***
Gidiyorum
askere
Mendili
sere sere
Dua
edin ey kizlar
Tez
alayım tezkere
***
Ey
kiz dönsün başına
Değirmende
dönen taş
Seni
alırdım ama
Bana
diyorsun kardaş
***
Elevit'in
deresi
Aksın
aksın çağlasın
Ey
kız söyle babana
Seni
bu yıl eversin
Armut
dalların alçak
El ulaşır
ulaşır
Sevdiğim
belin ince
Elim
dört kat dolaşır
***
Armut
dalların yüksek
Değemedim
dalina
Kusura
bakma oğlan
Beğenmedim
halini
Benimki
kültürümüz adına karınca karınca bir şeyler yapmaktır. Her türlü kültür ögesinin
kaybolmasına karşıyımdır. Bu meanide elimden geleni yapmak istedim. Bilinçtir
insanı kurtarıp diriltecek olan. Böyle yüzlerce mani, bilmece, türkü kaybolup
gitti bir çoğu da egemen kültürün kendi diline çevirmesi sonucunda
sahiplenildi. Sap saman biribine girdi.
Hemşin
sitelerinde gezerken “koncoloz” diye bir kelime okudum bu kelimeyi halamdan o
kadar çok duymuşum ki. Unutamam. Halam kocasına kızdığında, kocasının gıyabında
ona “koncoloz” derdi . Kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyorum.
Yaylamızın
adı “satapla ya da sataplar” dır. Bunun da ne manaya geldiğini bilmiyorum. Lahananın dibine “kotol” denir.. Buradan
hareket ederek bazı beyinsizlere ya da yaptığı işi düzgün yapmayanlara benzetme
amacıyla “kotol” denir. “Kot kafa” da dendiğini çok kereler duymuştum.
Bir
de eskiler, Sıçanoğulları derlermiş bizim sülaleye de hikayeleri vardı ancak
unuttum. Tuvaletin deliğinden kaçmışmış ama ne zaman, nerede, neden, kimden
kaçmış bilemiyorum. Oradan hareket ederek sıçan gibi kaçan adam anlamında bir
lakap olsa gerek.
Etimolojik
çalışmalar için hem yörede kullanılan Hemşincenin hem de Ermenicenin hem de
Türkçenin bilinmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama ben maalesef baştaki
iki dili bilmiyorum. Etimolijik çalışmalar keyifli olduğu kadar teknik de bir
alandır. Dille ilgili karşılaştırmalar yapabilemek için bir o kadar yabancı
dile vakıf olmak gerekir. O yüzden dil ile ilgili değerlendirmeleriniz için bir
şey söyleyemiyorum ama ben yörede olsaydım şunu yapmak isterdim. Mesela kendi
köyümden hareket ederek bir kelime şablonu çıkarıp hangi şeye ne diyorlar,
nasıl diyorlar, sesler nasıl değişiyor gibi çalışmalar yapmak isterdim. Bunun
için dil bilmek gerekmezdi. Fakat iyi bir ağız çalışması yapılmış olurdu.
Bu
arada bölge mimarisi hakkında da ciddi çalışmalar yapılabilir. Bu sene köye
gidip komşu köyleri de gezerek seranderlerin detaylarını çekmek, hikayelerin
belgelemek istiyordum ama şartlar elvermedi. Ayrıca bölgede tahta malzeme
birlikte taşla örülmüş çok değişik
evleri/konakları da görmüşsünüzdür. Bunlar da bence ciddi anlamda fotoğraflanıp
belgelenmelidir. Belki de yapılmıştır fakat fazla çalışma göz çıkarmaz. Daha
ayrıntılara girilebilir. Yine bölge insanın kılık kıyafetleri üzerine de
araştırma yapılabilir. Ne bileyim düşününce o kadar çok şey geliyor ki insanın
aklına. Hassasiyet işi işte.
Son
söz: “Ey
insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve
kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz... Şüphesiz, Allah
katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip
olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.” Hucurat Suresi 13
Bu
ayet milliyetçi kesimlerde çoğu kere
miliyetçiliğin/ kavmiyetçiliğin dayanağı olarak kullanılır. Lakin durum hiç de
öyle değildir. Aslında durum şudur: Allah, insanları kavim kavim yaratmıştır
ancak bu kavimler miliyetçilik yapsın diye yaratmamıştır. Daha açık ifade
edeyim. Allah, Çinliyi yaratmıştır ama Çin milliyetçiliği yapsın diye değil,
Arab'ı yaratmış ama Arab milliyetçiliği yapsın diye değil, ha keza Türk'ü de
yaratmıştır ama Türk milliyetçiliği yapsın diye değil, bunca farklı milletlerin
yaratılması bu milletlerin birbirleriyle kaynaşması ve görüşmesi, en geniş anlamında kültür
alışverişinde bulunması nedeniyledir. Ne ki farklı her milletin kaynağı erkek
ve kadındır. Bu ayeti Türkiye'deki miliyetçi çevrelerin kullanmasın tek nedeni
sanırım içinde kavramsal olarak “kavim” kelimesinin geçiyor olmasıdır. Zira bu
ayet müslüman çevrelerin hiçbirinde milliyetçiliğin dayanağı olarak
kullanılmamıştır. Lakin miliyetçi çevreler bu kullanıma nedense teşnedir.
-İslamcı çevrelerin milliyetçiliğin dümenin suyunda olması meselesi bu ayetten
kaynaklanmayıp bahse konu olan çevrenin güce entegre olmasıyla açıklanabilir ki
bu konu bu çalışmanın konusu değildir- Peki şimdi ben size soruyorum: Kendi
kültürüm, gelenek ve göreneklerim için yazdığım bu yazı sizce Hemşin
milliyetçilğine hizmet eden bir çalışma mıdır yoksa içinde yaşadığımız
coğrafyada hakların kardeşliğine hizmet eden bir çalışma mıdır? Tüm kalbimle
inanıyorum ki Allah'ın yukarıda ifade etmiş olduğu yargıdan başka bir dileği
olmayan ve kavimlerin bu tanışma sözüne istinaden yapılmış bir çalışmadır.
Yanısıra dil üzerinden milliyetçilik yapıldığının/ yapılabileceğinin özelikle
ulus devlet sürecinde dilin birleştirici ve ayrıştırıcı bir proje olarak
halklara sunulduğunun da farkındayımdır. Lakin burada niyet ve bu niyetten
kaynaklanan çaba sanırım aradaki farkı ortaya koyacaktır...
Bu
yazı, Hemşin halkının kültürüne yukarıdaki ayet bağlamında ithaftır.
Haydi
tanışalım!
Gor Dergisi Sayı 4 Bahar 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder