(Soldan sağa: Modali, Yakupoğli Fatime ve Susligyul)
2007
yılının Ağustos ayında Hahonç’a gittiğimde doğrusu yaylaya çıkacağımı aklımdan
hiç geçirmemiştim. Çünkü Gürgenli babaannemin -birçok diğer köylümüz gibi- tek
bir ineği, tek bir hayvanı dahi kalmamıştı ve son birkaç yıldır yaylalara
çıkmıyordu. Bu yüzden yaylacılık bitmiş gibi geliyordu bana. Beklemediğim bir
anda Nihat Balcı telefon etti ve ertesi gün Eğnaçor yaylasına gidip iki gün
kalacaklarını, istersem benim de kendilerine katılabileceğimi söyledi. Çocukluğumun
o büyüleyici kelimesi “Eğnaçor”u duyunca adeta “yureğumun yağleri eridi”. Hala
yaylaya çıkan birkaç aile kaldığını biliyordum ve onlarla birlikte
kalabilecektim. Nihat’ın anneannesi Yakupoğli Fatime (d.1925), dedesi Yakupoğli
Dursun (d.1922), ayrıca Abdullo’nun Hedice’nin (d.1918) de Eğnaçor’da
bulunduklarını öğrenince sevincim bir kat daha arttı. İkisi 90’ına merdiven dayamış, diğeri 90’ı
aşmış bu ‘eski yeyleci’lerimizi yani bu son hakiki mohikanları orada
doğanın kucağında kendi evleri ve inekleri arasında görüp sohbet edebilecektim.
Kaçırılmaz bir fırsattı bu; demek kovboyların yaşam tarzından her nasılsa
uzakta kalmayı başarmış bu son yaşlı Kızılderilileri görebilecektim. Bu teklifi
derhal kabul ettim ve 2007 yılının en güzel iki gününü onların arasında
geçirdim.
Modali ve evun gelini
Meryem aherciluk edeyiken
Eğnaçor’a
akşam geç bir saatte ulaştık. Derin bir uykudan uyandığımda sabahın erken
saatlerinde Yakupoğli Fatime’nin gelini Meryem’in ahıra inekleri sağmaya gitmek
üzere olduğunu gördüm. Ben de onunla birlikte ahıra inmeye karar verdim. Meryem
Hanım herşeyi geleneklere uygun bir şekilde icra ediyordu. İneklerle iletişimi de
oldukça iyiydi; Meryem’in varlığından bir tedirginlik duymuyor ona alışkın
olduklarını belli ediyor, huysuzluk etmiyorlardı. Hiçbir sorun yok gibiydi. Ne
ki, ahıra inişimizden yaklaşık on dakika sonra Susligyul adındaki orta yaşlı inekte
bir tuhaflık peyda oldu. Garip, anlamakta zorlandığımız bazı tavırlar
sergilemeye başladı. Sık aralıklarla yatıp kalkıyor, hızla bir öne bir arkaya dönüyor,
şaşkın şaşkın etrafına bakınıyor, durmadan idrarını yapıyor, dışkılıyor ve
bağından kurtulmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Bu hal uzun bir süre
artarak devam edince, ineğin dayanmakta zorlandığı bir ağrı içinde kıvrandığına
şüphemiz kalmamıştı ama buna neden olan şeyin ne olduğunu anlayamıyorduk. Hemen
Yakupoğli Fatime’ye durumu bildirdik. Fatime derhal ahıra geldi ve Susligyul’u
o halde görünce çok şaşırdı. Oldukça telaşlı olduğu görülüyordu. Bu arada ev
halkı ahıra doluştu. Fatime birdenbire etrafına toplananlara; özellikle iki
gelini, kocası, oğlu ve torunlarına cephedeki bir general gibi emirler
yağdırmaya başladı. Şakası olmadığı her halinden belli oluyordu. Onun
paylamasından misafir olduğum için bir ben muaftım ama ben de öfkesine hedef
olmamak için dikkatli davranmak zorunda olduğumu hemen farkettim. Herkese
emirler yağdırırken bir yandan da inekle konuşmaya çalışıyor, derdini
soruyordu. Fatime Peçon’ların evden gelen bir gelindi. Bu evde yetişen kadınların
otoriter oldukları ve baskın kişilikleri ile öne çıktıkları söylenirdi. Bir de
bu kadınların ‘yelkevontomarinun’ tutmasından yani öfkelenmelerinden,
gazaba gelmelerinden korkulurdu. O sabah korkulan olmuştu, ineği o halde
görünce Fatime’nin‘yelkevontomari’ tutmuştu. Önce biraz söylendi:
- Gidu ha u adomi gebertecağum, doğdi ilen alacağum beri ! Bu seğerun yeyliye ne
işi varidi? Bu seğer sateleceğ idi.
Ve sonra eşine
dönerek onu şöyle payladı:
- Bu seğerun bunde
ukari ne işi varidi heme? Ne içun buni aldun geldun yukari?
Eşi Yakupoğli Dursun
suçlu çocuklar gibi ses çıkarmayınca Fatime tekrar gürledi:
- Kaybol ureden yuru ha unde ukari görmeyim seni!
Sonra tekrar acı
içinde kıvranan ineğe dönüyor:
- Ne oldi ne? Ne ne oldi
evladum ne ne ne oldi? Ne oldi evladum ne oldi !
Tam
bu sırada çaktırmadan sıvışıp ses kayıt cihazımı ve fotoğraf makinemi aldım.
Bir savaş muhabirinin heyecanını taşıyordum. Talihim yaver gitmiş harika bir
konu yakalamıştım. Kadınların bu zor durumlarla onlarca, belki de yüzlerce yıl nasıl
başa çıktıklarını öğreneceğim gibi hasta ya da görünmez bir cinin etkisiyle ‘iyi
saatte olsun’ lara karışan (ya da karışmak üzere olan) bu ineğin kurtarılması
için gerekli olan ritüel ve pratiklerin neler olduğunu kendi gözlerimle
görecektim. Yalnız şu varki; onlar için bu işin hiç şakası yoktu, ciddi bir
işti bu! Benim gibi hasbelkader orada bulunmuş‘turistlerin’ tatsız
şaklabanlıklarını hoş görme erdemliliklerini bir tarafa bırakmış asıl işlerine
dönmüş gibilerdi. Hemen dönüp geldim ve Fatime’nin yüksek sesle şu komutlarına ve
sevgi sözlerine şahit oldum:
-
Talaş getur!
Git evedi talaş getur. Kaymasun eyekleri git .. Ser ser ha urelere eyeklerinun
peşine ser, kaymasun eyekleri. Ser ser ser, at ust tarafe da at, at at at at,
ser ser ser ser.. Ne oldi? Ne ne ne evladum ne oldi, ne oldi evladum..Birez da
at ha burelere at at at ..Susligyul, evladum, ne ne ne neren ağereyi evladum. Gyozine geturdi
da! Karnine vurdi, karni ağereyi..Oy evladum oyy yok yok yok!
Sonra
hiç kimseye bir şey söylemeden gitti, bir kap içinde bal şerbeti ile döndü.
Gelinler ineğin ağzını açtılar, Fatime şerbeti ineğin ağzına döktü. Sanırım bu
ineğin hoşuna gitti ama sancısı giderek azalacağına daha da artıyordu. Hemen
ineğin bağını çözdü ve ahırdan çıkarmaya karar verdi. Açık bir alana gittik. Yaylacı
kadınlar bir fevkaladelik olduğunu hemen farkedip birer ikişer yırtıcı kuşlar
gibi heyecanla ineğin başına üşüşmeye başladılar. Böylece zaman zaman “karkelog”larda
toplanıp türkü söyleyen o maharetli kadınlar, bu defa Susligyul’ü kurtarmak
için bir araya gelmişlerdi.
Kadınlar Korosu:
- Vaa! Oy eleyim sağa evladum oyy
gyozuna eleyim
- Vayilcik vah
yavrim..Akşom bağini kesa bağladile de darlondi mi ecebe?
- Gyozine nişadir kordile
oma honi yok, honi gyozdaşi u da yok
- Kyukyurt’un var mi? Ağzine karbonat toktunuz mi?
- İspirto tokelum ağzine.
Novaljin verdunuz mi?
- Bu da neyidi? Daha boyle şey başuma gelduği yoğ idi
- E kulağini keseydunuz bi kucuk kon aksaydi
da
- Yatu kakeyi yatu kakeyi… le ilahe illellah yatu
kakeyi nuzullendi bu
- Yat evladum yat…
başuni ko aşağa… hayde, ko aşağa başuni evladum
- Gyozdeki olmiş da susuz mi kaldi akşom?
- Dur kizum dur... neren
ağereyi evladum neren ağereyi?
- Kuyruğini salleyi… karni ağeriyi da
..kuyruğuni bi çekun
- Kulaklerini da bi kevi çekun, bukun, ovalayun
birez
- Su geturun suuu! Başine su tokun birez
- Vah vah gyoze mi
geldi… nezer mi değdi ecep?
- Ağri çekeyi ağri,
dersen ki buzak edecek ..ecebe buzaği vardi da keseldi mi?
Bu son söylenen
sözden Fatime fena halde rahatsız oldu ve derhal kadına dönerek;
- Ne buzaği! Buğa buzak ne gezer!
Kadınların
bu tatlı paniği görülmeye değerdi, ellerinden geleni yapıyorlardı ama bir türlü
ineğin sancısında bir azalma sezilmiyordu. Bu arada Fatime kadınların bu
sözlerinin bazılarını dikkate alıyor ve gerekli emirleri vermeye devam
ediyordu. Kadınlardan biri ‘elur ha!’ deyiverdi, diğeri de ‘e elur
tabi’ dedi. Şimdi de kadınlar ineğin birden ölüp gitmesinden ve ‘piçeksuz
çikma’ olasılığından korkuyorlardı. ‘Piçeksuz’ çıkan ineğin eti
yenmez, ‘murdar’ olurdu. Fatime hemen ‘piçek geturun!’
diye bir emir verdi. Bıçaklar geldi. Tedaviler devam ederken, bir yandan ineğe
etkili dualar okunuyor öte yandan ineği kimin keseceği konuşuluyordu. Zamanımız
yoktu. Bir an önce karar verilmeliydi. İneği erkekler kesmek zorundaydı zira
erkekler hazır bulunduğunda ineği bir kadın keserse onun eti yenmezdi.
Erkeklerin hiçbiri bu işi üstlenmek istemiyordu. Birdenbire bütün kadınları
şaşırtan bir laf ediverdim, buna şimdi hala şaşırıyorum söylediğim yalnızca
şuydu:
- Ben keserom!
Hayatında
hiçbir zaman böyle bir iş yapmamış bir insan olarak o sözü söylemeye orada
nasıl cesaret ettim bilmiyorum. Kimbilir, belki de bu işi ancak bir erkeğin
yapabileceğini bu cesur kadınlardan duymuş olmam hoşuma gitmiş, bu gururumu
okşamıştı. Tam bu sırada birdenbire otuz yaşlarında bir kadın koşarak yanımıza
geldi ve canice planlarımız için biraz da benim gözlerimin içine bakarak bizi
şöyle payladı;
- Oyle bi hastolonmağilen heyvon keselur mi!?
Başımı
yana çevirerek bu ağır soruya yanıt vermeden geçiştirdim, kadınlar ona çoktan
hak vermişlerdi bile. Gelen kadın Maşalo’nun Ayşe idi. Fatime onu görünce
yüreğine su serpildi. Ayşe’nin babaannesi ‘eyi bi seğer toktori’ imiş.
Fatime kontrolü bu yüzden güvenerek ona bıraktı. Ayşe’nin el çabukluğuna
diyecek yoktu. Ortamı iyice hareketlendirdi. Öncelikle yanında getirdiği baldan
azıcık Susligyul’ün gözlerine sürdü. Geri kalanı ineğin ağzını açıp içine
boşalttı. Oysa daha önce bal şerbeti içirmiştik, Fatime’ye bunu hatırlattım ‘olsun
bal eyidur’ dedi. Bizlere getirdiği on tane kadar cevizi kırmamız için
verdi, bu cevizlerin sekize yakınını inek yedi, geri kalan ikisini unufak
ettikten sonra hayvanın gözkapaklarını aralayarak gözünün içine koyduk. Bu
arada ısmarlanan yumurtalar da gelmişti. Fatime yumurtalardan birini derhal
alıp okuyup üfledi ve yumurtayı ineğin iki boynuzu arasına getirerek tam
alnının ortasına hızla çarparak kırdı. Yumurta akı, sarısı ve kabukları ile
birlikte ineğin gözünün ve burnunun üzerinden aşağı doğru süzülüyordu.
Fatime yemurtayi okuyeyi
Diğer
iki yumurtayı da ineğe verdik ve hayvan hemen midesine indirdi. Ayşe aceleyle davranıp
arada akan küçük bir suyoluna ineği yaklaştırdı ve soğuk suyla onu yıkadı. Bu
sırada Fatime’nin gelinlerinden biri ‘geçhar’ getirmişti. Geçhar ‘gyozine
getiren’ ineğin tedavisi için birebirdi. Ateşten kor halindeki közler
alınıp bir kabın içine konuyor sonra üzerine su dökülüp dualar okunuyordu. Daha
sonra bu kömürlü suyun büyük çoğunluğu ineğin ağzına dökülüyor geri kalanda
gözüne, kafasına ve vücuduna serpiştiriliyordu. Bu çok eski bir tedavi yöntemi
olmalıydı. Ayşe yanında getirdiği karbonatı da suyla karıştırıp ineğe verdikten
sonra, ineğin kuyruğunu kuvvetle çekti ve kulaklarını büktü. Yapılacakların
çoğu yapılmıştı sanıyorum, Ayşe son olarak dua okumaya başladı.
Seğerun
ağzine ğeçhar tokeyiken
Aradan
yaklaşık bir saat geçmişti ki nihayet ineğin tavırlarında bir değişiklik
seziliyordu. Bu sırada Susligyul ayakta idi ve silkeleniyordu. Fatime Susligyul’e
bakarak şöyle diyordu:
- Dersen ki bi kucuk eyilendi
Haklıydı.
İnanılmaz olan gerçekleşmiş, inek ayağa kalkmış ve iyileşiyordu. Bunu herkes
farketmeye başlamıştı. Bu kadınlar ne yapıp etmiş Susligyul’ü
iyileştirmişlerdi. Susligyul bir kabustan uyanır gibi ayağa kalkmış etrafına
bakınıyordu. Yalnızdı. Arkadaşları çoktan oradan uzaklaşmış iyice yukarılarda dağın
yamacına dağılmış otluyorlardı. Önce onlara seslendi, sonra yavaş yavaş
yanlarına doğru yürümeye başladı. Evet, herkes elinden geleni yapmıştı ama
Fatime tarafından Ayşe kahraman ilan edildi. İneği o iyileştirmişti. Ayşe’nin
ünü yaylaya yayılmaya başlamıştı bile. Fırsatı iyi değerlendirip hemen orada
kendisiyle bir röportaj yaptım. Bu işi nasıl başardığını sordum ve lafı fazla
uzatmadan şunları söyledi:
-
Seğer ilaçlerini rahmetli beyuk onomden alişmişim, beyukonom çok eyi bi seğer toktoriydi.
Yalnız
ben değil, ineğin o halde iken ayağa kalkmasına herkes şaşırmıştı. Kadınlar
arasında bu defa başka bir tartışma alevlenmişti. Susligyul’ün ‘gyozdeki’
olduğu konusunda hemen hemen uzlaşma sağlanmış olmasına rağmen ona hangi ilacın
iyi geldiği hararetle tartışılıyordu. Ayşe mi iyileştirmişti onu gerçekten,
yoksa Meryem’in iddia ettiği gibi kendisinin ineğin ağzına döktüğü ispirto mu
iyi gelmişti? Belki de Fatime’nin okuyup üfleyerek ineğin başında kırdığı
yumurtaydı etkili olan. Bu konuda anlaşma sağlanamıyordu. Pekala bir bakalım
neler yapılmıştı;
Bir
defa ‘gyozdaşi, nişadir ve kyukyurt’ yaylada bulunamamıştı. Bazı
kadınlar ekşi yoğurt, soğuk süt ve kepek vermeyi teklif etmişlerse de gidip
getirme zahmetine katlanmadıklarından Fatime onları pek ciddiye almamıştı. Peki
neler verilmişti Susligyul’e sıralayalım; bal, bal şerbeti, novaljin, karbonat,
ceviz (bal ve cevizden gözüne de konmuştu), ispirto, iki yumurta (bir yumurta
da başında kırılmıştı) ve ğeçhar. Bunların yanında Susligyul’ün kuyruğu
kuvvetlice bir kaç defa çekilmiş, kulakları bükülmüş, iyice gerilerek çekilmiş
sonra okşanmış, ovalanmıştı. Bir de Susligyul’ü çok öfkelendiren o soğuk su banyosunu
hatırlayalım. Kulağından kan almak ve gözünün içinde oluştuğu söylenen leblebi
büyüklüğünde siyah doku tırnak makası ile kesilmek istenmişse de bu
saçmalıklara Susligyul izin vermemişti. Tabii ki ğeçhar da yumurta da okunup
üflendiği gibi el açıp dualar da okunmuş, Allah’tan yardım beklenmişti.
Pekala
şimdi soralım, sizce hangi ilaç Susligyul’e iyi geldi?
Ayşe Susligyul’un gyozindekini
areyi
Bütün
bu olaylar yatıştıktan sonra Fatime’nin kızgınlığı hala geçmemişti. Kadınlar
dağılmış, işlerinin başına dönmüşlerdi. Susligyul ise arkadaşlarının yanında
biraz oyalandıktan sonra geri dönmüş tekrar Fatime’nin yanına gelmişti. Fatime
bütün bu olaylardan kocasını sorumlu tutuyordu. O, artık kaç yıldır doğurmayan
bu kısır ineğin satılmasını istemiş, kocası ise buna razı olmamıştı. ‘Ne işi
varidi bu seğerun bunde ukari bu sateleceğidi’ diyordu.
Yukarıda Susligyul, Yakuplerun Fatime’ye halinden
şikayet ederken görülüyor.
Eğer haklı olmasaydı sesini yükselttiği için derhal
sopayı kafasına yerdi, ama ne çare! İnek haklı. Fatime görüldüğü üzere lav
püskürtmeye ara vermiş bir yanardağ gibi sessizce oturuyor, Susligyul’ün
anlattıklarını dinliyor. Dursun bey ise az ilerde değneği elinde kös kös
bekliyor; Fatime’nin tekrar ‘yelkevontomarinun tutma’ sının an meselesi
olduğunu bilerek ayağını denk alıyor.
Rhett
Buttler Scarlett Ashley
Dursun Bey’e şaşmamak elde değil. Fatime Hanım’ı
hemen bu olayın geçtiği akşam nasıl ikna etti acaba? Bir Holywood filmi
seyretmiyorsunuz. Peki bu eski yaylacılarımızın Eğnaçor’da el ele tutuşmasını
nasıl yorumlamalıyız? Belki de, bir Rhett Buttler & Scarlett Ashley hikayesinden
enstantanelerdir bunlar. Son mohikanları görmek için geldiğim Eğnaçor’daHolywood
filmlerinden sahneler çıkıyordu karşıma.
Daha sonra bu mutlu tabloya halel getirmeyecek olan
çok önemli bir gelişme oldu. İstanbul’a döndükten iki ay kadar sonra Susligyul’ün
hamile olduğunu öğrendim. Oysa Fatime onun kısır olduğunu düşünüyordu ve bu
yüzden satılmasını istemişti. Bu haberin Yakupoğli Dursun’u çok
keyiflendirdiğini tahmin edebiliriz. Fatime de kuşkusuz sevinmiştir ama aldığım
habere göre Susligyul’e yine çok kızıyormuş; çünkü doğacak bebeğin babasının
kim olduğu bilinmiyormuş. Bu, Susligyul’ün Fatime’den habersiz bazı gizli işler
karıştırdığı anlamına geliyordu. Umarız Fatime Susligyul’ü hoşlandığı erkekle
gizlice gezmeye gittiği için kesmeye ya da satmaya kalkmaz. Zavallı Susligyul.
Hahonç
(Yeni adı: Çataldere) Senoz’un (Çayeli Hemşin’i) bir köyüdür.
Karkelog/Kar
kelox: Taş başı.
İsmail
Akyıldız
Gor Dergisi Sayı 3 Sonbahar 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder