26 Şubat 2018 Pazartesi

Yad Ediyoruz: Hikmet Akçiçek ve Özcan Alper Sohbeti



Hikmet Akçiçek- HADİG’in çağrısıyla 2013 Aralık ayında yaptığımız senin de katıldığın bir toplantıyla Hemşinliler açısından bir ilkin daha temeli atıldı.  Eylül sonu itibariyle Hemşin dili, kültürü ve tarihi konularında yayın yapacak GOR dergisi çıkıyor. Bir sohbetimizde Av. Kamil Muti abimiz “şimdiye kadar Hemşinliler hakkında hep başkaları söz söyledi, önemli olan bizim kendi hakkımızda söyleyeceklerimizdir“ demişti. GOR dergisinin bir özelliği bizzat Hemşinliler tarafından çıkarılacak  ve çoğunlukla Hemşinlilerin kendileri hakkında söz söyleyecekleri bir dergi olmasıdır. Seninle biraz GOR ve GOR’dan hareketle Hemşince’nin kültür sanat ortamlarında görünür olma sürecine dair  sohbet etmek istiyorum.

Neler diye biliriz bu çerçevede, mesela şundan başlayalım  mı GOR bizim için ne ifade ediyor?

Özcan Alper- GOR Türkiye’nin demokratikleşmesi, normalleşmesi sürecinin bir parçasıdır bana göre. Bazen ileri düzeyde gibi görünen ama AB uyum yasaları çerçevesinde bile neredeyse 20-30 yıldır artık tartışılmayan, ama niye ise bizim ülkemiz için çok büyük meseleler gibi duran konular açısından baktığımızda, bir şeylerin normalleşmesi, demokratikleşmesi, evrensel insan haklarına uygun  yasaların çıkması için verilen mücadelenin bir parçası sayabiliriz. 

H.Akçiçek-Yani genel olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi içinde bir adım, bir taş üstüne taş koyma olarak görüyorsun GOR’u?

Ö.Alper-Aynen öyle. Bu dergi niye öyle bir şey ona değinmek istiyorum. Gündelik yaşamda bir şeyler hep sanki birileri tarafından düzeltilecekmiş gibi bakılır. Oysa bu tarz şeyler insanların kendi mücadele ve çabaları ile oluyor. Bu ille de çok sert politik mücadelelerle değil, tam tersine düşünsel ve kültürel alanda verilecek çabalarla gerçekleşiyor. Kürt meselesinde bunu yaşadık.  Kürtçe anadilde eğitim meseleleri tartışılırken ilk etapta “öyle bir dil mi var?” dendiğinde, Mehmet Uzun gibi bir adam çıkıp arka arkaya Kürtçe romanlar yazdı ve bunlar Kürtçeden Türkçeye çevrilince, insanlar Kürtçe bir edebiyatın ve Kürtçe diye bir dilin var olduğunu gördüler.  Bu sadece Kürtçe için değil,  Türkiye’nin normalleşmesi,  gerçek anlamda demokratikleşmesi için ötekileştirilen, bastırılan, yok sayılan diğer diller ve kültürler için de geçerlidir, onların da kendi alanlarından çabalar geliştirmesi gerekiyor. Bunu illa etnik topluluklar için değil, bazı meslek alanları için de söylüyorum. Eğitimsen, mühendislik örgütleri, kentsel örgütler vs.  Ben sinemacılara da söylüyorum, önce bizim kendi alanımızda, yıllarca hüküm süren faşizan, tek dilleştirilen, iktidarın bizi zehirlediği dilden kurtulmak için yeni bir dil yaratmamız  gerekiyor. Çok basit bir şey söyleyeyim, Türkiye de yaptığımız sinemayı “yeni Türkiye sineması” olarak adlandırıyoruz. Ama bazıları “Türk sineması” diyor. Ben de diyorum ki; Türkiye’de bu kadar çeşitlilik, bu kadar tartışma varken “Türk sineması” değil “Türkiye sineması” daha demokratik, daha hakiki bir kavramdır. Bu çok basit görünüyor, ama biliyoruz ki faşizm denilen şey gündelik dile hükmeden bir şey...

Buradan baktığımızda Hemşin dili kültürünü yaymak için belki de çok geç kalınmış bir çaba, ama her şeyin demek ki bir zamanı var, bu anlamda çok önemli buluyorum GOR’un çıkışını. Biz ülkenin demokratikleşmesi için bir şeyler söylerken, sadece ahkam kesen konumda olmamak için de böyle bir  adım atılması gerekiyordu. O zaman biz kendimizle ilgili ne yapıyoruz, biz kendi alanımızdan bu ülkenin kültürüne, tarihine, demokrasisine nasıl katkıda bulunuyoruz? Bu dergiyi bu anlamda atılmış çok güzel bir adım olarak görüyorum.

H.Akçiçek- Tamam bunlar konunun ülkemizin genel olarak demokratikleşmesi ile ilgili boyutu, Hemşin dili kültürü açısından ne ifade ediyor GOR ? Örneğin bir Hemşinli olarak benim açımdan şöyle de bir anlamı var GOR’un; hatırlarsan Vova albümü “kimanak ta hozaik” (duyuyor musunuz buradayız) cümlesi ile başlar. Bu cümle gün be gün yok olan Hemşin dili ve kültürünün bir imdat çığlığıydı bir bakıma. Benim açımdan içinde bulunduğum Vova, Hadig ve Gor  süreci “kimanak ta hozaik” cümlesinin altını doldurma, “muxiyes gedri oç, tseniyes edi tsen elli oç” (ocağımız sönmesin,  sesimiz son ses olmasın) çabasıdır birazda.

Ö.Alper- Orda da şöyle düşünüyorum ben, eğer siz bir dilide edebiyat yapmıyor, sinema, müzik yapmıyorsanız, hatta hatta o dilde matematik, bilim, felsefe yapmıyorsanız o dilin kendini yaşatması çok zor bir şey. Bu konu eğitim tartışmalarında kritik noktadır, folklor kursu, dil kursu açın, gidin müzik dersi verin bunların orta vadede nostaljik bir yaklaşım olmanın ötesinde bir karşılığı yok. “Dil parşömen kağıdına benzer, bir tarafı konuşma, gündelik hayatsa, öbürü de felsefe, düşünme, edebiyat, tindir “ diyor bir dil bilimci. Hemşince ile ilgili en büyük sıkıntı Hemşince’nin  ölmekte olan bir dil oluşudur, bunu biliyoruz. Tamam elbette dili konuşalım, çocuklarımıza öğretelim, toplanalım, bir araya gelelim, Hemşinlilerin sosyal özgüvenleri yüksek, kent kültürünün yozlaştıramadığı, tüketemediği bir tarafı da var, ama bu kültürel olarak değişime uğramazsa, daha kalıcı bir şeylere dönüştürülemezse hepimiz biliyoruz ki 40-50 yıl sonra bu dili konuşan belki hasbelkader yaylaya çıkan birkaç kişi kalacak.

H.Akçiçek- Biliyorsun B.M. Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO)’nun 2009 yılında yayımladığı "Tehlike Altındaki Diller Atlası"na göre, Hemşince “Kesinlikle tehlikede olan diller” arasında sayılıyor. Yeryüzündeki bütün diller ve kültürler insanlığın ortak değerleridir, herhangi bir dilin yok olması, insanlığın kültürel mirasının bir kısmının da ölmesi, yok olması anlamına gelir.
Ö.Alper- Umarım GOR  daha bilinçli kültürle, dille ilgilenecek bir kuşağın yetişmesine vesile olur. Benim en çok önemsediğim şey, Hemşinli gençlerden sosyal bilimlerde dilbiliminde, antropolojide, sosyolojide, psikolojide akademik kültürel alanda iyi yetişecek, bu alanlardan Hemşin kültürünü, Hemşin kültüründen de bu alanları besleyecek bir kuşağın yetişmesidir. Yapabilirse derginin en önemli katkısı bu olacak.

GOR bi taraftan da, belki de şehirdeki bir Hemşinli anne, babaya çocuğuma asgari düzeyde metodolojik olarak, bilimsel olarak Hemşinceyi nasıl öğretebilirim, masalları nasıl aktarabilir, dilin kültürün üzerine nasıl bir şeyler koyabilirim dedirtmeli. Öte yandan belki biz de dergiyle birlikte kelime haznemizi geliştireceğiz, ya da uzun zamandır kullanmadığımız unuttuğumuz kelimeleri yeniden kullanmaya başlayacağız.

H.Akçiçek- Belki Hemşince yazabilmek gibi bir yetenek edineceğiz, genç insanlarda Hemşince yazma hevesi oluşacak.

Ö.Alper- Hemşince yazmaya çalışacağız.  Belki üniversitelerde bu dilin, kültürün araştırılması, tezlerin yazılması, bölümlerin açılması için vesile olacak GOR.

H.Akçiçek-Toparlarsak o zaman şöyle diyorsun anladığım kadarıyla; birincisi genel olarak ülkemizin demokratikleşmesi normalleşmesi sürecinde bir adımdır GOR, ikinci olarak dil kültür konusunda bir farkındalık yaratarak dilin öğrenilmesine katkısı olabilir, 3.olarak Hemşince kültürel sanatsal üretimleri teşvik edebilir, son olarak da genç Hemşinlilerin sosyal bilimler alanında eğitim almaları bi yandan kendileri Hemşin kültüründen beslenirken öte yandan da Hemşin kültürünü oradan besleyerek evrensel bir boyuta taşımalarına vesile olabilir diyorsun,  ya da olmasını ümit ediyorsun...

H.Akçiçek- Peki buradan şeye geliyoruz o halde Gor’un nasıl bir yayın çizgisi olmalı meselesine...

Ö.Alper- Bir taraftan farklı alanlarda Terminoloji yaratmayı hedeflemeli, küçük gibi gözükse  de her alanda sinemada, felsefede, bilimde, edebiyatta dile katkı sunma anlamında 10-15 er kelime. Ya da  unuttuğumuz  kelimeleri yeniden kazandırmalı dilimize. İkincisi de geçmişe takılıp kalan değil, bugüne cevap veren,  geleceği hedefleyen  bir yayın çizgisi olmalı. Bu da bizlerin katkısı ile olabileceği gibi zaman zaman da kendi konusunda uzman kişilerin katkısı ile, bazen da başka kültür ve dillerdeki deneyimlerin aktarılmasıyla olabilir.

Ne bileyim Örneğin yurt dışına öğrenime giden bir genç orya gittiğinde “ya burada böyle bir şey var, buradan oraya ne aktara bilirim, nasıl bağ kurarım” demeli, kültürel olarak ileriye doğru ne taşıya biliriz.. ya da mimari olarak, Hemşindeki en büyük erozyonlardan biri çevre ve mimari alandaki erozyondur,  bütün eski ahşap evler, serenderler yıkıldı, o zaman biz bu mimariyi yeni kuşağa nasıl aktarabiliriz ve yeniden yapılmasını nasıl teşvik edebiliriz... bu da bir şey aslında, ihtiyaç dediğin hayatın içine girdiğinde anlamlı olacaktır.  Yoksa senede bir bir araya gelip iki horon teptiğimiz, üç bilmemne... böyle  bir şey olursa hiçbir anlamlı olmaz, o zaman sen zaten yenilmiş oluyorsun... sen bunu mimarine, müziğine, sineman, çocuğunla ilişkine ya da gündelik kent hayatındaki bir şeye soktuğun zaman o zaman karşı koyabiliyorsun, bariyer oluşturabiliyorsun.. genç kuşak için böyle bir şey olmalı..  mesela İsviçrede çok dilli eğitim modellerini inceleyebilir, çocuklar nasıl 5 yaşına kadar 5 dili öğrenebiliyor, biraz buna kafa yormak...  Kentteyiz mesela, şimdi biz (insan çocuk sahibi olmaya başlayınca düşünüyor) bir haftadır konuşuyoruz Lusin’le, evet çocuk Ermenice öğrensin ama Hemşinceyi de öğrensin, o lehçe kaybolmasın...

H.Akçiçek- Hemşincenin rengi, tonu, tadı olsun, duygusu yok olmasın, modern Ermenice içinde erimesin.

Ö.Alper- O zaman onu nasıl yapacağız, belki bir dil bilimciyle, pedagogla konuşmak lazım, böyle böyle hayatımıza sokmak lazım.  Farklı alanlarda sinemada resimde vs...
H.Akçiçek- Peki. GOR gibi senin yaptığın MOMİ filmi de bir ilkti, ilk Hemşince film. Şimdi biraz da Hemşince ve Hemşin kültürünün kültür sanat ortamlarında görünür olma süreci üzerine konuşalım, emeği geçenlere de bir selam göndermiş olalım.

Ö.Alper- 2000’in yazıydı galiba “Momi”yi yaptığımızda. MKM’nin üstündeki stüdyoda da senden Hemşin ezgilerini kaydetmiştik film için. Gösterimi 2001 i de buldu.

H.Akçiçek- Evet Nazım Kültür vardı Aznavur pasajında, 3-4 seans tıklım tıklımdı, şimdi vova da beraber olduğumuz Mustafa Biberle de orada tanıştım...

Ö.Alper-Sonra da Sonbahar.

H.Akçiçek- Evet baş karakterlerinin Hemşince konuştuğu, Hemşin coğrafyasında geçen ilk uzun metrajlı film, uluslararası gösterimi de yapılan, sayısız ödüller alan ilk Hemşice film...

Ö.Alper-Tabi “Momi” ve Sonbahardan önce müzikte Kazım Koyuncu’yu anmak gerekiyor, Hemşincenin kültürel kamusal alanda ilk yankılanışı onun sayesinde oldu. Onları sen daha iyi bilirsin.

H.Akçiçek- Evet bence de Kazım’ı öncelikle anmak gerek, bir albümde yer alan Hemşince ilk ezgi Kazım’ların Zuğaşi Berepe grubu olarak çıkardıkları “İgzas” albümündeki “Ka Tun Mita Xendasoç” adlı ezgidir. Neredeyse her Hemşinlinin bildiği bu ezgiyi  Kazım, Hopa festivaline gittiğinde Hemşinli gençlerden dinlemiş.

Ö.Alper- O festivalde birlikteydik Kazımla.

H.Akçiçek Kazım’ın daha sonra “hayde” albümünde  seslendirdiği “ella ella” ise artık herkesin dilindeydi... Hemşinliler Kazımı çok sevdiler, çünkü o neredeyse yitip giden Hemşin ezgilerini yıllar sonra hem de herkese ulaşan bir albümde ilk kez seslendiren sanatçıydı. Öyle bir şeyki Kazımın  Hemşince söylemesi... ki dikkat et Özcan,  80’lerin başından 90’ların sonlarına kadar olan dönem, hızlı kentleşme ile birlikte dilin, kültürün hızla yok oluş sürecine girdiği dönemdir. Kaval sesi, tulum sesi neredeyse yok olmak üzereydi...  Şimdi o günlerden Hemşince, Lazca ezgi duymak tulumu bir albümde duymak, onların yeniden hayat bulması anlamına geliyor, Kazımın o çıkışı bir hayat öpücüğü gibidir kültürlerin, dillerin kamusal alanda görünürlüğü açısından. Saygı duyulacak kayda değer bir çaba, sevgi ve özlemle anıyorum kendisini...

Ö.Alper-Sonra vova mi geliyor?

H.Akçiçek- Hayır arada yine Kazımın müzik yönetmenliğini yaptığı Gökhan Birben’in “Hey gidi Kardeniz” albümünde yer alan “Havaz ali meralets” ezgisi var. 

Ö.Alper- Kardeş türküler bir şey söyledi mi?

H.Akçiçek- Hayır Kardeş Türküler Hemşince söylemedi, ilk albümlerinde Lazca güzel bir ezgi var Ayşenur’un seslendirdiği. Yeri gelmişken Ayşenur Kolivar’ın da bu alandaki hem araştırmacı derlemeci olarak hemde konser ve albümlerinde Hemşince ezgilere yer veren bir müzisyen olarak adını zikretmek lazım.

Tabi benim Ersin Çelik ve Mustafa Biber ile 2005 yılında çıkardığımız Vova albümünün özel bir yeri var. Vova tamami Hemşin ezgilerinden, üstelik anonim ezgilerden oluşan ve dünyada Hemşince söylenmiş ilk albümdür.

Ö.Alper- Daha sonra genç arkadaşlar var...

H.Akçiçek- Evet sonraki süreçte biraz da Kazım’ın açtığı popüler kanaldan akarak Yaşar Kabaosmanoğlu, Aydoğan Topal, Selçuk Balcı, Salih Yılmaz, Ebral Aydın, Nurcanım Nurcan, Elincan Vayiç gibi genç müzisyenler ve albümleri olmasa da daha bir çok genç Hemşin ezgilerini seslendirmeye başladılar. Hepsine teşekkür ve selam gönderiyorum buradan.
Ö.Alper- Remzi abiyi anmak gerek geleneksel Hemşin kavalını vova albümü ile bugüne taşımış oldu...

H.Akçiçek- Onlar daha derin, önemli bir damar, kaval ve tulum Hemşinlilerin iki ana enstrümanı... Benim için Hemşinlilik, diğer özellikler bir yana, sanki kaval ve tulum sesinde bir duygudaşlık halidir. Bu vesile ile hayatımızda iz bırakan kaval üstatları İbrahim Baklaya (Çxalur İbrahim), senin komşun Remzi Tatar ve benim komşum Hasan Algür şahsında sesimiz ve nefesimizi bugünlere taşıyanları saygı ve rahmetle anıyorum.

Ö.Alper- Esas olarak müzik ve sinemada görünürlük oldu, Mahir de yazmaya başladı galiba öykü masal falan?

H.Akçiçek- Mahir daha yeni sayılır, madem yazıya geçtik bir az daha gerilere gitmek gerek, öncelikle şunu belirtelim ki diğer halk ve inançlar üzerine olduğu gibi Hemşinliler ve Hemşince üzerine de neredeyse hiçbir çalışma yoktur bizim üniversitelerimiz tarafından yapılmış. Sadece Prof. Fahrettin Kirzioğlu var bilinen, o da daha baştan Anadolu’daki tüm etnik unsurların Türk olduklarını ispat etmek üzere yola çıkmış, bir resmi tarih yazıcısı, Hemşinliler konusunda da bir makalesi var, sonrasında yazan bütün resmi tarih tezi  savunucuları onu kaynak olarak alırlar... Hemşinlilerde de pek rağbet görür bu tez... daha sonraki yıllarda Ankara Üniversitesinden Doç. Dr. Erhan Gürsel Ersoy var, saha araştırmalarına dayalı, akademik düzeyde anlamlı çalışmalar yapan. Yurt dışında ise dil bilimci Georges Dumezil, Bert Vaux, Dr. Uwe Blaesing gibi akademisyenler çalışmış Hemşince üzerine. 

Ö.Alper- Kitaplardan Hemşin Gizemi.. Belge yayınlarının özel bir yeri var, Ayşe ve Ragıp Zarakolu’nu anmak gerekir, Türkiye’de demokrasi kültürü açısından önemli kitaplar yayımladılar, herkes için çok önemli.

H.Akçiçek- Hemşin Gizemi... tersinden kimi abartıları olmakla birlikte Türkiye’de Hemşinlilik üzerine resmi ideoloji dışında yayımlanmış ilk kitap.

Ö.Alper- Bizde merak uyandıran beklide oydu. Belki o  kitap olmasa gidip Hemşince kısa film çekmeyi düşünemezdim.  MKM, kurslar falan vardı tabi, tek bir şeye bağlamak doğru değil elbette ama Hemşin Gizemi olmasa belki o kadar bilince çıkmaya bilirdi ...

H.Akçiçek- Yine kitaplardan devam edersek bizim İbrahim Karaca’nın “Hemşin”, Adnan Genç’in “Çalışkan Kadınlar Ülkesi Hemşin”, Uğur Biryol’un “Gurbet Pastası” kitaplarını sayabiliriz.  Kirzioğlu’nun izinden giden S.Arıcı’nın “Dambur Tarihi”, Remzi Yılmaz’ın “Hemşinin Tarihi Köklerine Doğru” kitabı var. Son iki yıldır bunlardan biraz daha farklı ama gene resmi ideolojinin çemberinden kurtulamayan Şerif Yılmaz’ın “Hemşinlilerin ve Hemşinli Ermenilerin(Hayların)kökeni” ve Yunus Altunkaya’nın Hemşincenin gramer yapısı üzerine yazdığı “Hemşince” adlı kitaplar var.    

Tabi bir de “BirYaşam” dergisine değinmek gerek, Cemil Aksu ve arkadaşlarının 2008-2010 yılları arasında Hopa’da çıkardıkları “Bir Yaşam” dergisi, bazıları Hemşince olan önemli yazıların yer aldığı  bu anlamda kayda değer yegane süreli yayındır. 

Bunlar dışında başka bir kategori de vakti zamanında Hemşindeki manastırlarda yazılmış kitaplardır. Günümüz Ermeni toplumunda Hemşinliler ve Hemşince üzerine yazılmış kitap ve makalelere örnek olarak ise Dzayn Hamşenagan (Heşmişnlilerin sesi) gazetesini de yayımlayan Sergey Vardanyan’ın ve Lusine Sahakyan’ın kitap ve makalelerinden bahsedebiliriz. Ancak bunların neredeyse tamamı Ermeni alfabesi ile ve Ermenice yazıldığı için Türkiye Hemşinlilerinin bilgi dağarcığında yer almamıştır.   

Ve HADİG’in kuruluşu Hemşinliler ve Hemşin dili ve kültürünün görünürlüğü anlamında çok önemli bir adımdır, bunu özellikle belirtmek gerek... 2011 Haziran’ında kurulan HADİG, Hemşinlilik bilinciyle kurulan ilk dernektir. HADİG’in en önemli işlevi; resmi  ideolojilerden bağımsız duruşu, medya ve sosyal medyadaki beyanatları ve düzenlediği kurslar, atölyeler, söyleşiler, konserler, geceler, geziler vs gibi sosyal ve kültürel etkinliklerle Hemşin toplumunda kendi dil ve kültürü konusunda bir farkındalık yaratmış olması, Hemşinliliği gündemde tutmasıdır.  Bugün HADİG’in duruşunu benimsesin benimsemesin tüm Hemşinliler, özellikle de Hemşince konuşanlar bir şekilde HADİG’i takip ederler.

H.Akçiçek- “Momi”, “Sonbahar”, “Gelecek Uzun Sürer” ve “Rüzgarın Hatıraları” filmlerinin dördüne de baktığımızda bu toplumun ötekileriyle ilgileniyorsun. Momi ve Sonbahar kendi ötekiliğin idi diğerleri bir entelektüel tercih olarak yaptıkların,  nedir derdin, niye bu alanlara eğiliyorsun, ne yapmaya çalışıyorsun...

Ö.Alper- Çehov’un çok güzel bir sözü var “ kendi sokağını anlatmak”, bu sokak bazen kendi ailendir, bazen sosyal çevren olabilir, bazen... Yani çok bilmediğin bir şeydense bildiğin bir şeyi anlatarak başlamak. “Momi” de benim için öyle bir şeydi, kendi büyüdüğüm, çocukluğumun geçtiği Momi’lerimizin bizim üzerimizdeki etkileriyle ilgiliydi, “Sonbahar”ı anlatmaya gerek yok. “Gelecek Uzun Sürer”le ilgili her yerde çok açık söyledim, bu ülke demokratikleşecekse Kürt meselesini çözerek demokratikleşecek.  Sanatsal olarak da, bir kere Türkiyeli genç bir yönetmen olarak böyle bir şeyi niye anlattımdan çok neden anlatılmadığını sorarım ben. Neyi anlatacaksın ki, bu kadar yıl, bunca ölüm, bunca acı, bu kadar yaşanmışlıklar varken... O zaman neden Latin Amerikaya övgüler yağdırıyorsunuz, dünyanın başka yerlerindeki dramlara tepki gösteriyorsunuz ki.. bu iki yüzlülük değil mi? İki yüzlü davranmadığında ise kendi ülkende yaşananı görüyorsun.  Genel olarak sanat ve politikayı ayrıştırmak gerek, politika çok gerekli olduğuna inandığım bir şey, ama sanat, zaman zaman politikanın yapamadığı şeyleri yapabilir, başarabilir, anlatabilir. Ama sanatın kendisini politik bir şeyin angajmanı, onun bir propaganda aracı olarak görmek istemem, filmlerimde en çok dikkat ettiğim şeylerden biridir bu, ince bir çizgidir, zordur başarmak.

Demin söylediğin şeyler, Oradan bakınca sanki Türkiye’nin geçmişini meşgul eden meselelere eğiliyormuşum gibi görünse de, tam tersine ben, Türkiye’nin geleceğine dair şeyler yapıyorum. Seçtiğim konular Türkiye’nin geleceğine dair sorular soran, öncelikle de kendi kendime sorular sorduğum konular. Biz sizin kuşaktan, toplumumuzdan böyle öğrendik, sadece kendini değil yanındakini de düşünmek, ya da nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizi kendimizin de belirleyebileceği bir bakış. Üniversite yıllarımızda “biz bu ülkenin halkına borçluyuz” derdik. Nasıl bir ülkede yaşamak istiyorum ben, şimdi şöyle de diyebilirim benim çocuğum olursa nasıl bir ülkede yaşamasını isterim, aslında ben bunun için çaba gösteriyorum. Burada da Yaşar Kemal’in “tek bir çiçekten oluşan bir  bahçedense bin bir çiçekli bahçeyi tercih ederim, hayatım boyunca buna çabaladım”.. demesini Türkiye’de iyi kötü sanat yapan herkese örnek verebilirim. Biz onlar gibi çınar olamayız belki ama onların gölgesinde küçücük bir çiçek olabiliriz... denizde bir damla olabiliriz,

H.Akçiçek- Neye tekabül ettiğimizi bilemeyiz belki ama,  çorak topraklarda bir fidan oluruz belki.

Ö.Alper- Biraz öyle bakıyorum, önce kendim her yerde konuşabileceğim herkesle konuşabileceğim meseleleri filmlerimde de tartışmak konuşmak istiyorum, öyle olmaya da devam edecek, 1-2-3 değil emeğimiz, gücümüz yeterse 15. filme kadar böyle devam edecek, belki GOR’un 100 bilmem kaçıncı sayısında da aynı şeyleri konuşuruz.

H.Akçiçek- Şimdi ben de Hemşin kültürü dili ile ilgili bir insan olarak senden bahsederken  elde var bir  “Allahtan bir sinemacımız var da sesimizi duyuruyor” diyorum.

Ö.Alper- Sizinle beraber kaç müzisyen saydın müzik de çok önemeli bir alan, belki biraz edebiyat, fotoğraf, resim, akademik alanda birilerini de çıkarabilsek...

H.Akçiçek-Derginin çıkış duyurusunda “Hemşince kültürel, sanatsal, akademik üretimlerin yapılmasına zemin olmak ve zamanla bir kolektife dönüşmek” gibi bir niyet var. O kolektifin içinde de bütün bu dediğin sanat dallarında, akademik alanda üretimlerin yapılması, çoğaltılması ve bu dilin kültürün ileri kuşaklara taşınması gibi bir arzu var, bakalım, zaman gösterecek. Hiçbir şey olmasa bile bir taş atmış olacağız, tarihte ilk defa Latin harfleriyle Hemşince yazılmış bir dergi çıkacak. Yeri gelmişken değineyim yine aynı duyuruda “GOR; objektif, akademik ve bilimsel kriterlere bağlı, resmi ideolojilerden bağımsız, ırkçılığa ve asimilasyona karşı, nefret, şiddet ve cinsiyetçi söylemlerden uzak bir yayın çizgisini ilke edinecektir.” denilmektedir.

Ö.Alper- 6 ayda bir mi yayımlanacak ?

H.AKçiçek- Evet şimdilik 6 ayda bir yayımlanacak, baktık oluyor periyodu kısaltırız. 6 ayda bir ancaktır şimdi, çünkü  profesyonel olarak dergi ile ilgilenen kimse yok, hepimiz başka başka işlerde çalışıyoruz, dergiye özel olarak zaman ayırıyoruz, bir çok şey birkaç insanın üzerinden yürüyor, bu da işin doğasında var.. bakalım süreç ne gösterecek, umalım ki iyi olsun..

Ö.Alper- İyi olacak, güzel olacak, yolun açık olsun GOR,


H.Akçiçek- Kaun ka GOR kales, torx ellis, dzil ellis, dzağig ellis, abris, xendas dzidzağis GOR...

Gor Dergisi Sayı 1 Sonbahar 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder