27 Şubat 2018 Salı

Hafızamızı Renklendiren Mütevazi Bir Damla; Toşi İbrahim




Haçapit köyünün sonradan radar kurulan tepesinin altında kalan mahalle, Toşioğlu İbrahim’in kök saldığı mahalledir. Onu önemli yapan şey şair kişiliğidir. Bu özelliği, onu çevresindeki yüzlerce kişiden ayırır. Çünkü hemen herkes aynı gurbete çıkmakta, aynı yokluğu çekmekte aynı hayatı yaşamakta ve aynı kaygıları taşımaktadır belki ama, tüm bunları  hicivli dörtlüklere dökebilmek farklılaştırmaya yetiyor insanı.

Süleyman ve Hanife oğlu Toşi İbrahim, nüfus kayıtlarına göre 1283’te (Miladi: 1865) doğmuş,  ölümü ise 1942’dir. Anne ve babasını kaybettiğinde çocuktur. 12 yaşında Rusya gurbetliğine gittiğine göre, bu yaş civarında öksüz ve yetim kaldığı anlaşılıyor. Büyük ihtimalle, bir yakını onu beraberinde götürmüştür. Rusya’da uzun yıllar kalan İbrahim, orada iyi derecede Rusça ve Gürcüce öğrenmiştir. Rusya’ya giden Hemşinlilerin çoğu ya fırıncılık ya da lokantacılık yapmış, İbrahim’in mesleği de fırıncılıktır.

Büyük oranda yöre folkloru içinde yoğrulup o kültürün yeniden yoğrulmasına katkı sunan eski insanlarımız hakkında yeterince kaynak yoktur.

Toşi İbrahim hakkında bilinen kimi dörtlüklerden haberdar olabildiysek, onları bir hatıra defterine yazıp saklayan Şemun Godri, Rifat Godri ve o defteri bundan elli sene önce okuyan Cevat Haberal sayesinde olabilmişizdir. Cevat Abi o defteri karıştırdığı yıllarda İÜ Edebiyat Fakültesi öğrencisidir.
Birinci Dünya savaşı çıktıktan sonra sınır dışı edilen Türkiye (Osmanlı) vatandaşları arasında İbrahim de vardır. Savaş yıllarında Rus askeri birliklerinin Doğu Karadeniz sahillerine inip Hopa, Artvin, Pazar, Rize ve Trabzon’u denetim altına aldıktan sonra Tirebolu’ya dayandığı günlerde, Toşi İbrahim Pazar’da bulunuyordu. Rusların bu ilerleyişi sırasında Toşi, Pazar’ın Kalecik (Sivrikale) önlerinde dolaşan bir Rus kruvazörüne karşı küfürler edip halkı galeyana getirdiği için Kalecik kıyılarının şiddetli bir top atışına tutulduğu, Toşi’nin ise bu olaydan sonra Ruslara karşı çetecilik yapan milislerle katıldığı anlatılır. Rus askerlerinin çıkmaya karar verdikleri her kıyıyı önce denizden top ateşiyle dövdüğü, sahilde yaşayanlara bu şekilde gözdağı ve korku saldıktan sonra karşı ateş yoksa sahile çıkmayı tercih ettiği söylenmektedir.

O yıllarda Toşi 25 yaş civarındadır. 2 yıl süren bu işgal için Rusların Doğu Karadeniz’de tutunamayıp çekilmek zorunda kaldığı anlatılsa da; çekilmenin temel sebebi, Çarlığı (Romanof hanedanlığını) yıkan Bolşevik devrim hareketidir. Çarlık Rusyası, Fransa ve İngiltere’nin Ortadoğu çıkarlarına dokunmama (kabul etme) karşılığında kendilerine tanınan bir “hak” olarak Karadeniz kıyılarını işgale girişmişlerdi.

İşgale karşı topyekun bir direniş olmasa da, yerelde örgütlenen bazı çete birliklerinin varlığından söz edebiliriz. Bu çete üyelerinin çoğu, işgalden önce zaten eşkiyalık yapmak üzere silahlanmış, işgal ile birlikte Ruslara karşı çeteciliğe başlamışlardı. Zaten o yıllarda bölgede direniş gösterecek yeterli sayıda asker yoktu.

Haçapit köyündeki ilk gençlik yıllarımda; köye gelen Rus askerlerinin bir an önce evine dönmek isteyen gönülsüz gezginler gibi dolaştıkları ve hatta bir askerin evde ateş kenarında yatan yaşlı kadına hastalığını sorup “vah vah”  ettiğini, yaşlı kadının ise “öyle bir vah çekti ki, kendi evimden kimse bana böyle vahlanmamıştı” dediğini anlatan bir anıyı dinlemiştim. Rusların bir işgal ordusu gibi değil de, sanki bölgeyi uzun zamandan beri yöneten ve daha uzun zaman yönetecek bir devlet gibi davrandıkları anlatılır. Kimi yerde altyapı çalışmalarına girişmişler, yol yapmışlar. Öyle ki, yerel halk bu işgalci askerlere bir süre sonra alışmış.

Bazı nesnelere verilen isimler bile (talika: büyük maşrapa) Rusçadır ve günümüzde de kullanılır, işgalci askerlerden öğrenilmiştir. Ruslar kendi askerlerinin yanı sıra yerel halktan çalışabilecek insanları yol yapımında ve muhtelif işlerde belli bir ücret karşılığı çalıştırmışlar. Halk zaten fakir ve üstelik muhtaç durumdadır. Ahaliye yansıyan manzara böyle olsa da, sonuçta yaşanan bir işgaldi ve Ruslar yıkılmakta olan Osmanlı’dan pay kapmak üzere gelmişlerdi. Ruslar, sivil halkı rahatsız etmeden kalıcı olma yolunu seçmiş, kimsenin evine zorla girmemiş, bahçesinden izinsiz mandalina bile koparmamış ve Mart 1918 başlarında buraları terk edip gitmişti. Eskilerin anlatımı bu yöndedir.

Rusların kendi ülkelerinde patlayan Ekim Devrimi nedeniyle bölgeyi terk edip gitmelerinden yıllar sonra işgal günleri için anlatılanlara başka hikayeler eklenmiş, kurgular gerçeklere karışmıştır. Örneğin kimileri; Rus askerlerinin halktan aldıkları tavuk, et, süt, yumurta, sebze ve yağın parasını peşin ödediklerini halktan dinleyip anlatmış ama bununla yetinmemiş, Rusların Rize ve ilçelerine yerleştirmeyi düşündükleri Hıristiyan ahaliye yiyecek sağlamak amacıyla Rusya’dan binlerce domuz yavrusu getirip Rize dağlarına bıraktığı yönünde hikayeler türetmiş… Yani işgalciler o koşullarda bile ne domuzluklar düşünmüş (!) Oysa bir ülkeyi işgal etmek yeterince domuzluktur zaten, başka “domuzluklar” aramaya gerek yoktur.

Kimi kurgular sonraki yıllarda ihtiyaç duyulan kahramanlık hikayeleri için, kimi kurgular ise soğuk savaş döneminin ihtiyaçlarına göre uydurulmuştur büyük ihtimalle.

Haçapit köyünden Cevahir Dil’in de içinde olduğu birliklerin Rus askerlerini kuşattığı, çete saldırıları sonucu Rusların ağır kayıplar verdiği, daha sonra yapılan anlaşma gereği ellişer kişilik gruplar halinde çekilmelerine izin verildiği (yani ‘onlar çekilmedi, biz kovaladık, bizim inisiyatifimiz dahilinde gelişti her şey’ ) yönünde hikayeler anlatıldı, biz de dinledik. Ruslar çekilirken ellerindeki silah ve cephaneyi Ermeni ve Rum çetelere dağıttığı şeklindeki hikayeler de muhtemelen bu türdendir ve o yıllara denk gelen etnik arındırma politikalarını desteklemek üzere sonradan üretilmiştir.

Çekilmekte olan Rus birliklerini takip eden Türk kuvvetleri ile hareket eden İbrahim’in Sohum’a geldiği yönünde bir bilgi var örneğin… Sonrasında ise, Sohum’da dükkan açarak ticarete başladığı ve 1918 yılında İstanbul’un işgal edilmesinden sonra Sohum’dan Trabzon’a gelip orada fırıncılığa başladığı ve bir süre sonra Pazar’a gelerek hayatının sonuna kadar bu işi yaptığı anlatılır.
Sohum’da dükkan açması, oradan Trabzon’a ve Pazar’a gelip fırıncılığa devam etmesi şüphesiz ki anıların gerçek kısmıdır fakat geri çekilmekte olan Rus askerleri neden takip edilsin, çekilmekte olan Ruslara neden ağır kayıplar verdirilsin? Böyle bir aktivite, Sohum’da açılan işyerine nasıl bir katkı sunmuş olabilir?

Toşi’nin Trabzon Değirmendere’de değirmencilik yaptığına dair rivayetler de vardır fakat bu, aşağıdaki dörtlüğe dayanarak yapılan bir yorum gibi durmaktadır. Toşi hastalandığında onu evinde ziyarete gelen Adil Birben, bir türkünün melodisiyle ona kapıdan seslenir:
“İbrahim buradadur/ Değirmeni nerdedur”
Sesi tanıyıp çok sevinen Toşi ise hasta yatağından seslenerek cevap verir:
“Oni Adil’um bilur / Değirmen derededur”

 (“Değirmen derede” ile “Değirmendere’de” sözcükleri farklı anlamlar içerir çünkü… Söz konusu yer Değirmendere yerine Tütüncüler olsaydı, türküdeki dize “ Tütüni nerededur” olacaktı belki de).
Toşi İbrahim’in Pazar’da fırıncılık yaptığı yıllar aynı zamanda şiire merak sardığı yıllardır. Oradaki bazı arkadaşları zaman zaman fırına gelirler, sohbet edip tavla oynarlar, şiir atışmaları yapıp gülerler, hicivli kapışmalara girişirlerdi. Atışmalar, yöre folkloru içerisinde hep geçen fakat küfür gibi algılanmayan bir müstehcenliği de içerir çoğu kez.

Tavla oynayıp yenildiği bir şair arkadaşına adil oynamadığı yönünde laflar eder, arkadaşı ise “köpek gibi havlıyorsun” anlamına gelecek şekilde Toşi’yi kızdırmak için bir dörtlük söyler:

“Şimdi senun eşlerun/ Dağda gezer meşeye
Kaldur da bacağuni/ Gel işeye işeye”

Tavlada yenildiği için zaten kızgın olan Toşi, bu dörtlüğe çok sinirlenir ve cevap verir:



“Sizde öyle bişe var / Doğri benzer şişeye
Ömrümün müddetince / Kucağumda yaşaya
İki Fatma’ya ettum / Bir de sizun Ayşe’ye
Şimdi derduni ağla / Git de Marko Paşa’ya”

Hiç soluk almadan iki dörtlük birden sallayan Toşi karşısında şair arkadaşı yeni bir dörtlük söylemez. Son sözü Toşi söyleyip rahatlamıştır, şair arkadaşı ise zaten onu yeterince çileden çıkarttığı için alacağını almıştır.

Toşi İbrahim birgün Pazar’a inerken, köyün Çebuka Mahallesinden Yusuf Pirpir onu görüp  hazırlanır ve yetişmek için hızlıca yürümeye başlar. Sesini duyurabilecek bir uzaklığa geldiğinde, arkasından seslenip lafını yapıştırır: “Bilurdum ki düzeldi/ Gene eğridur göti”
Toşi de cevabını verir ve karşılıklı atışa atışa Pazar’a doğru yürürler:

- Sen yanliş anlamişsun/ Gene dolidur koti
-Artuk ihtiyarlamiş/ Kaynak tutmayi zoti
-Nerden geldi buriya/ Bir horoz gibi otti
-Gene hava bozuktur/ Görünmez oldi Poti *
-Lazca bişe deyiler/ E gorme tila çurti

*(Poti: Kafkasların devamındaki dağlar)

Köyde komşunun Nuskali adlı bir yaşlı ineği vardır. Toşi onu keser ve bir kısmını çocuklardan birinin sırtına verir, eve doğru yürürler. Yokuşu çıkarken çocuk zorlanır, ayakları dolanır, çarpık çurpuk yürümeye başlar ve diz üstü çöker. Arkasından yürüyen Toşi ise çocuğa şöyle seslenir:

“Her gelen seni geçer/ Niye kaldun geriden
Ne milletten halk oldun/ Cinden misun periden”

Et eve gelir, parçalanır ve tavaya konur fakat bir türlü pişmek bilmez. Pişmemekte direten yağsız ve sert ete bakıp ineği anar Toşi:

Ey Nuskali siğirum/ Almayi beni havan
Koydun milletunkine/ Hiç yağ görmeyi tavan
Parayi ister iken/ Boki yaracak kavgan
Burada da görülmez/ Rize’ye kalkar davan”

Bir Cuma günü beş altı köylü cami kapısında oturmuş, birkaç dakika sonra okunacak ezanı beklemektedirler. Toşi ise, elinde bir çay orağı (veya tahra) ve omzunda kızılağaç çoği (sırığı) ile ter içinde gelmektedir. Kapıda oturanlardan biri, arkadaşlarına gelmekte olan Toşi’yi işaret edip ama onun duyacağı şekilde laf atar:

“Toşi geliyi Toşi / Buna bişe takalum”
Toşi duyar ve cevabını yapıştırır:
“Sicakluğun şerinden/ Asilmiştur kakalum”
Oturanlardan biri söze karışır:
“Buna kimse inanmaz/ Çikar da bi bakalum”
Toşi ona da verir cevabını:
“Şimdi yanuma değil/ Sizun evde sakladum”

(Bu dizelerin, 50 yıl önce Haçapit’li üniversite gençlerinin çıkardığı “Subaşı” adlı köy dergisinin ikinci sayısında Cevat Haberal tarafından; sıcak bir günde Pazar’a giderken kendisi gibi yörenin ünlü söz cambazlarından Nalbant Tevfik’le gerçekleşen bir atışma sırasında söylendiği belirtilmiştir).
Hicivli maniler ve atma dörtlüklerle söz söylemeyi seven Toşi’nin, ölümünden iki sene önce oğlu Hamit’e nasihat olsun diye söylediği şiir şöyledir:

Dinleyun ahbaplar yaren kardeşler
Bu nasihat size yadigar oldi
Uyanun gafletten gafil olanlar
Gizli sırlarumuz aşikar oldi

Toşoğli’nun bilinmedi kiymeti
Nurlara gark olsun hep ced ve ceddi
Toşi İbrahim’de alun ibreti
Ömrü gurbet elde ihtiyar oldi

Altı ay bir müddet hanede kaldum
Bahr-i Umman gibi deryaya daldum
Yirmi beş nüfusu kaleme aldum
Bütün cihan başumuza dar oldi

Şahsıma yakişmaz bu sözi demek
Hep burnumdan geldi yeduğum yemek
Altmiş yıl haneye verduğum emek
Kün ve yekün oldi, rüzigar oldi

Toşoğli doğri yaz sakın şaşurma
Vicdansuz sözleri nefse düşurma
Birkaç çiplak vardur derma devşurma
Namusli kimseler derkenar oldi

Şimdi fark eyledum beyazi bozi
Yüreğuma koydum ateşi, közi
Namussuz kimseden işittum sözi
Yandi kara bağrum yandi nar oldi

Her ocaktan çikar böyle bir ceylan
Kötülük olursa ederuk seyran
Birlikte olmişti yüreğum puryan
Toşoğli birlikte tövbekar oldi

Böyle iş haktandur emr-i irade
Herkese nasip olmaz ermek murade
Bizlere desturgil olsun yaradan
Nice biz gibiler berhudar oldi

Kimileri fakir kim ocakzade
Kiminun elinden içilur bade
Bir name yazayim Hamit evlade
Babayi birakup kime yar oldi

Zamanumuz yine eski zamandur
Bizum umduğumuz kuri gümandur
Ellere yaz bahar çayir çimendur
Niye bize yağmur ile kar oldi

Bir rivayet bu iş bize layıktur
İleri gitmenun soni dayaktur
Oğlum Hamit, oğlun yalinayaktur
Çapula ayakta tar-u mar oldi

Ömrünün son günlerinde eski hiciv ve neşe dolu manilerden uzaklaşan Toşi, yaşadığı koca bir ömrün muhasebesine girişir adeta… Elimizde olan son dizeleri şöyledir:

Düşündüm deryayi karayi çöli
Kırılsun Gedu’nun kanadi koli
Müridim ki bana gösterdi yoli
Halumi arz ettum geldi cesaret

Bildirmek lazimdur yaren yoldaşa
Cahil çaylak ile çikilmaz başa
Ahırbirliğimde düştüm telaşa
Acep bu mesele kimden ibaret

Baba dar gün için besler evladi
Evladi babaya ederse vadi
Evlat bir ziynettir besler evladi
Vadine hulf etmez ehl-i sehavet

Evladi bakarsa kari sözine
Büyütür kargayi dalar gözine
Babanun emeği tutar dizine
Ahırbirliğinde çeker felaket

Yeter bu nasihat arif olana
Akli ermez ise sorar bilene
O zaman işini alur plana
Esas tevarihte budur adalet

Nihayet verelum bu kadar yeter
İlerde korku var bundan beş beter
İnsan ki gözini tavana diker
O zaman lazimdur haktan rivayet

Behey adam niye yolsuz gezersun
Olur olmaz işe destan düzersun
Kainatun fiilini yazarsun
Niye aklun yoktur behey cenabet

Eski Hemşinlilerin hayatında Rusya gurbetliği çok özel bir yer tutar. Yüksek Hemşin köylerindeki görkemli taş yapı ve konaklar, Rusya’da kazanılan paralarla yaptırılmıştır. O binalara bakıldığında “her kara taşın altında bir sarı lira vardır”  denilmesi bu yüzdendir.

Çok küçük yaşlarda Rusya’ya gidip pastacılık, fırıncılık ve lokantacılık öğrenip orada dükkan açan dedelerimiz vardı. Rusya’dan döndükten sonra Haçapit köyünde uzun yıllar cami imamlığı yapan Tavariş Hoca (Recep Karaca) da onlardan biridir. Toşi İbrahim ile birlikte Tavariş Hoca da bu yazının konusu olacaktı, ancak hikayemiz çok uzayacağı için onu sonraki bir sayıya bırakalım dedik.

İbrahim Karaca
Gor Dergisi Sayı 4 Bahar 2016




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder