27 Şubat 2018 Salı

Pazar Hemşin Bölgesi Çingit Köyü (Uğrak Köyü) Özelinde Folklorik Değerlendirmeler - 1





Hemşinli olmama rağmen bölgenin kültürel yapısından, folkloründen maalesef uzak olduğumu ifade etmeliyim. Bunun bir çok nedeni var. Bunlardan en önemlisi de köyümüze gidip de kalabileceğim bir evimizin olmamasıdır. Yöreye ait olduğunu düşündüğüm ve bildiğim her şey ara ara köye gidişlerimde elde ettiğim izlenimler ve çocukluğumdan beri İzmit'te ailemizi ziyarete gelen akrabalarımdan duyduklarımdır.

Bu vesileyle Galip Amca'mdan işittiğim; ve çocuklara söylediği bir tekerlemeyi hatırladım.
"Naka naka da kedi puçuma baka" derdi.
Bak: Bakmaktan emir
Puç: Kadın cinsel organı
Yine buna benzer bir ifadeyi delikanlı çağlarında halamın oğlu İbrahim Ankaralılar tarafından anlamı bilinmeyen bu kelimeyi sesli bir şekilde yoldan geçen kızlara laf atmak için kullanırdı. "Heyy gidi sizin puçunguza ateş ensin" derdi de bizler gülüşürdük.
Yine babamdan duymuştum. "geplamak" diye bir ifade var ancak ne anlama geldiğini sadece tahmin edebiliyorum.

-"Gepla Sami!.. Emir cümlesine karşılık; o da,
-Geplâyarum daaa" diye bir ifade kullanırdı. Bir gün bir ortamda - köyde olsa gerek- anlamını hiç bilmediğim bu ifadeyi söylemiştim de bana kızmıştı. Tabiki ben yöresel şekilde söyleyebilmeye çalışırdım da beceremezdim. -Malum şehirliydik-

Yine bir iş yapmaya çalışıp da o işi yapabilecek durumu olmayan insanlar için Çingit Köyünden zirvesi gözüken bir dağa gönderme yaparak " kıçın Aop'tan - Agop Dağından - gözüküyor." derler...
Bu ifadeleri ve deyimleri aklıma geldikçe yazıyorum,  sohbetleri bağlamlarından kopararak ifade ediyorum ama benim bunları yazmamdaki temel neden hafızamda yöreye ait az da olsa kalan kültürel birikimi yazarak çorbaya tuz eklemektir yoksa bölgede yaşayan binlerce kişinin doğrudan kültürün içinde olmasından dolayı anlattıklarımdan fazlasını bildiğine eminim. Yukarıda ifade ettiğim ve aşağıda ifade edeceğim kelimelerin birçoğunun etimolojik kökü hakkında, deyimlerin de nereden geldiği hakkında bilgim yoktur. Köyümde  ve çevresinde yaşayan insanların birçoğunun da bildiğini sanmıyorum bunlar sadece bazı durumlar için söylenen, söylenilegelen o an için o eylemin adını ve durumunu belirten kelimeler ve deyimlerdir... Bu deyimleri ve kelimeleri ifade ederken ben de yanılıyor olabilirim. Dedim ya yörenin kendi kültürüne uzak olarak yaşamışım, özellikle de diline. Tamam muhlamayı biliriz yaparız, yeriz. Çahalayı biliriz, yaparız, yeriz. Kopriyi biliriz, kullanırız da ancak bu kelimelerin nereden geldiğini bilmeyiz. Hele hele konuştuğumuz dildeki farklı kelimelerin köküne ait doğru dürüst hiçbir şey bilmeyiz.

Bu vesileyle bu deyimleri ve kelimeleri karınca kararınca not etmek istedim. Umarım bölge kültürüne meraklı olanlar için faydalı, küçük ama yerel bir kaynakça elde edilmesine yararım dokunmuş olur diyerek kelimeleri ve deyimleri yazmaya başlayalım...

Muslukla, hortumla ya da birikmiş bir su birinkintisiyle oynayan kişiler için "çekçetuş  etma ya da çektuş etma" denir. Bir de şu an ne anlama geldiğini tam olarak bilmediğim ancak muhlama ve çahalayı ya da ne bileyim bir şeyleri karıştıran ya da ağzını şaplantan kişilere de yaptığı eylemden dolayı "leplepuş etme" denir.

Ağlamaya başlayan ağlamaklı olan ya da küsmüş gibi davranıp dudak büken çocuklara, dudakların aldığı şekilden dolayı "pebuk etme" deriz.

Ağlayan ya da patavatsız konuşan kişiler için " lagoman ağzını açma/açtı." gibi ifadeler kullanırız.
Tam olarak bilmemekle birlikte avanak kişilere hakaret anlamında "Ope" denir. bu ifade benim köyüm içinde kişisel bir tanımlama bile olabilir. Ne bileyim mesela "köyümüzün delisi" anlamında kullanılmış olabilir.  Hatta bazı ifadeler sadece o köye has da olabilir hakikati folklorik araştırmalar gösterecek diye düşünüyorum ama eldeki malzemeyi ortaya koyalım ki neyin ne kadar yöresel ya da kişisel olduğu ortaya çıkabilsin.

Mesela Argo Türkçe'de kendisine kızılan kişilere, Şaban, Avni, Kâmil vs gibi  lâkaplar takılır ya... Bizde de -dayımdan duymuştum- ne kadar yöresel bilmiyorum. Kızdığı bayanlara "Namiye" derdi. Bu isim bir kadın ismi midir yoksa deli anlamına gelen bir ifade midir onu da bilemiyorum? Belki de köyde yaşayan ve ne yaptığını pek bilmeyen yarı akıllı birine benzetmek  amacıyla söylenmiş bir lakap da olabilir.

Yine kendisine kızılan kişiler için "kaybana" derler, "kaybananın doğurduğu, kaybananın ektiği" falan gibi.

Patatese kartof, mısıra lazut, civcive varek denildiğini duydum ve okudum. Mısırları korumak ve kurutmak için evlerin önündeki ağaçtan mimari yapıya “serender”  Hayvan yemlerini korumak, kurutmak için evin ve ahırın yakınlarına yapılan ağaç mimari yapıya da "iskenaf" dendiğini biliyorum. “İskenaf” kelimesini Çingit Köyünün web sitesinin forumunda takma isim olarak kullanmışlığım da vardır...

"çemak" ifadesinin de "kuzey" anlamına geldiğini yine köydeki kişilerden duymuştum yine köyümüzdeki bir dağın ya da tepenin adı "Salkaş" tır. Başka bir yerin adı "Pasta tarlası" dır. Pasta pirince benzeyen bir çeşit bitkiymiş ancak bitkinin şekli, tadı ve  kullanım yerleri hakkında malumatım hiç olmadı.

Köyümüzün adı Çingit'tir, komşu köyler ise Açaba, Mermanat, Kogis, Meleskur'dür ancak bu köylerin neden bu isimle anıldığını bilmiyorum. Köylülerin konuşmalarındaki telaffuzlarından hangi köyden oldukları bilinir. Bu yüzden Köylüler arasındaki konuşma biçimlerinde ciddi ağız farklılıkları vardır.

Ailemin yaşlılarında küçük çocukların üzerinden atlanılmaması gerekir şeklinde batıl bir inanış vardı. Yine bir gün köyde yemek için hazırlık yapılırken muhlamanın yağını karıştırmaya başlamıştım.  "Dur yapma ahırda inekler kızışır" gibi bir ifade kullanmışlardı da şaşırıp kalmıştım. Hemşinlilerin özellikle Batı Hemşinlilerin Laz'lara karşı bir antipatisinin de olduğunu ifade edebilirim. Bu antipatinin nedenini bilmiyorum. Bu konu hakkındaki sorularıma çevremdeki tanıdık insanlardan sağlıklı cevaplar alamadığımı da hatırlıyorum. Belki de kollektif şuuraltında yatan bazı nedenler vardır.

"Karşılardan aşağı bir kınalı kız gider. İnşallah yolunu şaşırır bize gider." devamını bilmediğim/hatırlayamadığım bir dizi türkü de duymuştum.
Yine bu meanide başka bir türkü ya da aynı türkü için;
"oy oy nani nani oy oy
haydi nanigum oy oy" Nakaratı kalmış hafızamda
Evin salonu ya da antresi için yöresel söyleyişle "heet" dendiğini bazı yörelerde  ise "hayat" dendiğini biliyorum. Kelimelerin telaffuzu için transkiripsiyon alfabesine ihtiyacım olduğunu da bu kelimeyle daha iyi anladım. “Heet” kelimesinde telaffuz edilen "h" Türkçe'de kulanılan "h" sesi değildir. Daha boğuk, daha genizden gelen bir "h" sesidir.

Yumurta kızartılan tavaya ya da yumurta kızartma işine “kaygana” ya da “kağana” gibi bir ifade kullanır. Şimdilerde pek kullanmıyoruz. Çocukken bir ara duymuştum.
Babamın şekerli makarna ve tuzlu sütlaç yediğine de şahit olmuşumdur. Hatta küçükken Mermanatli bir tanıdığımın makarnanın içine şeker yerine reçel döktüğüne de şahidimdir. 
Annem, "çahala" yemeğini tencere de ezmeye yarayan tahta tokmağa annem"tapiç" derdi.  Babam da;  fi tarihinde divana uzanmış yatan anneme hitaben: "çek şu tapiç ayaklarını da ben de oturabileyim” derdi...

Büyükbaş hayvanların yemesi için büyük kazanlarda kaynatılan kepekli yiyeceğe de anneannem "lag" derdi. Bu meanide "köpeğin lagını hazırladınız mı" gibi bir ifadeyi de çok kereler duymuşumdur. Daha sonra bu ifade "köpeğin yemeği" oldu. İneğin belli bir yaştakine "düve" derdik ama bu kelimenin kaynağının Hemşin bölgesine ait olup olmadığı hakkında bilgim yoktur. Belki de Hemşin'den Ankara'ya göçen insanların sonradan öğrendiği bir kelime de olabilir.
Velhasıl bölgenin dili, ağzı, kelimeleri ve deyimleri üzerinde çalışma yapmak gerekiyor ki bunların ayırdına varılabilisin yoksa bu hazine kaybolacak ya da  karışıp gidecek.
Zira “tüm halk kültürlerinin kodları kullanılan dilde ve kelimelerde gizlidir.” düşüncesindeyimdir.
Kelimeler ve deyimler üzerinden yazımıza devam edersek;
Üzerinde yemek pişirilen bir çeşit soba vardır ki adına "pilita" derler.
Tuvalete su götürülen ya da pilitada su ısıtılan güğüme "kukma" derler.
"Boğazım hitiklendi". “Boğazım gıdıklandı” anlamında yöresel bir söyleyişi de halamdan işitmişimdir.

Köyümüzde uzakta, şimdilerde kadastronun geçmesiyle ormaniyenin sahiplendiği bir yerimiz vardır ki oraya "İçkaba" derler. Yine sanırım ona yakın bir yer daha var ki oraya da "fırının düzü" derler. Değirmene yöresel bir söyleyişle "degiman" derler. Sırt kelimesine yöresel bir söyleyişle "sert" derler. Örnek: "Caminin sertindeki ağaçları gördün mü Ümit?”  Buradaki "e" sesi de biraz "e veya  i" arası karışık bir sestir. Bu kelimenin telaffuzu Türkçedeki “yumuşak” kelimesinin zıddı olan "sert" şeklinde değildir. Bu söyleyişler yukarıda belirttiğim gibi köyden köye değişir. Yakın çevredeki her köylü üç aşağı beş yukarı komşu köylerdeki insanları ağız özelliklerinden bilir. Bu Açabalı'dır şu Mermanatlı'dır diye.

Bostandaki fasülyeleri ayağa kaldırmak için toprağa sokulan sopaya "hoçk" derler.
Güçlü kuvvetli erkeğe "igit" derler ki Türkçe'deki Yiğit kelimesinin başındaki "y" sesinin düşmesi sonucunda oluşmuş bir kelime olduğunu düşünüyorum. Erkeklerin kemerine anneannem "silahlık" derdi. Sanırım eski zamanlarda silah taşımaya yarayan bir malzeme olması dolayısıyladır. Ben Ankara'da ilkokul 3. sınıfa giderken anneannem beni her sabah okul yolunun yarısına kadar geçirirdi yolda pantolonumun düştüğünü görmüş olacak ki "silahluğun nerde?" derdi. Yine anneannem yılan kelimesini "ilan" şeklinde telaffuz ederdi. Ahırın kapısının önünde oynarken "ilan var kaç" dediğinde neden “İlhan var kaç” diyor diye düşünmüştüm de sonradan gülmüştüm kendime.  Anneannem Melezkur kızıdır o yüzden Çingitlilerden biraz daha farklı konuşur. Memleketin birçok yerinde olduğu gibi Ankaralı, Çorumluyu, Rizeli Trabzonluyu beğenmezse bizim oralarda Çingit'in dışındakiler pek beğenilmez. Gerçi bunların çoğu latifedir ama kollektif şuur altında bazı nedenleri olabilir diye düşünüyorum. Yine bir gün köylerdeki deliler için Açaba'dan şu gelsin, Mermanat'tan bu gelsin, Kogis'ten şu gelsin, Çingit'ten kim gelirse gelsin. Ne de olsa “köylünün topu delidir” anlamında latifeli bir söz de duymuştum. “Büyük şehirlerdeki hemşericilik kültürü, burada da köylü hemşericilik olarak  kendini gösteriyor demek ki” diye düşünmeden edememiştim. Kargadan başka kuş tanımam yaklaşımı budur işte. Artık siz adını ne koyarsanız koyun. Haa! Bu anlayış daha ileri düzeyde kabileciliğe kadar gider.  Bu yüzdendir ki bizim buralarda “Bizim sülale, bizim kabile” gibi tanımlamalar bayağı yaygın ifade tarzlarıdır. Küçükken bayağı bayağı soylu bir aile olduğumuz fikrine kapılmıştım. Sonraları soya dayalı üstünlüğü reddettiğim için olacak ki buna benzer tanımlamalar ve ifadelerle hiç ilgilenmedim. 

Bu arada annemden duymuştum yılışık kişilere "şiliet veyahut şiliyet"derdi. Yine babamdan başka bir kelime daha duydum. Babam,  namussuz kişiler için mi yoksa aç gözlü kişiler için mi tam bilemiyorum “Mendebur” derdi. Emin değilim ama “Mendebur” kelimesinin Farsça olma ihtimali vardır...

 Değnek kelimesini "deginek, degenek" diye telaffuz ederler.
Yeşil gözlüler için mi zayıflar için mi bilmiyorum ama “çifut” diye bir kelime kullanılır... “Yerli yerine” ifadesi için "yelyeyina" derler. Örnek: "Yelyeyina babasına benzemiş" gibi..."Bu yıl" kelime grubu için "bulduğin" derler. Şaşırma ifade etmek için "osevaspak, sevaspak" gibi bir ifade kullanılır... Erkek çocukları ifade etmek için "oro" Kız çocuklar için "ka" kelimesi kullanılır...
Örnek:
-Çocukları olmuş...
-Öyle mi!! Ka mi oro mi? derler mesela..
Yine şaşırma ünlemi için "vuuuu.." derler. U'lar epeyce uzatılarak telaffuz edilir.
Örnek.
"Vuuuu.. başımıza gelenlere bak." arada da eller dizlere de vurulur ya da elin parmakları bükülü bir şekilde yanaktan aşağıya doğru çekilir.
Yine lanet okumak için bok yiyenin doğurduğu anlamında “Bokkiyenin doğurduğu” derler.... Tabi tüm bu kelimelerin telaffuzu  için bir transkripsiyon alfabesine ihtiyaç duyduğumu tekrar ifade etmekte fayda görüyorum...
Fasulyeye “lobiya” derler demiş miydim?  -Evet şimdi dedim. Has dedim. Bunu da dedum.- :))
Bir çeşit süt kesiğinden elde edilen bir peynir vardır ki onun adına “minci”, bazı yerlerde “minzi” derler.
Haa! Şimdi hatırladım küçükken anneannemin evinde banyo da yıkanırken altımıza aldığımız tahtadan oturağa "koc" derlerdi ama sanki bu kelimenin sonunda bir "h" sesi varmış gibi duyardım. Söylemekte güçlük çekerdim.
Pınara ve suyun çıktığı yere "puar" derler... Bu kelime "pınar" kelimesinin yörenin ağzına uydurulmuş biçimi midir yoksa gerçekten "puar"dır da sonradan pınar mı olmuştur? bilemiyorum.
Şimdi tüm bunları araştırırken dildeki değişimleri bilimsel olarak da incelemek lazımdır. Bu değişimlerde muhtemelen Türkçenin de azımsanmayacak etkisi olmuştur diye düşünüyorum. Yani Türkçe bazı kelimeler yöresel kullanımın içine girmiş ve söyleyişi değiştirmiş olabilir. Hatta böyle kelimelerin var olduğunu da biliyorum.

Kızılağacı, "Kizilağaç" diye telaffuz ederler...
Yine bu meanide "Memiş" adı hep ilgimi çekmiştir..
Kelime derleme işini herkes yapmalı diye düşünüyorum. Bilmeceleri, manileri, deyişleri, türküleri velhasılı tüm kelime zenginliğini derlemeli/derleyebilmeli. Keşke oralarda olabilseydim. Tam benim işim diye düşünmüşlüğüm de vardır...Hayatın şartları yüzünden bu imkanı kendimize tanımadık, tanıyamadık maalesef
Kertenkeleye, "helez" Nisan ayına "april" derler.
Böceklerin evlerine "bocekpuni" derler. Pin sanırım ev bark anlamında bir şey olsa gerek. Çorum'da güvercin kümeslerine de "pin" derler.
Kumda, ötede beride debelenen, yaptığı işe bulanma eylemine "tavluş olmak" deriz. Hayvanlar için de kullanırız.

Bir yük altında ezilmiş ya da ıslanmış yorulmuş kişiler için "lepezi çıkmış" deriz.
Asma kilit için "kupli" deriz. Kulplu kilit anlamında olabilir.
"Peranktuş etmek" sanırım yansıma bir ses olarak hapşırma anlamına geliyor.
Anneannem "tavlanmışsın" derdi. yani kilo almışsın.
Erzurum'un bazı yörelerinde olan insanların Hemşinli telaffuzu hep ilgimi çekmiş ve telaffuz benzerliğini çok küçük yaşlardan beri farketmişimdir  onları kendi memleketimin insanlarıyla da hep karıştırmışımdır. Mesela İspirlileri

Her yıl ağustos ayı içinde tam olarak hangi günlerde bilmiyorum ama “Vartovar” denilen şenlikler yapılır ve tüm vartovar boyunca kızlı erkekli büyüklü küçüklü horon tepilir. Eskiden aynı şenlikler yaylalarda yapılırmış.
"Vartovar" hakkında bilgim bu kadardır.
Vartovar kelimesinin kökeninin Ermenice olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım, yöredeki yabancı kelimelerin büyük çoğunluğu da Hemşin Ermenicesi denilen bir ağızdan kaynaklandığını duyunca da şaşırdığımı ifade edeyim...

Genç kızlar düğünlerde puşi bağlarlardı. Viceli kızların ise daha güzel ve değişik bağladıklarından söz ederlerdi. Vice sanırım şimdilerde Çamlıhemşin olarak anılıyor. Kızlarının da güzel olduklarından dem vururlardı. Bekârken gözüm sürekli Viceli kız arardı. O yıllarda  Puşi gerçekten de Viceli kızların daha çok sahiplendiği bir folklorik kıyafet olarak duruyor gibime geliyordu. Bu görüşü Vice'nin gelenek ve göreneklerinin görece daha az bozulduğu yönündeki yerleşik bir kanaatten kaynaklandığını daha sonraları farkettim.

Bugünlerde evimize bir misafir geldi. Yakın bir akrabanın eşi Saniye Abla kendisi Vicelidir ve Çingit gelini ev hanımıdır. Birkaç saatlik sohbetten sonra birkaç tane kelime derledim. Umarım çorbadaki tuzun miktarını kararınca ayarlarız. Saniye Ablamın aklına gelmeyen bir çok kelimeyi de daha sonraki derlemelerimde yazmaya çalışırım.

 Çekirgeye, çipçiban; küçük sineklere, meceh; sırtta taşınan bir tür küçük çay sepetine, tikina; hızlı hızlı hareket etmeye, ivedi; yaylalarda bulunan bir tür çiçek ki sarı renkli olur kurutulur da süs yapılır minik miniktir, adına hencacalik; bir çeşit eğrelti otu ki adına pilonç derlerimiş.
 Çileğe, moy; böğürtlene, coğh; tuvalete, kenif; hayvan bokuna, fışki; mısır unundan yapılan içine pırasa eklenen bir tür yemeğe de, coyç derlermiş. Kaydabak diye başka bir tür yemekten bahsetti ki tariflerini bilahare alacağım. kurbağa yavrusuna, ketankoçik; sümüklü böceğe, loydu; kelebeğe, titer; solucana, çico; ateşböceğine, hecilik derlemiş. Sarı rengin adı sebuş; kırmızı rengin adı da alaymış. Armut biçme aparatı ki ona hulenk derlemiş. Bir çok armut çeşidini saydı ki bu armutlar aylara göre isimler alırmış. Haçaci armutu, çuybul armutu, çuligogor armutu ki küçük olurmuş, vartevor döneminde çıkan armuta, vartevor armutu derlermiş. Yine meğegen armutu diye başka bir armut cinsi varmış sulu ve sert olurmuş. Kukma adında başka bir armut varmış ki kukmaya benzettikleri için bu ismin verildiğini söyledi...

Bir tür çalıllık meyvesi olan "havulilik"ten bahsetti.
Bazı evlerde "sanazar" adında el yıkama küveti diye bir şey varmış. Teçuş kelimesini ıslanmak olarak ifade etti. Yayık yapma işine heneçi adını verdi ki buradaki "h" sesi biraz daha genizden gelen bir "h" sesidir. Purtipay etmek, paralamak anlamında bir kelimeymiş. Kadınların önden bağladığı önlüğe fartık arkadan bağladığı malzemeye de kuşak adı verilirmiş..İskemleye semli, orağa orik, göbeğe pordoloz derlermiş......

Serenderin misafirlik anlamında bir oda olmadığını bir çeşit kiler olduğunu ifade etti. Bazı yerlerde ayaklar üstünde bulunan serenderin ayakları arası örülerek oda haline getirildiğini buraların misafirlik olabileceğinden bahsetti ki bizim köydeki serenderimiz böyledir. Ben de buradan hareket ederek serenderin misafirlik olduğunu düşünmüştüm.

 Çöp dökülen yere “hococa”, tavukların kümesine “pun”, kertenkeleye bizden farklı olarak “hilort” derlermiş. Komiklik eden kişilere biraz eleştiri anlamında “keşmer”, göz kırpma işine “işmar”, kızlara ka oğlanlara “oro ya da to” derlermiş. “Ka” ifadesi çingit'te de kullanılır. Bunun yanında “uşak” kelimesini de unutmazsak iyidir o da kullanılıyor çünkü. “Çepçepuş etmek” şapırtılı bir şekilde öpmek olduğunu ifade etti. “Ockhan” kelimesinin ise ot konulan yer olduğunu söyledi. “Bulma” kelimesinin ise odanın karşılığı olduğunu ifade etti. Rafa “terek” denildiğini “çücunuş” kelimesinin ise öpmek anlamında olduğunu söyledi ama çepçepuştan farkı var mı diye sormayı unuttum. “Ovank” kelimesinin ise inek yemeği olduğunu söyledi. “mol etmek” budamak anlamında kullanılırmış. Kadınların gögüslerine “çicik” denirmiş.. Köyündeki evlerin çeşitli adları olduğunu söyledi.
 "-Nasıl? dedim."
 -"Bayağı insan adı gibi adları vardır evlerin" dedi.
 Bakalım bu adlar nelermiş saymaya başladı: Ben de yazıyorum. Hernanç, kneşanç, ovakli, etemanç, mugilanç, topalanç, kofuna.......

 Yer isimleri: Kaysandık, palenç, kılat, engezut, tidizan, gelansert, pak bunlar da yer isimleriymiş.. Yani mekan bahçe falan gibi...evin en dibine poç,peynir ile kaymağın pişmiş haline heg ki telaffuzu biraz değişiktir. Keşke elimde transipkripsiyon alfabesi olsaydı.

ekşimekle taze kaymağın birbirine katılarak yapılan malzemeye “sevatnaç” adının verildiğini, lahana ezmesine ise “lahana perteci” dendiğini ifade etti.. Sık sık da ah aklıma gelmiyor daha çok kelime var diye de ekledi. Abisinde yaklaşık 2000 kelime olduğunu söyledi.. Şalgama “şarkum”, her türlü hayvan ve insan derisine “post” dendiğini ifade etti. “Tortoluş olmak” ifadesinin ise yanmak, kavrulmak anlamında olduğunu söyledi. Bu vesileyle "tortoluş oldum" gibi bir ifade kullandı. “Hınç” kelimesinin aşırı yorulmak anlamına geldiğini, “muncuru düşmek” kelime grubunun ise surat asmak demek olduğunu ifade etti. Cıvık kişilerin yaptığı cıvıklığa “tehelik” denildiğini de söyledi. ancak buradaki -lik lık ekleri muhtemelen Türkçedeki yapım ekleridir. Domuzları dağlardan ürkütmek için bahçelere yapılan tahtadan küçük barınak evlerine ki çok küçüktür, tuvalet gibi mesela bunlara “kalif” dendiğini ifade etti. Hayvanları korkutmak için yapılan bağırma işine “haylamak” dendiğini ifade etti ki muhtemelen yansımadan elde edilmiş bir kelime olsa gerek. Bazı yörelerde “akıtma” denilen malzemeye de çeşitli yerlerde “mafuş”,” piligan” ya da “pelit” dendiğini, kene kelimesinin karşılığı olarak “tiz” kelimesini kullandıklarını, örümceğe de “sart” dediklerini bunun yanında biraz da utanarak insan bokuna “koldoz” dediklerini öğrenmiş olduk.
 Bir süre dinlendikten sonra bir kaç da mani derledim.. Umarım faydası olur..
 Yazalım bakalım bu manileri de tarihe yazılı bir not düşelim malum söz uçar yazı kalır..


At başına başına
İnsin kar kaşına
Çok bezdim buralardan
Kaçacağım peşina
***
 Duvar ile duran kız
Ne durur da uyursun
Uyku gene bulursun
Beni nerde bulursun
 ***
Şeftali çiçek açmış
Üç kırmızı bir sarı
Derim canıma koyum
Askerde olan yari
***
Gidiyorum askere
Mendili sere sere
Dua edin ey kizlar
Tez alayım tezkere
***
Ey kiz dönsün başına
Değirmende dönen taş
Seni alırdım ama
Bana diyorsun kardaş
 ***
Elevit'in deresi
Aksın aksın çağlasın
Ey kız söyle babana
Seni bu yıl eversin


Armut dalların alçak
El ulaşır ulaşır
Sevdiğim belin ince
Elim dört kat dolaşır
 ***
Armut dalların yüksek
Değemedim dalina
Kusura bakma oğlan
Beğenmedim halini

Benimki kültürümüz adına karınca karınca bir şeyler yapmaktır. Her türlü kültür ögesinin kaybolmasına karşıyımdır. Bu meanide elimden geleni yapmak istedim. Bilinçtir insanı kurtarıp diriltecek olan. Böyle yüzlerce mani, bilmece, türkü kaybolup gitti bir çoğu da egemen kültürün kendi diline çevirmesi sonucunda sahiplenildi. Sap saman biribine girdi.

 Hemşin sitelerinde gezerken “koncoloz” diye bir kelime okudum bu kelimeyi halamdan o kadar çok duymuşum ki. Unutamam. Halam kocasına kızdığında, kocasının gıyabında ona “koncoloz” derdi . Kelimenin ne anlama geldiğini bilmiyorum.

Yaylamızın adı “satapla ya da sataplar” dır. Bunun da ne manaya geldiğini bilmiyorum.  Lahananın dibine “kotol” denir.. Buradan hareket ederek bazı beyinsizlere ya da yaptığı işi düzgün yapmayanlara benzetme amacıyla “kotol” denir. “Kot kafa” da dendiğini çok kereler duymuştum.
Bir de eskiler, Sıçanoğulları derlermiş bizim sülaleye de hikayeleri vardı ancak unuttum. Tuvaletin deliğinden kaçmışmış ama ne zaman, nerede, neden, kimden kaçmış bilemiyorum. Oradan hareket ederek sıçan gibi kaçan adam anlamında bir lakap olsa gerek.

Etimolojik çalışmalar için hem yörede kullanılan Hemşincenin hem de Ermenicenin hem de Türkçenin bilinmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama ben maalesef baştaki iki dili bilmiyorum. Etimolijik çalışmalar keyifli olduğu kadar teknik de bir alandır. Dille ilgili karşılaştırmalar yapabilemek için bir o kadar yabancı dile vakıf olmak gerekir. O yüzden dil ile ilgili değerlendirmeleriniz için bir şey söyleyemiyorum ama ben yörede olsaydım şunu yapmak isterdim. Mesela kendi köyümden hareket ederek bir kelime şablonu çıkarıp hangi şeye ne diyorlar, nasıl diyorlar, sesler nasıl değişiyor gibi çalışmalar yapmak isterdim. Bunun için dil bilmek gerekmezdi. Fakat iyi bir ağız çalışması yapılmış olurdu.

Bu arada bölge mimarisi hakkında da ciddi çalışmalar yapılabilir. Bu sene köye gidip komşu köyleri de gezerek seranderlerin detaylarını çekmek, hikayelerin belgelemek istiyordum ama şartlar elvermedi. Ayrıca bölgede tahta malzeme birlikte  taşla örülmüş çok değişik evleri/konakları da görmüşsünüzdür. Bunlar da bence ciddi anlamda fotoğraflanıp belgelenmelidir. Belki de yapılmıştır fakat fazla çalışma göz çıkarmaz. Daha ayrıntılara girilebilir. Yine bölge insanın kılık kıyafetleri üzerine de araştırma yapılabilir. Ne bileyim düşününce o kadar çok şey geliyor ki insanın aklına. Hassasiyet işi işte.

Son söz: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve sizi kavimler ve kabileler haline getirdik ki birbirinizi tanıyabilesiniz... Şüphesiz, Allah katında en üstün olanınız, O'na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır.”  Hucurat Suresi 13

Bu ayet  milliyetçi kesimlerde çoğu kere miliyetçiliğin/ kavmiyetçiliğin dayanağı olarak kullanılır. Lakin durum hiç de öyle değildir. Aslında durum şudur: Allah, insanları kavim kavim yaratmıştır ancak bu kavimler miliyetçilik yapsın diye yaratmamıştır. Daha açık ifade edeyim. Allah, Çinliyi yaratmıştır ama Çin milliyetçiliği yapsın diye değil, Arab'ı yaratmış ama Arab milliyetçiliği yapsın diye değil, ha keza Türk'ü de yaratmıştır ama Türk milliyetçiliği yapsın diye değil, bunca farklı milletlerin yaratılması bu milletlerin birbirleriyle kaynaşması ve  görüşmesi, en geniş anlamında kültür alışverişinde bulunması nedeniyledir. Ne ki farklı her milletin kaynağı erkek ve kadındır. Bu ayeti Türkiye'deki miliyetçi çevrelerin kullanmasın tek nedeni sanırım içinde kavramsal olarak “kavim” kelimesinin geçiyor olmasıdır. Zira bu ayet müslüman çevrelerin hiçbirinde milliyetçiliğin dayanağı olarak kullanılmamıştır. Lakin miliyetçi çevreler bu kullanıma nedense teşnedir. -İslamcı çevrelerin milliyetçiliğin dümenin suyunda olması meselesi bu ayetten kaynaklanmayıp bahse konu olan çevrenin güce entegre olmasıyla açıklanabilir ki bu konu bu çalışmanın konusu değildir- Peki şimdi ben size soruyorum: Kendi kültürüm, gelenek ve göreneklerim için yazdığım bu yazı sizce Hemşin milliyetçilğine hizmet eden bir çalışma mıdır yoksa içinde yaşadığımız coğrafyada hakların kardeşliğine hizmet eden bir çalışma mıdır? Tüm kalbimle inanıyorum ki Allah'ın yukarıda ifade etmiş olduğu yargıdan başka bir dileği olmayan ve kavimlerin bu tanışma sözüne istinaden yapılmış bir çalışmadır. Yanısıra dil üzerinden milliyetçilik yapıldığının/ yapılabileceğinin özelikle ulus devlet sürecinde dilin birleştirici ve ayrıştırıcı bir proje olarak halklara sunulduğunun da farkındayımdır. Lakin burada niyet ve bu niyetten kaynaklanan çaba sanırım aradaki farkı ortaya koyacaktır...
Bu yazı, Hemşin halkının kültürüne yukarıdaki ayet bağlamında ithaftır.
Haydi tanışalım!


Ümit Ferahzade
Gor Dergisi Sayı 4 Bahar 2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder