19 Şubat 2018 Pazartesi

Seslerin “Gor”u



Mahir Özkan, bir kısmı daha önce Agos gazetesi ve Biryaşam dergisinde yayınlanan Hamşetsnag (Hemşince) öykülerini kitaplaştırdı. Aras Yayınlarından çıkan kitapta Hamşetsnag öykülerin Türkçe çevirisi ile Ermeni alfabesiyle yazılmış (yani Ermenice çevirisi değil, Ermeni alfabesiyle Hemşince) bölümleri var.

Hamşetsnag Hekiyaner, ilk Hamşetsnag edebi eser. Mamafih, bir “olay”. Bu olay hakkında söze nereden başlamak gerekir; cevabı biraz zor. Kitabın Hamşetsnag-Türkçe bölümlerinin yanı sıra bir de neden Ermenice harflerle basıldığını mı konuşsak, yoksa bir dilde nasıl olur da şimdiye kadar bir edebi eser üretilemediğini mi? Yoksa kitapta bulunan bazıları denemeye bazıları anıya yaklaşan yirmi dört hikâyeyi mi konuşalım? Kitap, bütün bu yönleriyle de değerli olduğu için, hepsinden konuşmak gerekir diye düşünüyorum.

En baştan yani kitabın adından başlayalım: “Hemşin Öyküleri”, alt başlığı ise “Hamşetsnag Hekiyaner”. “Hemşin Öyküleri” deyince akla bir yurtta yaşayan insanların hayatlarından esinlenen, onların folklorunu yansıtan öyküler geliyor doğal olarak. Hemşin deyince de akla gelen Çamlıhemşin ve Pazar-Hemşin (Hemşin ilçe olmasına rağmen nedense halk arasında bu ad kullanılıyor) oluyor. Hemşin birçok nedenden dolayı gözde bir yer. Ta 1960’lı yıllardan beri çıkan dergileri var, bura Hemşinlerin. Ayrıca Adnan Genç’in, İbrahim Karaca’nın, Uğur Biryol’un kitaplarını unutmamak gerekir.   Fakat kuzeye ve batıya göç etmiş, oraları yurt tutmuş Hemşinler var. Ne bu göç ne de yeni yurtlarındaki yaşamı biliniyor. Farklı yerleri yurt edinmiş Hemşinler arasında yılların getirdiği farklılıklar var. Hopa’da oynanan horon Rize’dekinden farklı. Eğitim-öğretimden, modernleşme serüvenlerinden kaynaklı farklar var. En önemli fark ise dil. Rize’dekiler hiçbir zaman Hemşince konuşmadıklarını, dedelerinin bile Hemşince bilmediklerini söylüyor; çok azı bunun aksini iddia ediyor. [Bu farklılıklar Hemşin kültürü araştırmalarınca aydınlatılması gereken en önemli konu.] Dolayısıyla dilin muhafaza edip sakladığı “geçmiş”, “sözlü kültür” öğeleri bu Hemşinler tarafından fazla bilinmiyor.  Bu farklılıklardan dolayı, belki bazı Hemşinler Mahir’in anlattığı hikâyelerdeki Hemşinleri tanıyamayacak. Mahir’in anlattığı hikâyeler, kuzeye giden Hopa Hemşinleri anlatıyor. Sadece başkalarına değil, diğer Hemşinlere de anlatıyor.

Gelelim kitabın “alt başlığı”na: “Hamşetsnag Hekiyaner”. Mahir’in kitabını önemli kılan sadece pek de bilinmeyen Hemşinleri anlatması değil, yok olmakta olan bir dil varlığını ortaya koyması, göstermesidir. Hamşetsnag ilk edebi eser olmasıdır. Ermenicenin elli iki lehçesinden biri olan Hamşetsnag çok eski metinlerin var olduğu biliniyor. L. Haçikyan, Hemşin Gizemi’nde Hemşin bölgesindeki kiliselerin yıkılmasından kurtarılan ve Kudüs’teki Ermeni Patrikhanesinde korumaya alınan “emanetler” arasında Hamşetsnag yazılmış metinlerin olduğunu belirtiyor. Lusine Sahakyan’ın da bu metinlerin bir kısmını fotoğraflayarak belgesel filminde gösterdiğini biliyoruz.[1] Genel olarak Karadeniz’de, özelde de Hemşin bölgesindeki kiliselerin yıkılması ve “Müslümanlaştırma” sürecine dair çok az bilgiye sahibiz.[2] Kiliselerin ve diğer dini kurumların kapatılması ve yıkılmasından, 1915’teki “büyük felaket”e varan gelişmelerin sonunda geriye bir kısmı Ermenice konuşan, kendilerine Hemşinli diyen Müslüman bir topluluk kaldı. Bütün bu sürecin bakiyesi sadece kaybolan canlar değildir, bir halkın kültürü, kültürün belleği, mahfuzu olan kitaplar, elyazmaları da yok olup gitmiştir.

Bir dilin (diyalekt de olsa) unutulmaktan, yok olmaktan kurtarılması, insanlık kültürüne yapılmış bir katkıdır. Mahir’in kitabı bu nedenle bir hikâye kitabı olmanın ötesinde değerlidir; elimizdeki bir dil kitabıdır. Mahir sabırla, titiz bir araştırmayla sesleri imeceye çağırmış, onlara varlık kazandırmıştır. “İkinci dil”i karıştırmadan Hamşetsnag bir cümle kuramadığımızı düşünürsek, Mahir’in yaptığının ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu daha iyi anlarız.

En gelişkin dilsel hazineyi oluşturmak için olayları, mekânları en ayrıntısına kadar anlatmaya, betimlemeye çalışmış. Cadı Hikayelerinde yaylayı, evleri, çerkenayı, sakviyi, gilimoru anlatırken yaptığı gibi. Sadece bu kadar değil Mahir’in dil çalışması. Günlük konuşmalarda kullanılan bazı deyimlerde saklı kalmış ya da sadece tek bir eylemi anlatırken kullandığımız bazı sözcükleri görünür kılarak tedavüle sokuyor. Aşuş kelimesi bakmak anlamına geliyor mesela. Ama biz yed-aşuş, ver-aşuş gibi sadece yön belirttiğimizde kullanıyoruz. Genel olarak bakmak anlamında put-enuş’u kullanıyoruz. Ermenice sözlüklerde aşel eski bir Ermenice kelime olarak geçiyor. Buna benzer başka bir örnek; pencereye pencea diyoruz. Ama Ermenicesi baduhan: bad-duvar ve hanel çıkarmak kelimelerinden geliyor. İki kelimede bizim tarafımızdan biliniyor. Telefon-heraxos; uzaktan konuşma anlamı var: heru-uzak ve xosuş-konuşmak.

Mahir’in dil çalışmasına bakarak, sözcüklerin nasıl yavaşça yok olduğunu da şaşkınlıkla fark ediyoruz. Kayboldum için Hamşetsnag gayib ağa diyoruz genel olarak. Oysa zaten bu kelimeyi karşılayan “gorsevetsa” var. Gorsevetsa-gayipağa-kayıpoldum! Asimilasyonun evrimi. Bu “evrim”e daha birçok örnek verilebilir: nağetsa- darlanmiş ağa- darlandım; pattevetsa - sarilmiş ağa-sarıldım; joğvevetsak- toplanmiş ağak- toplandık; megdağvetsak - birleşmiş ağak- birleştik gibi.

Mahir, Hamşetsnag’ı ihya ederken pek tabii olarak Ermeniceden yararlanıyor. Böyle yapması iki kere doğrudur: Bir dil kendi içinden yeni nesneler, durumlar için yeni kelimeler türetebilir. Fakat bir diyalekt söz konusu olduğunda, bu doğurtma işleminin “anadil ailesi”ne bakarak yapılması gerekir. Aksi bir yaklaşım diyalektin o dilden kopmasını getirecektir. Unutulmamalıdır ki, Hemşin kimliğinin var kalması için şart değil ama Hemşincenin bir diyalekt olarak var kalması Ermenice ile kurduğu/kuracağı ilişkiye bağlıdır.

Diğer taraftan, “dilde arınma” ya da “öz-Hemşince” gibi milliyetçiliğe özgü bir özcülük biçiminde, başka dillerden, örneğin Türkçe ve başka dillerden Hamşetsnaga girmiş, yerleşmiş kelimelerin atılması da o dilin yoksullaşması, gücünü yitirmesi anlamına gelir. Mahir iki hataya da düşmüyor. Dilin kendi içinden kelime doğurturken ana yapıyı esas alıyor ama özcülük yapma gereği duymuyor. Mamafih, mesela Adalet hikayesinde olduğu gibi başka dillerden gelip Hemşincede yer edinen adalet, kanun, töre gibi kelimeleri kullanmakta bir beis görmüyor.

Üzerine konuştuğumuz kitap “bir dilde yazılmış ilk kitap” olunca kitabın edebiliğinden çok başka şeyler söz soframızı dolduruyor kaçınılmaz olarak. Hemşin Öyküleri, Hemşinlerin sözlü kültürünü yazıya geçirerek ölümsüzleştirirken sadece Hemşinleri anlatmıyor, bu dili merak edenlere, bildiğini iddia edenlere ve hiç bilmeyenlere yeniden öğretiyor. Ve onlara yorulmadan dillerinde yazmaları için gor’a davet ediyor.




[1] Elevit Manastırı, halk tarafından , Suhup Minas Kilisesi/Surp Minas Kilisesi  olarak da adlandırmaktadır. Yeğnovit Köyü’ündeki manastırın diğer bir ismi de Khaçikar veya Khaçik Hor Manastırı’dır . Büyük bir olasılıkla etrafındaki ‘Kaçkar Dağları’ndan gelmektedir.
Lusine Sahakyan araştırmalarındaki açıklama :
Manastırın yıkıntıları, Elevit Köyü’nden öteye, Cagut/Cagat (Çakat) Dağı istikametinde bulunan yüksek bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Yerleşim yerinden 45 dakika yürüyerek tepeyi tırmandık ve acı manzarayı gördük. Manastırın sadece temeli kalmıştı. Sağa sola dağılmış kesilmiş taşlar ve otların örtmüş olduğu çeşme yalağı veya Hemşinlilerin diliyle avzon (Erm. avazan/havuz). Yer yer kazılmış çukurlar da bulunuyordu. Yerel halkın anlattığına göre değişik yerlerden gelenler altın aramak maksadıyla manastır ve çevresine zarar vermişler. Temellerinden kalanın ölçütlerinden, Khaçik hor manastırının hayli büyük bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.
Bölgede bulunan Koşdents ve Khujga Manastırlarında olduğu gibi Elevit Manastırı XV. – XVI. yüzyıllara kadar ruhanî kültür ve Ermeni yazım merkezlerinden biri olarak ünlüydü. Yazıcı Karapet 1499-1528 yılları arasında Elevit Manastırı’nda Bıjışkaran (
Բժշկարան-tıp kitabı), Tonatsuts-Avetaranatsuyts (Տոնացույց-Ավետարանացույցի -yortu kitabı), Nerses Şnorhali’nin “Hisus Vorti” (Յիսուս որդի -çocuk İsa şiiri), iki Maştots (dini kitap), üç şaraknots (շարակնոց-ruhani şarkılar kitabı), ayrıca yazıcı Hovhannes Malaz’ın/Mağaz  1517 yılında kopyaladığı Bıjışkaran ve 1523 yılında kopyaladığı İncil (Ավետարան) günümüze ulaşmıştır.
H. Taşyan’ın yaptığı alıntının bir bölümünde şöyle okumaktayız : “Bu kitap Hemşin ülkesinde, Yeğnovit Köyü’nde, Surb (Aziz) Khaçik hor manastırında yazılmıştır”.

[2] Ermeni Ortodoks Patrikhanesi kayıtlarına göre 1902’de, Trabzon Sancağı’nda 24 bin Ermeni yaşıyor, 41 kilise ve üç bin öğrencinin okuduğu 47 okul ile Ermeni tiyatrosu faaliyetine devam ediyordu. 

Cemil Aksu
Gor Dergisi Sayı 2 Bahar 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder