27 Şubat 2018 Salı

ABDULLO’NUN MEHMET’UN NASİHATLERİ



      

Abdullo’nun Mehmet 2004 yılında 95 yaşında idi ve köyümüzün en yaşlı insanıydı. Yüz yaşına merdiven dayamış olmasına rağmen elinde baltasıyla ağaçlara çıkıp dalları budayabilecek kadar sağlıklı ve güçlüydü. Dedemle aynı kuşaktandı fakat o Karadeniz erkeklerinin aksine gurbete hiç çıkmamış, köyüne sonuna kadar sadık kalmıştı. Bu benim için çok kıymetli ve heyecan verici idi. 95 yıl boyunca Hahonç’ta neler olup bitmişse işte bu adam onları ya gözleri ile görmüş ya da olaylara bir şekilde tanıklık etmişti. Bu neredeyse bütün 20. yüzyıldı. Onunla sohbet etmek bütün o “kayıp giden” zamandan bir şeyler yakalamak anlamına geliyordu. Hatta onunla daha da eskilere gidecektim; 1800’lü yıllarda doğmuş insanların çocuğuydu o. Onları dünya gözüyle görmüş, anlattıkları hikayeleri dinlemiş, onlarla yaylalara çıkmış, türküler söylemişti.

Bu ilk -ve ne yazık ki son- sohbetimizde Mehmet Dede’nin sıra dışı kişiliği hemen dikkatimi çekmişti. Hareketlerindeki yavaşlık ve zarafet, ses tonundaki vakar ve telkin gücü ile üzerimde derin bir etki yarattı. Sözlerindeki büyüyü yakaladığımda Mehmet Dede’yi sık sık ziyaret etmem gerektiğini düşünmüştüm. Hatta her söylediği sözü kayıt etmem, filme almam gerekirdi. Bu ziyaretimde Mehmet Dede’nin yanına küçük bir kayıt cihazıyla gitmiştim. İyi ki yanıma almışım bu cihazı, tam 45 dakikalık bir kayıt var elimde bugün. Ne yazık ki hepsi bu! Mehmet Dede’nin başka hiçbir ses kaydına sahip değilim. Çocuklarının ve torunlarının elinde ise hiçbir şey yoktu. 2006 yılında “meçhule kalkan o gemi” kendisini aramızdan alıp götürmüştü. Çok üzgündüm. Öte yandan derinlemesine düşündüğümde şunu fark ediyorum: Mehmet Dede bu 45 dakikaya hemen her şeyi sığdırmış gibiydi, söyleyebileceği her şeyi söylemişti adeta. Evet, fazla söze gerek yoktu belki de, kendi sözleriyle; “U kada sormağa lüzum yok!”. İşte bu kayıttan derlediğim bazı pasajlar;

               
U kada sormağa lüzum yok!

Köylülerimizin nerelerden göç ederek Hahonç’a gelip yerleştiğini, evlerin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığını teker teker Mehmet Dede’ye soruyordum. Bazılarını hatırlayamıyordu. Düşünmek için zaman istiyordu;

dur bi bakeyim unler nerden gelmişle ecebe?
Melekom’den mi? yoksa Kardomoz’den mi?
aşağiden bi yerden gelmişle oma nerden?’
                                                                    
Hatırlayamadığında daha genel konuşmayı tercih ediyor ve şunları söylüyordu;
                u kada sormağa luzum yok!
                hep haboyle bi yerden tek tek adomle gelurdi.
                başlardile ev yapmağa.
                bi kari alurdiler onladun mi sen, sora uşakleyi olurdi..
                işte hep böyle artmiş gitmişle …

Mehmet Dede o ölen arkadaşları ve tanıdıkları hakkında da ayrıntıları merak etmemi yadırgıyordu. Çünkü onların hepsi de artık ‘geçup gitmişti’. Yine de soruma nezaketen kısa bir yanıt vermeyi ihmal etmedi;
  
 u yetumleri aldi geturdi buriye
                bunlerin nesli mesli hiç bişesi yoğ idi
                bunlere bi ev yapti karşuye
                kimini everdi, kimini gurbete yolladi
                işte unler de oyle artti gittile
                u kada sormağa luzum yok,
                hepisi da elmiş geçmiş gitmişle.

Külfetum meydone kalur deyine korkarmış!

Mehmet Dede’nin eşi ‘Hedice beyukona’, kulakları ağır işiten fakat nelerden bahsedildiğini hemen anlayan, mahzun bir yüz ifadesi ile bizi dinleyen Mehmet Dede’nin çocukluğunda başından geçen bir olayı şu şekilde hikaye ediyor. (Bu olay Seferberlik yıllarında Mehmet Dede’nin babasının askere gidişi hakkındadır)
                onasi buğa onlaturmiş, bu babasini tonimaz bilmez, ufağimiş.
                habu altiyoni puğar varimiş ipti yol unden geçermiş
babasi buni almiş kucağine inmiş u puğarun yonine, onasine donmiş demiş ki;

                “eger elur da gelmasom bizum Muhommedi al!”
külfetum meydone kalur deyine korkarmiş.
                oyle ki demiş, onasi çok kizmiş, inmiş aşağa uşaği kucağinden almiş
                buğa bağermiş demiş ki;
                “ben ne eder ederom sen karişma!”
                sora, babasini erkadaşleyi almiş göturmişle.

(altiyoni: alt tarafta, puğar:pınar, ipti:önceden, unden:oradan, deyine:diye)    
                                 

Benum babom buriye kari maline gelmiş!

Mehmet Dede babasının, aşağıda ‘kari’ diye sözünü ettiği annesini kaçırma hikayesini, babasının iç güveyi olarak annesinin evine -yani ‘kari maline’- gelişini ve daha sonra gelişen olayları şöyle anlatıyor;
 
babom ki kariyi çekti goturdi onladun mi sen,
Ğazarli’den ayreldi geçti bu tarafe kari maline.
benum babom buriye kari maline gelmiş.
geçti kari maline ebi uşakler kaldi karşuye.
benden başka bi kardaşum daha var idi, demin gelen unun uşaği idi.
seferbirluk zomonleyine babom gitti askere, uni uriye vurdile.
biz da buriye iki kardaş ayrelduk.
ben bunda bi ev yaptum, u da indi altiyoni bi ev yapti. 

(ebi: öbür, uriye: orada, altiyoni: alt tarafta)

Habu ustine bi kopmak oldi!

Karadeniz bölgesinde sık karşılaşılan sel ve çığ felaketi, Mehmet Dede’nin hayatında bir dönüm noktası olmuş gibidir. Yeniden bir ev yapabilmek için çocuklarının büyümesini beklemek zorunda kalmıştır. Bu zor günlerin hüznü ses tonunda birikmiş gibiydi, yine de ‘rindane’ diyebileceğimiz bir kayıtsızlık ve ‘rıza’ duygularıyla sakince şunları söyledi;
habu ustine bi kopmak oldi
      çeğ geldi, u eski evi aldi da
habu çeyirden aşağa kater, mater, seğer
      vurdi goturdi indurdi deriye!
kardaşum İstonbol’eydi, parayi benden sakladi
ben buriye yalağuz çaliştum
uşakle yeriştile da, bile bi kestone evi yaptuk dört ay suresine

(yeriştile: yetiştiler, büyüdüler, çeğ: çığ)



Muslimonluk gitti!

Oldukça muhafazakar bir aileden gelen Mehmet Dede’nin din hakkındaki görüşleri gayet açık ve yalındı;
sora ha u gavurler ki habu televizyoni çikardile verdile Turkiye’ye
milletun başi nemazle hoş değil.
u televizyone nase ki beynemaz adomler
beynemaz kariler gider gelurler
bunler da dondiler unlere!
bu televizyonlere bakonler nemaz kelar mi?
kelmaz
çocuklerde uğa bakar, ne kitap açarler ne bişe.
muslimonluk gitti..

(beynemaz: namaz kılmayan, uğa: ona)




Ben yedurdum buni bu da şimdi bizi yedurdi!

Mehmet Dede bir gün Hahonç’ta bir yabancının, kimsenin görmediği bir yerde otların üzerinde baygın bir halde uzandığını görür. Üç dört gündür yemek yemeyen açlıktan nerdeyse ölmek üzere olan adamı alır, evine götürür, karnını doyurur, yanına da yetecek kadar yiyecek vererek yabancıyı uğurlar. Yıllar sonra bu (Erzurum) İspir’li adamla zor bir gününde, kuzeni Peçon İsmail ve arkadaşı Mağlenlerun İbrehim ile birlikte İspir dönüşünde tekrar karşılaşacaktır;

İspir’den gelmakte baktum ki biri mal ile gideyi.
uşakle da açlukten yikeleyi!
beni gördi da dedi ki;
                sen bağa aşağade etmek veren adom değil misen?
                benim, dedum.
gel gel dedi, gel dedi, nere gidersen gel dedi
yeylem habu yonedu. Bekle, şimdi gelurom dedi
malleri surdi pere, karile koyinleri sağdiler.
aldile torbaleri, yoğurdi, etmeği, kaşuği, sahanı geturdule bizi yedurdile.
uşakle dedile ki;
                oyy Allah senden razi olsun! bu nerden geldi buriye da yedurdi bizi!
ben da dedum ki;
                ee yedurdi işte.. ben yedurdum buni bu da şimdi bizi yedurdi!

(etmek: ekmek,  per: etrafı taştan duvarlarla çevrili üstü açık koyun ağılı)


Etmeği daima yedur!

Mehmet Dede, İspirli adamla ilgili hikayesini anlattıktan sonra yerinden kıpırdadı, hafiften öne doğru eğildi, bütün gücünü toplamaya çalıştı, sesini bir perde daha yükseltti -bu kadar etkileyici ses tonuna rastladığımı hatırlamıyorum- ve sözcükleri teker teker vurgulayarak aşağıdaki cümleleri kurdu. Bu sözler Karadeniz Ortaçağı’nın derinliklerinden süzülerek gelen son sözler gibi geldi bana.
Bir vasiyet dinler gibi can kulağı ile dinledim;

etmek hiç bi zomon boşe gitmez
etmeği daima yedur!
eyuluği dereye atma
eyuluği koltuğunun dibine sakla 
kemluk hiçbir yere durmaz
kemluk dolaşur adom göturur
faket eyuluk adomi geturur

(kemluk:kötülük)


Bu kadar. Aslında her şey işte bu kadar basitti; “U kada sormağa lüzum yoğ idi”. Bu sözleri söyledikten sonra arkasına yaslandı, söyleyebileceği en önemli sözleri söylemiş olmanın verdiği iç erincini yansıtan bir yüz ifadesiyle yüzüme sevgiyle baktı, tekrar gevşedi ve beyaz sakalları yumuşadı.

Allah kazalerinden belalerinden korusun sizi!
Yaklaşık bir saatlik sohbetimiz sona erdiğinde, evden ayrılmak üzere ayağa kalktık, yavaş yavaş kapıya doğru yürürken bize dualar okumaya başladı, bu kadar bol dualı ve uzun süren bir vedalaşma sahnesi hatırlamıyorum. Bir ayin gibiydi. İlk gelen cümleye herhalde değme sufilerin hikmetli sözlerinde rastlanmazdı;

Allah kazalerinden belalerinden korusun sizi
Allah yardumçinuz olsun
Allah selomet versun
Allah heyirli yolçilukler nesib etsun
Güle güle, Allah yolunuzi açuk etsun, Allaha emonet olun

Bütün bu dualarına birden bire ara verip, ayakta olduğu yerde kıpırdamadan durdu, dikkatlerin üzerinde yoğunlaştığını fark ettiğinde, 40 ve 50 yaşlarındaki iki yetişkin adama son bir nasihatte bulunma ihtiyacı hissetti; 

nere giderson git
Eğuzü billahi mine’ş şeytani’r recim bismillahirrahmenirrahim
de, yuru!
                melekler peşuna gelsun
insonun sağine bi melek var, soline de bi tone melek var
ağzunden çikon ne varisa bu melekler yazar
biri sevapleri yazar biri da günahleri
u melekler uriyedur haboyle sontim kaçurmazle
günahuni yazar biri, sevabuni da yazar ebiri
hiç bi tone kaçurmazle!
Yevm-i Kiyamette
Eyyy allahun kuli kalk, kalk bakalum kalk! deyecekler
U yon ki yalonçi dunyeye ne ettun ver cevabuni bakalum deyecekler!
                Ne deyeceksen?
                Ne deyeceksen!
Yarun ayna gibi gelurler oğuna.
Ey Allahun kuli kalk, kalk ver ifadeni bakalum!
Nere giderson git!
                ‘Eğuzü billahi mine’ş şeytani’r recim Bismillahirrahmenirrahim’
De, yuru!

(uriyedur: ordadır, u yon ki: o yandaki,o tarftaki, oğuna: önüne)

Mehmet Dede’nin uğurlamasındaki içtenliği, sevgiyi unutmak mümkün değil. Bu onu son görüşüm oldu. 2006 yılında İstanbul’da Mehmet Dede’nin ölüm haberini aldım. Bu yıl HES projelerinin de köyümüze giriş yılıydı. O köyünün bu projelerle tahrip edildiğini görmeden aramızdan ayrılmıştı. Karadeniz köyleri ve yaylalarının son güzel günlerini uzun uzun doyasıya yaşamış tadını çıkarmıştı. İşlerin giderek kasvetli bir hal aldığını da hissetmiş olmalıydı.
……
Mehmet Dede’yi son görüşümden üç yıl sonra eşi ‘Hedice beyukonayi’ yaylada gördüm. Aralarında Yakupoğli Fatime’nin de bulunduğu son birkaç yaşlı ‘yeyleci’ arkadaşı ile Eğnaçor’a gelmişti ama halinden anlaşıldığı kadarıyla kendini yalnız hissediyordu. Keyifsizdi, pek neşesi yoktu. Kızı köyde iken hemen hemen her gün kocasının -evlerine çok yakın olan- mezarına gidip Kuran okuduğu söyleniyordu.


Köyümüzün yaşlılarından biri olan Huso emiceye (d.1926) Abdullo’nun Hedice hakkında bazı sorular sorduğumda o da lafı uzatmadı ve aşağıdaki çarpıcı sözleri peş peşe sıraladı …

Verdile uni u uşağa, unun da yemağa etmeği yok!
dunyede ne dert varisa u karinun başine gelmiş
karni doymemiş
ustine ne elbise var ne bişe
verdile uni u uşağa, unun da yemağa etmeği yok
                oyle fukara oyle perişon ..
                bi suri uşak ekti toktile aşağa!
                hepisi da beyindi geldi meydone
demak ki Allah bu dunyiye geturdi mi rizkuni da vereyi,               
                azda olsa..   



İsmail Akyıldız
Gor Dergisi Sayı 5-6 Sonbhar 2016- Bahar 2017


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder